MUSA DİNÇ

 

   Musa DİNÇ…Peynirci Musa…82 yaşında…Ömrü boyunca değişik işlerde çalıştı. Gençlik yıllarında farklı kişilerin yanında hizmekârlık yaptı. Gölde, yapağı işinde, süt toplama ve dağıtımında ve Avrupa’da çalıştı. Son olarak; tavuk, yumurta, peynir, tereyağı alım-satım işleri yaptı.

   Musa Ağabey; orta boylu, tıknaz, sevimli yüzlü birisidir. Sesi gevrek ve kuvvetlidir. Çalışkan, hatırnaz, mütevâzi, kahrimen, muhterem bir kişidir. Güzel konuşur ve konuştuğu zaman etrafına dinletir. Çiçekleri ve hayvanları çok sever. Evinin içi çiçek bahçesi gibidir. Çok akıllı olan ve kendisine arkadaş olan süs köpeğini çaldıklarından dolayı üzüntülüdür. Şeker hastalığından dolayı ayak parmakları kesildiği için, yürümekte zorlanmaktadır.

   HAYATINIZI ANLATIR MISINIZ?

   1934 yılında, Bolvadin’in Yenice Mahallesi’nde dünyaya gelmişim. Babamın adı Kadir…Çiftçilik yapardı. Bir kız ve bir oğlan kardeşiz. Ben doğunca anam ölmüş; bizi üveyi anam büyüttü. İyi kadındı; benden üç yaş büyük ablama ve bana sahip çıktı. İlkokula gidesiye kadar, babamın yanında çifte-çubuğa giderdim.

   ANNENİZ NEDEN ÖLMÜŞ?

   1934 yılının Eylül ayının sonları…Yapraklar hafif sararmaya, üzümler kızarmaya, bostanlar olgunlaşmaya başlamış. Erkmen Harımı’nda tarlamız var. Babam o sene oraya bostan ekmiş. Çapalama, sulama derken, bostanlar olgunlaşmış. Anam, bana dolu gebe…Güneşli güzel bir günde anam, iki ablam ve bir ağabeyimi, çift atla çekilen arabaya bindirmiş ve  bostan toplamak için tarlanın yolunu tutmuşlar. Babam da yanlarında eşekle gitmiş. İkindiye kadar kavun-karpuz toplayıp arabaya yüklemişler. Babam, anamı ve üç kardeşimi, arabanın üzerindeki bostanların üzerine oturtup eve göndermiş. Arkasından kendisi de, eşeğin heybelerini doldurup yola çıkmış.

   Anamgil neşe içinde eve dönerlerken, atların önüne kocaman bir yılan çıkmış. Yılandan ürken atlar, kaçmaya başlayınca arabayı devirmiş. Hepsi de arabanın altında kalmışlar. Etraftaki tarlalardan yetişenler arabayı kaldırmışlar. Anam ve ablamı yaralı çıkarmışlar; diğer iki kardeşim orada vefat etmiş. Hemen anamı Afyon’a hastaneye kaldırmışlar. Yaralı halde orada doğum yapıyor; ben dünyaya geliyorum. O sırada babam başımızda değil… Cenazeleri kaldırmak için Afyon’dan Bolvadin’e geliyor. Kırninin Halil taksicilik ederdi. O, hastaneye bir hasta getiriyor. Bolvadin’e döneceği sırada beni ona veriyorlar. O da evimize beni teslim ediyor. Anam, hastaneden geldikten yirmi gün sonra vefat ediyor. Komşumuz Melikkızı vardı. O sıralar onun da bir çocuğu oluyor. O kadın, Allah razı olsun beni emziriyor. Ben üç yaşında iken, babam bir daha evlenmiş. Doğarken bu dünyaya garip gelmişim, yaşantım da öyle oldu.  “Dünya benle döner dedim, dönmedi; Kırıldı kanadım, yüzüm gülmedi.”

   İLKOKULA GİTTİNİZ Mİ?

   Okul yaşım gelince, babam beni Bahçe Okulu’na kayıt ettirdi. Ne zayıf, ne çok iyi, orta bir öğrenciydim. Kalmadan ikinci sınıfa geçtim. O zamanlar belediye, küllüklerden çöpleri iki tekerli, tek atlı araba ile toplardı. Havalar soğumaya başlamıştı. Bir gün okuldan eve gitme sevinciyle çıktım, karşı kaldırıma geçmek istedim. O sırada çöp arabasının atı, bir şeyden ürkmüş ve kaçmış. Ben ve birkaç arkadaş karşıya geçelim derken at bizi çiğnedi geçti. Hepimiz yaralandık. Benim ayağım kırılmış. Beni kucaklayıp, Çolağın Mescidin arkasındaki evimize getirip bıraktılar. Evde kimse yoktu. Anam ve babamın tarladan gelmesini sancı içinde bekledim. Babam gelince hemen donyağı ve tereyağı sürdü ve ayağımın iki tarafına tahta koyup bağladı.

   Bir müddet sonra baktık ki, ayağım eğri tutmuş. Babam bu sefer Çobanlar’daki kırık-çıkıkçıya götürdü. Orada tekrar ayağımı kırdılar ve balıkla sardılar. Sonra ayağım iyi oldu. Tekrar okula gitmeye hazırlanırken bu sefer de çiçek çıkardım. Şimdi çocuklar doğduktan sonra belli aralıklarla aşı yapıldığı için; kızamık, çiçek gibi hastalıkları hafif geçiriyorlar. Biz çocukken kaç gün yataktan kalkamazdık. Ölümler de çok olurdu. Ben de bu yüzden okula gidemedim. Öğretmenimiz nüfus cüzdanımı eve gönderivermiş. Okuldan atılmışım. Çok üzüldüm. Öğretmene de tekrar gitmeye korktum. O zamanlar öğretmenler, gözümüze Zebâni gibi görünürdü. Sokakta öğretmeni görsek kaçacak delik arardık. Şimdi öğretmenler mi iyi, çocuklar mı korkmuyor bilemedim. “Ömür defterime bir göz attım; dertlerim içinde sıralı çıktı…”

   SONRA NE YAPTINIZ?

   Genelde evlerde külfet çoktu… Babanın hepsine bakmaya takadı yoktu. Bu yüzden çocuklarını varlıklı olan kişilerin yanına hizmekâr olarak verirlerdi. Babam beni de, Deliali’nin Hasan Hüseyin KOYUNCU’nun çiftliğe hizmekâr olarak verdi. Altı aylığım 30 lira idi. Ayrıca; iç çamaşırı, bir çift ayakkabı, iki koyun yapağısı ve bir araba kemire verdiler. Burada iki sene çalıştıktan sonra, Hüsem KOYUNCU’nun çiftlikte çalışmaya başladım. Hüsem Ağa, haftada bir gün çiftliğe gelirdi. Gelirken testiyle kara tatlı ve teçle helva getirir; hemen yağlısından bir koyun kestirir; bizleri toplar yedirirdi. Daha sonra; Yusuf ve Şerâfet KOYUNCU’nun yanında ve  İzmirliler’in yanında çalıştım. Devamlı koyun-kuzu güttüm. Şerâfet KOYUNCU’nun anası her cuma koyun kestirir; katmer eder; höşmerim eder; koyun yoğurduyla bizlere yedirirdi. İzmirliler’in Sofulu kızı bizi devamlı gözetirdi. Beni öksüz diye çok severlerdi. Hepsinin kabri nur olsun.

   BABANIZDAN BAHSEDER MİSİNİZ? 

   Babamın babası Çanakkale’de, anamın babası da Yemen’de şehit olmuş. Babam da gönüllü olarak Kurtuluş Savaşı’na katılmış. Değişik cephelerde Yunan’la savaşmış. Afyon Kalaycık’ta, düşmanın attığı bombanın yakınına düşmesi sonucu yaralanmış. Ayrıca omzundan mermiyle yaralanmış. Mermi etinin içinde kalmış. Ben küçükken omzundaki mermi belli idi. Sonra mermi devamlı hareket etti ve sol ayağının yanına geldi. O mermiyi, Mısırlılar’ın Hacı Ahmet Ağa yerinden çıkardı.

   Haşgeş kırma zamanı, babamı Yunanlılar esir alıyor ve kışlaya getirip kapatıyorlar. O zaman Kışlada beş ayrı bina varmış. Düşman 24 Eylül 1921’de kaçarken, Kışla’yı da ateşe vermiş. Kışlanın içinde bulunan babam, yanmaktan canını zor kurtarıyor. Hemen tarlaya gidip, anamı ve diğer komşuları Bolvadin içine getiriyor. Ayrıca babam, babasından kalan ‘şehit çocuğu’ maaşını almadı; bize de almayın, diye vasiyet etti. Ayrıca: “Hayatta bir kişiye, kadına-kıza kötülük düşünürsen hakkımı helal etmem!” derdi.  

   ASKERDE NEREDEYDİNİZ?

   Askerliğime iki sene kala Haleplinin Hacı’nın yanında çalıştım. Haleplinin Hacı’nın camızları vardı. Bu camızları trenle Adapazarı’na götürür satardık. Camızları, orada ormanlık alanda kullanırlardı. Yüksek yerlerdeki kesilen ağaçları aşağıya taşımak için kullanılırdı. Şansımdan, askerliğim de Adapazarı’na çıktı. Ayrıca askerde harçlık etmek için, Taşağıl’dan öküz arabasıyla Bolvadin’e taş taşıdım; 40 lira biriktirdim. Bu bana altı ay yeterdi.

   Oradan dağıtım oldu, Ağrı-Doğubeyazıt’a gittim. Dağlık alan, çok soğuk olurdu. Hep kaçakçılıkla uğraşırdık. Memlekete hiç gidemedim. Mektup yazacağım fakat okuma-yazmam yok!..Antalyalı’ya dedim iki sefer yazıverdi, sonra: “Ben senin kâtibin miyim!” dedi ve yazmadı. Bunun üzerine ben de kızdım, çarşı iznine çıkınca kırtasiyeden; Alfabe kitabı, kalem, defter aldım. Kendi kendime yazıp okumaya çalıştım. Bilemediğimi sorardım. Böylece okuma-yazma öğrendim.

   BABANIZ NE ZAMAN VEFAT ETTİ?

   Doğubeyazıt’ta dört aylık asker olmuştum. Babama mektup yazdım, cevabını alamadım. Birkaç sefer daha yazdım fakat gene cevap gelmedi. Param bitti, 30 kuruş maaşımız var, izinler kapalı, aklım memlekette…Bir müddet sonra mahallemizin muhtarı olan Veliefendi’nin Sabri BAŞKAYA’dan bir mektup geldi.Mektupta, bir miktar para gönderdiğini ve babamın vefat ettiğini bildiriyordu. Babam, ani bir rahatsızlıkla bu dünyadan göçmüş. Mektubu okuyunca bir kere daha yıkıldım. Anasız büyüdüm, şimdi de babasız kalmıştım. “Kışı erken geldi garip gönlümün.”

   Askerliğim bitti, memlekete geleceğim, giyecek sivil elbisem de yok; ayakkabım da yok! Askeriyeden, üzerimdeki elbiseyi ve botu çıkarmadılar o şekilde Bolvadin’e geldim. Asker elbisesiyle gezdiğimi gören Veliefendi’nin Sabri, hemen beni terziye götürüp elbise diktirdi. Allah ondan bin katından razı olsun.

   ASKER DÖNÜŞÜ NE İŞ YAPTINIZ?

   Ofis, Keçeciler’in koturayı kiralamış; orada arpa-buğday alıyordu. Orada yövmiye usulü çalıştım. Çiftçiden alınan mahsülü istasyona götürür, trene yüklerdim. Çarşıdaki esnaf da alırdı. Ayrıca afyon sakızı da alırdı. Haşgeşin sakızını çıkarmak serbestti. Haşgeşin kabuğu çizilir ve dışarıya sızan afyonu toplanırdı. Küçük top haline getirilip, kilo ile satılırdı. Dokuz sene Ofis’te çalıştım. Bazı aileler, bizim değirmenlerin öğüttüğü ekmeği yemezlerdi. Akşehir’de un fabrikası vardı. Unu kepekten ayırıyor, beyaz çıkarıyordu. O fabrikaya, verilen buğdayları götürür; un yaptırıp gelirdim.

   Sütçüler’in Yahya’nın mandıradan, kışın her gün Ankara’ya bir kamyon süt götürürdük. Akşam 9’da yola çıkar, sabah ezanıyla semtlere dağıtırdık. Süt, kışın ise peynir yapılırdı. 

   Gölde de sekiz sene kındıra biçtim. Üç arkadaş ortak biçer, Aydın’a trenle götürür satardık. Üzüm kurutmak için altına sererlerdi. Gölü bıraktıktım ve Keçeci Ömer BİRLER’in yanına hizmekâr olarak girdim. Temiz adamdı. Bozüyük’te, Adapazarı’nda dükkanları vardı. Köylerden; deri, yapağı, tiftik toplar; İstanbul’a gönderirdik. Daha sonra Almanya’ya gittim. Orada kalıp fabrikasında yedi sene çalıştım. Son zamanlar hastalandım, sarılık oldum. Tedavi oldum, geçmedi. Kayınpederim Sarısarlık’tan su doldurmuş, izne gelen birisiyle bana göndermiş. O suyla yıkandım. Bolvadin’e gelince Sarısarlık’a da gittim; Karasarlık’a da gittim fakat geçmedi. Sarlık şekere çevirdi. Sonra temelli dönüş yaptım. 18 sene önce sigortadan emekli oldum.

   EVLİLİĞİNİZ NASIL OLDU?

   Almanya’ya gitmeden önce bir arkadaşım, akrabasının kızıyla beni baş-göz etmek istemişti; ben ertelemiştim. Oradan, o arkadaşa: ‘Benim namıma kızı isteyiver.’ diye mektup yazdım. Aynı anda, komşumuz olan, sonradan kayınpederim olacak kişiye de hal-hatır sormak için mektup yazdım.  Mektupları yanlış zarflara koymuşum.  Kayınpederim: “Ne sağda-solda kız arıyor! Ondan iyi damat mı bulacağız!” demiş ve ablamla irtibata geçip bizi nişanlamışlar. Kara Faruk’la aynı yerde çalışıyorduk. O, izne gitmişti. Gelince: “Seni nişanlamışlar, şu da nişan baklavan!” dedi. İzne gelince düğünümüzü yaptık. Mutlu bir hayat sürmekteyiz. Üç oğlum oldu. Kadir, kantincilik yapıyor; Ahmet, pazarcılık yapıyor; Serkan ise otobüs şoförü…

   ALMANYA DÖNÜŞÜ NE İŞ YAPTINIZ?

   Belli bir mesleğim olmadığı için hamallık yaptım. Çimento, kireç indirdim. Sonra, tavuk, yumurta, peynir, yoğurt alıp-satmaya başladım. Kemerkaya’dan genellikle yoğurt, peynir; Çobanlar’dan yumurta, tavuk, ördek alıp; değişik pazarlarda satışını yaptım. Beş- altı senedir ayağımdaki rahatsızlıktan dolayı pazarlara gidemiyorum. Şükür, çocuklarımı yetiştirdim, emekli oldum.

   YAŞLILIKLA İLGİLİ PROBLEMİNİZ VAR MI?

   Yaşlılık zor! Üstündeki elbise bile sana ağır geliyor. Gençlikte her şeyi tutup koparırsın; şimdi ise her şey elinde kalıyor. Oturduğum yerden zor kalkıyorum. Ölüm ise her an bizim için…Şurdan kalkacağımı Allah bilir. İki sefer vangadak gitmişim. Ayağımdan ameliyat olurken narkozdan çıkaramamışlar; ümidi kesmişler. Bir de geçen gün, sofrada yemek yerken olduğum yere yığılıp kalmışım. Bu saniyelik iş…Kepek kesilmemiş. Ölümden korkum yok. Parası olan pazardan; imanı olan mezardan korkmaz. Devamlı, ‘Allah iki iyiliğin birisini versin.’ diye dua ederim. Ya sağlığımın…ya ölümün…Kimseye yük olmamak büyük nimettir. Allah kimseyi kimseye yük ettirmesin.