SÜLEYMAN ÖZKAN

 

    Köpekçinin Terzi Süleyman…88 yaşında bir delikanlı…45 sene terzilik yaptıktan sonra, 10 sene de marangozluk yaptı.

   Süleyman Özkan; orta boyda, saçları dökülmüş, kaşları ve bıyığı ağarmış fakat sağlıklı birisi…Mütevazi, kibar, sakin, şair ruhlu bir kişidir. Boş vakitlerini ibadetle ve şiir yazarak geçirir. Pek çok şiir antolojisinde şiirleri yayınlanmıştır. Şu anda basıma hazır, iki kitabı dolduracak şekilde şiirleri vardır. Hayvanları ve çiçekleri çok sever. Yazın evinin arkası; kışın evinin içi çiçek bahçesi gibidir. Bir kere eşiyle, bir kere de kız kardeşiyle Hacca gitmiştir. 45 yıl içtiği sigarayı, Hacca giderken bırakmıştır. Çocuğunun olmadığını ve isteğini şu dörtlükle belirtir: “Neyleyim yeter bana birisi,/ El âlemin varsın, olsun sürüsü./ Sohbeti tatlıca, gencin irisi,/ İsteyene ver, çoğunu felek!..”

   HAYATINIZI ANLATIR MISINIZ?

   1927 yılında Bolvadin’in Şazi Mahallesi’nde doğmuşum. Bize Lüleoğulları derler. Dedem berberdi fakat o günün şartlarında berberliğin yanı sıra; doktorluk, dişçilik de yapardı. Rençberlik yapan babamın ismi ise, Hasan Hüseyin’dir. Üç oğlan, bir kız; dört kardeşiz. Ağabeyim Kadir, Zonguldak Kömür İşletmelerinde çalıştı vefat etti. Benim küçüğüm Sami, şofördü emekli oldu. Kız kardeşimizin dışında hiç birimiz okumadık. Kız kardeşimi de, kapıya bekçi gelince mecbur gönderdiler. Ben okumaya çok hevesliydim. Bir hafta Kaymas İlkokulu’na gittikten sonra, öğretmen kayıt için kafakağıdımı getirmemi istedi. Eski yazılı kafakağıdımı götürdüm. Bana: “Senin yaşın küçük, kayıt yapamam!” dedi. Ağlaya ağlaya eve gittim. Babam: “Boşver ağlama! Gel seni terziye çırak vereyim.” dedi ve Bedesten içinde bulunan, Gıdilinin Hüseyin’in yanında 6 yaşında çıraklığa başladım. Okumayı, genç yaşta vefat eden dayım, Astsubay Tahir Tarım’dan öğrendim. Diğer kardeşlerime de okumayı o öğretti. Eski yazıyı ise, Köselinin Kadir Efendi’den öğrendim. Gayri resmi Kur’an öğretilmesi yasaktı. Bir gün jandarma baskın yaptı, kapı açılıncaya kadar biz cüzleri samanların altına sakladık. Komutan: “Bu çocuklar ne?” dedi. Hoca da: “Bizim akrabaların çocukları.” dedi. 1955’den sonra Kadriye Kur’an Kursu’na giderek; Hafız İbrahim Çürük’ten Kur’an öğrendim. Terzi Gıdilinin Hüseyin’in yanında 12 sene çalıştım. Küçük yaşta dikiş dikmeyi öğrendim. Makineye ayağım yetişmediği için ayakta dikerdim. Terziden ayrıldıktan sonra, iki sene yaylı arabayla istasyona eşya taşıdım.

   ASKERE NEREYE GİTTİNİZ?

   1947 yılının Kasım ayıydı. Askere gitmeden, Eski Demirciler İçi’nde bulunan Kocatepe Kraathanesi’nin üstünde, askerlik şubesi vardı. Oradan eski asker elbiselerini verdiler; onları giydim. Postal vermediler. Babama o vaziyette: “Allahaısmarladık, hakkını helal et!” dedim. Babam ayaklarıma baktı, bir de bana baktı ve postalı sordu. Ben de: “vermediler” dedim. Hemen ayağındaki yeni diktirdiği topuklu mesi çıkarıp bana verdi ve kendi lastiğini giydi. O mesi giyerek, arkadaşlarla birlikte tren istasyonuna kadar yayan gittik. Gelen trene binerek önce İzmir’e gittik. Burada 1 gece yattık. Yattığımız yorganın üstünde bitler, talim yapar gibi gidiyorlardı. Babamın mesiyle üç ay askerlik yaptım; parmaklarım dışarı çıkmıştı; sonra postal verdiler. O zaman devletin imkanları kısıtlıydı. Şimdi askeriyemiz dünyanın en iyi ordusu durumunda. Çok rahat askerlik yapıp geliniyor.

   ACEMİ BİRLİĞİNİZ İZMİR MİYDİ?

   İzmir’de sadece bir gün durduk. Ertesi gün Basmahane’den trene bindirdiler. Urfa’ya giden 680 kişiydik. Trenin içi tıka-basa doluydu. Adana’ya kadar ayakta gittim. Yolculuğumuz üç gün sürdü. Urfa tarafına geldiğimizde, insanların şekli ve giyimleri değişti. Herkes uzun beyaz entari giyiyordu. Başlarında da Arapların taktığı poşu vardı ve Arapça konuşuyorlardı. Onları görünce sınır dışına çıktık; bizi savaşa getirdiler zannettik. Birisi de çıkıp : “Burası Urfa!” demedi. Çünkü çoğunluk memleketten ilk defa ayrılıyordu; kimse bir şey bilmiyordu. 32 aylık asker iken mecburi izne gönderdiler. Suriye’de Kolera hastalığı yayılmış, bu yüzden çoğumuzu izne gönderdiler. Yaz günü olduğu için, izin boyunca harmana yardım ettim.

   ASKERDEN SONRA DÜKKAN AÇTINIZ MI?

   Askerden gelince Terzi Moda’yla ortak olduk. Sonra oradan ayrıldım Terzi Mustafa Çatıkkaş’a “Bana bir kiralık makine bulalım.” dedim. O da: “Makine kira, dükkan kira, içinden çıkamazsın. İstersen beraber çalışalım.” dedi. Sonra, Raşit Akbal ve Mustafa Çatıkkaş’la birlikte ortak çalışmaya başladık. Ben çevre kasaba ve ilçelerin pazarlarına elbise götürüp satardım. Geceleri handa yatardım. Çifteler’de, kahvede geceliği 25 kuruşa sabahlardım. Parayı biriktirdik, Bedesten’de dört tane dükkan aldık. Araba alalım, dedik, alamadık. Akşehir’e de, birisi kiralık, birisi bizim, iki dükkan açtık. Hazır elbise çıkınca bizim işler bozuldu. Ayrıldık ve 1987’de ben işi bıraktım.

   NELER DİKERDİNİZ?

   Eskiden büyük-küçük herkes uzun palto giyerdi. Küçük çocuk da olsa ceket giyerdi. Şimdi çocuklar ceket yerine mont giyiyorlar. Bilhassa, gençler takım elbise giyerlerdi. Çok şık giyinen gençler vardı. Bu yüzden takım elbise çok dikerdik. Sonra hazır elbise dikmeye ve satmaya başladık. Eskiden çok kar olurdu; çok soğuk olurdu. “Kastor” dediğimiz, kış için ideal, siyah renkli kumaş vardı. Bununla palto dikerdik. Kalın olduğu için her terzi bunu dikemezdi. Pahalı olduğu için herkes de dikinemezdi. Ancak varlıklı kişiler dikinebilirdi. Bu paltoları, daha çok biz dikerdik.

   NE ZAMAN EVLENDİNİZ?

   Ben askerdeyken bir mektup geldi. Anam mektupta: “Oğlum seni Aşağı Mahalle’den falancanın kızıyla nişanladık.” diye…Benim kafam bozuldu. Bilmem, tanımam… Sonra benim düşüncem, askerden sonra dükkan açıp evlenmekti. Kabul etmediğimi belirten sert bir mektup yazdım. Bir ay sonra bir mektup daha geldi. Anam: “Oğlum, kız şöyle güzel; böyle güzel; endamlı; çifte bilekli; tokaç gibi saçı var.” diye…Tokaç gibi saçı olunca ne olacaksa bilmem! Bizim birlikte Aşağı Mahalle’den bir arkadaş vardı. Ona gidip sordum, bu aile nasıl? diye…O da: “Çok temiz görgülü aile…İyi insanlardır.” deyince içim rahatladı.

Askerden geldikten altı ay sonra, kızı hiç görmeden evlendik. Evlenirken, bir yüzük, bir yarımlık küpe, feslerin üzerine gümüş zincir olurdu, onları taktık. Babamın evinin üç odası vardı. Birinde evli ağabeyim; birinde de babam kalıyordu. Üçüncü odayı boşalttılar beni de oraya koydular. Gelini kendi yaylı arabamızla indirdik. Çeyiz olarak belli eşya vardı. O zaman gelinlik yoktu. Dantelli ceket ve etek olurdu. Biz kaşıksapı takım diktirmiştik.

   BABANLA NE KADAR KALDINIZ?

   Evliliğimin altıncı ayı içindeydik. Daha dükkan açmadım, elin yanında çalışıyorum. Kış günü, Zemherinin ortasındayız; hava buz kesiyor. Sabahleyin evden çıkarken, Yaylıcı Yunus bize geldi. Babamı soracak zannettim: “Babam evde yok, şimdi çıktı!” dedim. O da: “Ben senle konuşacağım.” dedi ve beni dışarıya çağırdı: “Baban yemin etmiş. Anan boş düşer. Bu gün öğleye kadar evi boşaltacaksın!” dedi. Beynimden vurulmuşa döndüm. “Param yok! Pulum yok! Bu havada ben nereye giderim?” dedim. “Boşaltsan iyi olur oğlum.” dedi. İki elti geçinemeyince, babam buna kızmış, bizi çıkartmak istemiş…Baktık olmayacak, komşunun öküz arabasını çıkarttık; kırık-delik ne varsa eşyamızı topladık; arabaya yükledik. Ev bulasıya Hamzalar’ın Şükrü’nün samanlığa taşındık. Sonra, iki göz, toprak bir ev bulduk; onun da sahibi Emirdağı’na taşınmış. Anahtarı göndermesi için oraya haber gönderdik. Hemen ben çarşıya gittim, terzi arkadaştan 2.5 lira ödünç aldım. Eve gazyağı, ekmek, çay, zeytin aldım geldim. Kilimleri sağa-sola tuttuk. Samanlıkta 7 gün oturduk. Anahtar gelince eve taşındık. “Acılar içimde kaldı; maziye baktım./ Ömür bir akşam güneşi; battıkça ağladım.”

   MARANGOZLUK DA YAPTINIZ MI?

   El sanatlarına karşı merakım var. Marangozluğu da severim. Terziliği 60 yaşında bıraktıktan sonra, bir şeyler yapmak istedim. Basri Ekici’nin ve rahmetlik Bedri Ekici’nin kereste dükkanına çıra almak için gitmiştim. Bu arada Basri, kardeşi Bedri’ye çalıştıracak adam bulamadığından bahsediyordu. Taban çakılacaktı. “Ben yapayım.” dedim. “Yapabilirsen olur.” dedi. Önce ilk yaptığımı gördü, çok beğendi, sonra onun yanında 10 sene tavan ve taban tahtası işlerinde çalıştım.

   ÖLÜMLE İLGİLİ DÜŞÜNCELERİNİZ NELERDİR?

   Ölüm herkesin aklından çıkmayan bir gerçek…Senin yayınladığın, vefat eden esnaflarımızın resimlerine bakıyorum, Fatiha’mı okuyorum. Kimler gelmiş; kimler geçmiş! İbret alınacak bir durum. Biz de bir gün fâni olacağız. Kız kardeşimle birlikte yan yana mezar yerimizi aldık. Temennim, Allah öbür dünyamızı Cehennem çukurlarından bir çukur etmesin. İman-ı Kâmilden ayırmasın. Sözlerimi bir dörtlüğümle bitireyim. “Bolvadin’de doğduk ilçemiz yaman,/Yaşımız ortalandı tarihi tamam./ Dünyadan göçerken birinci iman,/ Hasan oğlu Süleyman’ım ben.