ŞÜKRÜ YAĞCI

 

   Yağcı Şükrü…81 yaşında…Yemenicilik, yağcılık, lokantacılık yaptı. İki sene kömür maden ocağında, yirmi beş sene de Almanya’da işçi olarak çalıştı.

   Şükrü Yağcı; normal boyda, zayıflıktan avurtları çökmüş; elmacık kemikleri çıkmış; yaşına göre, saçları hâlâ siyah ve dökülmemiş olan; sakalı ve bıyığı olmayan birisi…42 yıl sigara içmenin sonucunda kalp ameliyatı geçirmiştir. Yürürken, sigaradan kaynaklanan nefes darlığından dolayı, yavaş ve soluyarak yürür. Yitiversen göçecekmiş gibi durur. Memleket dertleriyle dertlenen, kendi halinde bir kişidir. 16 tane torunu vardır.

   HAYATINIZI ANLATIR MISINIZ?

   1934 yılında Bolvadin’in Hacıhalife Mahallesi’nde dünyaya gelmişim. Babamın adı Hasan Hüseyin…Dedem de, babam da, yağcılık yaparlardı. İki kız, bir oğlan; üç kardeşiz. İlkokula giderken tatillerde, bedesten içinde Berber Sabri Karagüven’in berber dükkanı vardı. Orada çırak olarak çalışırdım.

    İlkokul 4. Sınıfa gidiyordum. O zamanlar Bolvadin’in sünnetçisi Afyonlu Kadir Efendi idi. Yanında da çırak olarak, yılların sünnetçisi olan Salih Özaydın (Gambır Zalik) vardı. Anam esbab yıkıyordu. Babam yolda giden sünnetçiyi çağırdı ve ben ne olduğunu anlamadan sünnet ettirdi; yatağa yatırdı. Düğün-dernek, davul-zurna falan olmadı. İlkokul 5. sınıfta iken babamı kaybettim. Evin sorumluluğu benim sırtıma bindi. Üç tane ineğimiz ile, altı dönüm tarlamız vardı. Aldı-vermez bir tarla idi. Oradan ancak saman gelirdi. Anam, üç ineği sağıp sütünü satar ve evimizin günlük nafakasını temin ederdi. Anam üç ineğin sütüyle üç yetime bakardı, kimseye muhtaç ettirmezdi.

   İlkokulu bitirdikten sonra, Yemenici Bıddik Kadir Can’ın yanına girdim. Askerlik vaktim gelinceye kadar yemeniciliği öğrendim. Diktiğim yemenileri çevre köy ve kasabalara götürür, satardım. Askerliğimi Ağrı’nın Doğubeyazıt ilçesinde yaptım. Giderken üç günde, kara vagonla gittik. Orada şoför kursuna yazıldım ve askeriyede şoför oldum.

   ASKERDEN GELİNCE NE YAPTINIZ?

   Askerden gelince, dedem yağcı, babam yağcı, ben de bu sanatı devam ettireyim, dedim ve Eski Demirciler İçi’nde kendi mülkümüz olan dükkanı çalıştırmaya başladım. Bu işi yapmama, Yağcı Muzaffer Kandemir öncülük etti. İmamların Mehmet Tokpınar bana ustalık etti, beraber çalıştık. İki sene sonra ustam ayrıldı, ben yalnız çalışmaya başladım. Allah onlardan razı olsun.

   KAÇ YIL YAĞCILIK YAPTINIZ?

   On yıl yağcılık yaptım. O zaman arazi daha genişti, çok haşhaş ekilirdi. Kimse haşhaş yağından başka yağ bilmezdi. Adam tarlasından aldığı haşhaşı, zaman içerisinde belli miktarını bize getirir; yağını çıkarttırırdı. Biz buna “nöbet” derdik. Çektiğimiz haşhaşın ücreti olarak kepeği bize kalırdı. Biz de bu kepekleri hayvan sahiplerine, yem yapması için satardık. Ayrıca;  Hacı Kirli’den, Nakıplar’dan, Gümüş Ağa’dan diri haşgeş alır, Afyon’daki Yağcı Kel Muharrem’e gönderirdim. O zaman Afyon’da “yağ hali” vardı. Aynı yerde, 35-40 dükkan vardı. Haşhaşın kepeği çok besleyicidir. Hayvanın sütünü de çoğaltır. Babam zamanında pekmez ve susam yağı da çıkartırdı. Arada, siyelek ve aspir yağı da çıkarttığımız olurdu.

   NE ZAMAN EVLENDİNİZ?

   Askerden geldikten iki sene sonra anam: “Oğlum, önünde işin var, aşın var. Vaktin geldi; seni helal süt emmiş; Fatîma Anamız’ın soyundan bir kızınan everelim.” dedi. Ben de: “Sen bilirsin ana.” dedim. Anam araştırdı, soruşturdu, birkaç kıza isteyici gitti fakat kimse vermedi. Bunu duyan dükkan komşularımızdan; Tamirci Köprülü, Tamirci Fuat Erdemil, Fotoğrafçı Müdür :“ Biz seni eveririz” diyerek, önayak oldular ve Topal Kamil Kılıçaslan’ın kızına nişanlandım. Evlenmeden önce kızı hiç görmedim; o da beni hiç görmemiş. Düğün yapmak için evdeki sağılır ineğin birini 60 liraya sattım. 90 liraya da; iki gümüş bilezik, bir döğme, bir yüzük alıp kıza taktık. Kırık-delik çeyiz eşyalarını at arabasıyla getirdik. Gelini ise saatçi Mevlüt’ün taksisiyle indirdik. Üç kız, iki oğlan; beş çocuğum oldu. Hepsini de evlendirdim. Hepsi de Almanya’dalar.

   YAĞCILIĞI NEDEN BIRAKTINIZ?

   Yağcılık maddi yönden doyurucu olmuyordu. Bolvadinli Totu’nun Hüseyin’in oğlu Maden Mühendisi A.Kadir Eryılmaz, Zonguldak Kömür İşletmelerinde mühendis olarak çalışıyormuş. Bana da iş bulur, düşüncesiyle Zonguldak’a gittim, A.Kadir Eryılmaz’ı buldum. O bana; “Şu anda işçi alımı yok, olunca seni buraya alacağım.” deyip, Zonguldak-Kozlu’daki orman işleri müdürlüğüne gönderdi. Orada bekçi olarak göreve başladım. Ayda 200 lira veriyorlardı, ayrıca sigorta da yoktu. Burada bir süre çalıştım. Evimi oraya taşıdıktan bir müddet sonra maden ocağına işçi olarak girdim. Burada hem sigortam işledi hem de ayda 750 lira verdiler.

   MADEN OCAĞINDAN BAHSEDER MİSİNİZ?

   Madencilik çok zor bir meslek…Yerin 700-800 metre altında çalışıyorsun. Ölmeden önce kabire giriyorsun. Orada yaz-kış sıcaklık aynıdır. Yerin altında değişik tüneller bulunur. Bu tünellerden kazdığın kömürler vagonlara yüklenip, yer üstüne çıkarılır. Aşağıya indikten sonra, 8 saat gökyüzünü göremezsin. Yukarıdan aşağıya asansörle inilir ve aşağıya devamlı temiz hava pompalanır. Zonguldak’taki kömür, Türkiye’nin en değerli kömürüdür. Yerin altında bazen kömürden kaynaklanan gaz oluşur. Kazmayı vurduğunda cıngı çıkarsa o gazı patlatabilir. Çökmeler olabilir. Yakın zamanda olan maden kazasındaki gibi, galeriyi sel basabilir. Orada ölüm her an ensendedir. Sabahleyin evden çıkarken, helalleşip çıkmak gerekir. Başka ocaklarda kazalar oldu fakat bizim ocakta kaza olmadı. Orada Bolvadinli olarak benimle birlikte: Mehmet Döğücü, Kadir Özkan, Muharrem Toy ve Hüseyin Çengel’de çalışıyordu.

   AVRUPA’YA NE ZAMAN GİTTİNİZ?

   1965 yılında Almanya’ya işçi olarak gitmek isteyenler, belediyeye adını yazdırıyordu, ben de yazdırdım. 1970’de Bolvadin’e sel gelince yazılanların hepsini aldılar. Madende çalışırken oraya mektup geldi. Almanya’da çalışmak istersen tekrar müracaat et, diye…Ben de madenden izin alıp Bolvadin’e geldim, müracaat ettim. Bizi Afyon’a hastaneye gönderdiler, orada sağlam çıktım. Madenden istifa edip geldim ve trenle Almanya’nın yolunu tuttum.

   KAÇ YIL ÇALIŞTINIZ?

   Yurtdışına gidenlerin amacı; orada biraz çalışıp, para biriktirip yurda geri dönmekti. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. O yüzden ilk seneler çocukları oraya götürmedik. Hepimiz aynı düşüncedeydik. Oranın maddi şartları bizi oraya bağladı. Daha sonra ailelerimizi de oraya aldık. Ben, Otomobil fabrikasına işçi olarak girdim. Orada 14 sene çalıştıktan sonra fabrika kapanınca, başka bir otomotiv sanayiine girdim. Orada da çalıştığımın 7. senesinde kalp krizi geçirdim ve kalbimden ameliyat oldum. Beni mâlûlen emekli ettiler. Emekli olduktan sonra iki sene orada durup, Türkiye’ye temelli döndüm.

   DÖNÜNCE NE YAPTINIZ?

   1992 yılında Almanya’dan kesin dönüş yapınca Buğday Pazarı’nın olduğu yerde dükkan aldım. Avrupa’da uzun süre kaldığım için çeşitli yemek yapmasını biliyordum. İlk zamanlar burada helva, zeytin, peynir, tahin sattım, daha sonra lokantaya çevirdim. Burada iki sene bu işi yaptıktan sonra Yazıcılar’ın aralıktaki dükkanda da 7 sene lokanta işlettim.

   Memleketimizin durumunu pek iyi görmüyorum. Bazen çarşıya dikilip etrafı seyrediyorum. İşsiz çok, fakir çok, öğrenci çok… Bolvadin’in esnaf kuruluşları birlik olsa, çarşıdaki bir dükkana aşevi açsalar o kadar güzel olur ki.. Fakir-fukara, garip-guraba, öğrenciler, hiç olmazsa bir öğün yemek yerler; sebep olanların da bütün ceddinin defteri kapanmaz. Ölmeden bunu görebilsem çok mutlu olacağım. Televizyonda gördüm, Kayseri’de sokakta dilenci de yokmuş; aç insan da yokmuş…Belediye ve esnaf kuruluşları bu konuya eğilseler çok mutlu olacağım.

   İKİNCİ EVLİLİK YAPTINIZ MI?

   Hanımımla 43 yıl beraberliğimiz olmuştu. Hastalandı vefat etti. Bekarlık zor oluyordu, evlenmeye karar verdim. Yalnız, çocuklu dul bir bayan alayım da, hiç olmazsa çocuklarını büyüteyim, diye düşünüyordum. Çay’da, iki çocuklu dul bir bayana talip oldum, kabul etti, evlendik. Kızı 10 yaşlarında, oğlu ise 6 yaşlarında idi. İkisi de anasının yanında tay geldi. Evlendiğimiz gün, önce kızı geldi. Çocuk ürkek bir şekilde karşımdaki kanepeye oturdu. Adını, yaşını, okulunu sordum. Güzel bir şekilde cevap verdi. Sonra mahcup bir şekilde yüzüme bakarak: “Sana baba diyebilir miyim?” dedi. Ben de sevinçle: “Ben de sana kızım diyebilir miyim?” dedim. Kız sevinçli bir şekilde yanıma koşarak geldi, elimi öptü ve birbirimize sarıldık. Kalpli altın kolye almıştım. Hemen çıkarıp kızın boynuna taktım. O anları ne zaman hatırlasam gözlerim dolar. Bu çocuklarımı da, kendi evlatlarımdan hiç ayırmadım. İkisi de Allah’ın bana birer emaneti idi. Büyüttüm, besledim kızımı gelin ettim. Oğlum da, uzman çavuş oldu, Diyarbakır’da görev yapıyor. Allah hepsinin acısını göstermesin.

   ÖLÜM HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYORSUN?

   Ölüm bir gerçek…Ölümü hiç düşünmüyorum. Nasıl öleceğimi de hiç düşünmüyorum. Gün gelecek Allah emanetini alacak. Allah imandan ayırmasın. Ölüm bazen şeker dengidir. Allah o durumlara düşürmesin.