AHMET SABAN

   Feyzioğlunun Ahmet…82 yaşında…Çiftçilik yaptı; dağdan taş taşıdı; un fabrikasında çalıştı; 15 sene de, İsviçre’de işçi olarak bulundu.

   Ahmet Saban; uzun boylu, zayıf, ince, biraz esmer yüzlü, dinç görünüşlü birisidir. Sakin, iyi niyetli, yardımsever birisidir. Yıllardır değişik işlerde çalışmış, çabalamış, evlatlarını yetiştirmiştir. En olumsuz tarafı, çocuk yaşta alışmış olduğu sigara alışkanlığını, bu güne kadar devam ettirmiş olmasıdır. Hac farizasını yerine getirmiş olup; 20 torun sahibidir.

   HAYATINIZI ANLATIR MISINIZ?

   1933’de Bolvadin’in İmaret Mahallesi’nde dünyaya gelmişim. Babamın adı Hasan Basri, çiftçilik yapardı. Dört kardeşiz. Ağabeylerim Ali Osman ve Muammer çiftçilik ederlerdi, vefat ettiler. Benim küçüğüm İbrahim ise, su işlerinde memurdu, emekli oldu. Ağabeylerim ve ben, ilkokul üçüncü sınıfa kadar okuduk. O zaman çok kişi, yokluk ve ilgisizlik yüzünden ilkokulu bitiremezdi. Küçük kardeşim ise ortaokulu bitirdi, memur oldu.

   Askerlik vaktim gelinceye kadar, babam ve kardeşlerimle birlikte çiftçilik yaptım. Ayrıca Tatlıcı Kabaklar’da çalıştım. Sütçü Şerafet Kantar’da çalıştım. Şimdiki İmaret Evlerinin olduğu yerde mandıra vardı, Orada peynir yapardık. Kiremit ve testi ocaklarında çalıştım. Askerliğimi, 36 ay olarak; Bursa, Urfa ve Hatay’da Jandarma olarak yaptım. Sadece bir kere izne gelebildim.

   NE ZAMAN EVLENDİNİZ?

   Babam; sakin, kendi halinde, îmanlı, ihlâslı, olgun bir adamdı. Harama-helale, kul hakkına çok dikkat ederdi. Çok merhametliydi; hiç küfür etmezdi. Bizi de öyle yetiştirdi. “Size haram lokma yedirmedim.” derdi. 1953 yılında Menderes, çiftçilere banka faiziyle traktör veriyordu. Babama: “Biz de alalım!” dedik. Babam şiddetle karşı çıktı: “Oğlum, faiz haramdır ve insanı iflasa götürür. Bankaya girmeyin! Orada babıcınız galsa bile goyup gaçın!..”derdi.

   1957 Yılında askerden geldim. Babam hemen: “Oğlum, ölmeden seni de evereyim.” dedi. Ben de kabul ettim. O zaman oğlandan çok, ailesine bakıp kız verirlerdi. Anam isteyici gitmiş, kızı vermişler. Sonra bana dediler. Ne ben kızı biliyorum; ne de kız beni…Belediyede nikah kıyılacağı zaman, yan yana gelince, ikimizin arasına bir kadın girdi. Babalığım anasını, oğlan-kız birbirine değmesin, diye aramıza sokmuş. Gelin ineceği gün, “Uzun mu? Kısa mı?” diye merak ediyordum, ilk orada gördüm. O zaman gelinlik âdeti yoktu. Gelinlik yerine elbise veya “ezzalı” dediğimiz şalvar ve devrik yaka ceket takım dikilirdi. Biz “ezzalı” diktirdik. Gelini, Köpekçinin Hasan Hüseyin’in yaylıyla indirdik. Evimizin üç odası vardı. İkisinde ağabeylerim, birinde de anam-babam ve biz iki kardeş kalıyorduk. Her evde, bir oda büyüklüğünde kalın tahtadan yapılmış ambar olurdu. Çiftçi, harmandan kaldırdığı zahiresini buraya kor; paraya ihtiyaç olunca ağır ağır satardı. Bizim de ambar vardı. Ben evlenince evimizde oda kalmayınca; babamgil de ambarda yattılar. Allah bana, üç kız, iki oğlan; beş çocuk verdi. Oğullarım Basri ve Osman İsviçre’de çalışıyorlar. Ayrıca bir kızım burada; iki kızım da İsviçre’de...Hepsini evlendirdim. Eşimle 53 sene mutlu beraberliğimiz oldu. Birbirimizi hiç kırmadık. Bundan beş sene önce vefat etti. Bana, buradaki kızım ve damadım bakıyorlar. Beni hiç boş bırakmazlar.

   Ben 15 günlük evliydim. Anam çapacıların yemesi için bükme yapıp fırına götürmüş. Babam, gelecek bükmeyi, eşekle tarlaya götürmek için evde beklerken; birden fenalaşmış ve oturduğu yerde ruhunu teslim etmiş. Hanım heyecanlanmış ve hemen fırına, anamın yanına koşup haber vermiş. O yaşta babasız kaldım.

   BABANIZ ÖLÜNCE NE YAPTINIZ?

   Samanlığımız vardı; babamın vefatından sonra, ağabeylerim orayı onarıp taşındılar. Sonra tarlaları üleştik. Bana 10 dönüm tarla düştü. Bu kadar tarlayla ev geçindirmesi mümkün değil…Çalışmak lazım. Kurucaova tarafından taş toplayıp; öküz arabasıyla getirir ve Çarşı Camii önünde arabasını 2.5 liraya satardım. Yer altından düzgün taşlar çıkardı. Bunu “esbab daşı” olarak satardık. Bazen yuvarlak taş çıkardı. Hamidiye’den gelen çorak toprak dama atılırdı. Yuvarlak taşlar da dam yuvağı olarak kullanılırdı. Kızlarevciği’nin oradan, dağdan taş söker getirirdim. 1961 Yılında, şimdiki endüstri meslek lisesinin temel taşlarının çoğunu ben getirdim. 1963 Yılında, Gemicilerin Un Fabrikasında işçi olarak çalışmaya başladım. 250 lira aylığım vardı. Fabrikaya gidip gelmesi kolay olsun diye, Saatçi Mevlüt’den, taksitle 250 liraya bisiklet aldım. Dokuz sene burada çalıştım, sonra Avrupa’ya işçi olarak gitmeye karar verdim.

   HANGİ ÜLKEYE GİTTİNİZ?

   İzzet ÇEMREK İsviçre’de çalışıyordu. Allah razı olsun, o bana Avrupa’ya gitmem için yardımcı oldu. Önce kaçak olarak 1972 Yılında İsviçre’ye gittim. 18 ay çalıştıktan sonra geldim. Sonra, Kasap Ruhi Çemrek, resmi işlemleri yaptırdı ve orada çalışmaya başladım. Önce oğlumu yanıma aldırdım. Daha sonra ailemi getirttim. 15 sene çalıştıktan sonra yurda dönüş yaptım. Orada, mezbahada sucuk dolum yerinde çalıştım.

   ÇALIŞMA ŞARTLARINIZ NASILDI?

   Domuz ve sığır kesimhanesinde çalıştım. Önceden kasaplık bilmediğim için sucuk doldurma bölümünde çalıştım. Ayrı bölümlerde sığır ve domuz kesimi yapılıyordu. Oradaki kesim şekilleri bizim dinimize uymayan şekildeydi. Daha çok domuz kesimi yapılıyordu. Domuzların kafasına elektrik şoku verilerek bayıltılır ve kaynar kazanlara atılırdı. Bu kazanlardan çıkarılan domuzların tüyleri temizlenir derisi yüzülerek parçalara ayrılırdı.

   Domuz pis bir mahlûktur. Önüne ne korsan yer. Bir seferde 8-12 arasında yavrular. Dört aya yakın zamanda yavrularlar. Yavrular çok çabuk büyür. Etinin neredeyse yarısı yağdır. Sığır etine göre fiyatı çok düşüktür. Bu yüzden tüketimi de fazladır. Etinden; salam, sosis, sucuk yapılır. İslamiyet’te ve Yahudilik’te domuz eti haramdır. Cenâb-ı Allah Bakara Suresi’nin 172. ayetinde: “O size ancak ölü hayvanı, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesilenleri haram kıldı.” buyurmaktadır. Burada, domuz etinin yanı sıra, başkası adına kesilenlerin de haram olduğu belirtiliyor. Biz bazen: “ Yeni aldığım arabaya kurban kestim… Temele kurban kestim… Gelinin ayağına kurban kestim…” diyoruz. Bilmeden gizli şirk işlemiş oluyoruz. Kurban ancak Allah için kesilir. Yabancı ülkede bulunan Müslümanlar, domuz ve domuz ürününü yemezler. Marketlerden yanlışlıkla domuz eti alsan, kasiyer seni ikaz eder. Orada biz genellikle koyun alıp keserdik. Orada çalışırken eski evimizin olduğu yere, altı dükkan, üç katlı bina yaptım.

   ÇOCUKLUK VE GENÇLİĞİNİZ NASIL GEÇTİ?

   Bugünkü çocuklara ve gençlere göre daha mutlu ve kanaatkârdık. Elimizde olanla yetinirdik. Arkadaşlar arasında dostluk fazlaydı. Herkes fakir ve parasızdı. Delikanlının gideceği bir yer yoktu; sadece kahveye giderdi. Çoğunun da cebinde para olmadığı için kahveye gidip oturamazdı. O gün için “Ben evden, buğday, arpa, haşgeş çalmadım.” diyen genç çıkmazdı. Delikanlı, parasızlıktan evlerinden zahire çalıp satar; harçlığını çıkarırdı.

   15-16 yaşlarındaydım. Kış günü idi. Arkadaşım Apık’la birlikte bizim ambardan iki kile arpa çalmaya karar verdik. Tahta ambarın kapısı kilitli olurdu. Apık, ortası göbekli kilidi mıkla açtı. Ben girdikten sonra kilitli gibi görünsün diye, kilidi yanlışlıkla kilitlemiş. Ben arpayı aldım fakat dışarıya çıkamadım. İçerden bağırmaya başladım; yakalanmaktan korkuyordum. Sonra, Apık kilidi uğraşarak açtı. Arpayı Ekmekçilerin Halibik’e götürüp sattım. Birkaç gün sonra babam arpanın eksildiğini görmüş. Beni yanına çağırdı: “Bak oğlum! Tarlamızı bir sene nadas ediyoruz; bir sene ekiyoruz; bir sene de mahsülünü yiyoruz. Arpayı ucuz vermeseydin bâri!” dedi. Benim yüzümden ateş çıktı. Kızardım, bozardım, utandım, bir daha yapmayacağımı söyledim ve yapmadım.

   ESKİDEN MADDİ SIKINTILAR NELERDİ?

   Çok kişi parasız gezerdi. Bir de üstelik belediyeye; bekçi parası, yol parası, sokağı aydınlatan kandil parası ödenirdi. Herkeste bit çoktu. Komşu komşuya bit kırmaya giderdi. Kel çoktu, geçsin diye katran sürerlerdi. Sabun çok pahalıydı. Gayınnalar esbap yurken geline: “Sabunu az sür.” derlerdi. Arkadaşım Apık, Testici Hılmi’nin ocaktan, sabahtan akşama kadar, Sabuncu Ethem’in tarlaya kül çekerdi. Karşılığında ise iki kilo sabun alırdı. Testi ocağında yemeği ocak sahibi verirdi. Bazen dolma geldiği zaman, orada çalışan Kel Osman herkes eşit yesin diye: “Biiir!” der, herkes birer dolma alır; arkasından: “İkii!” der herkes tekrar birer dolma alırdı. Kışın, arada iki kile arpa satıp evin harcını görürdük.

   Evlenirken gelinkıza, altını eğreti takarlardı. Benim hanıma takılan ziyneti, ağabeylerimin hanımlarına takıldıktan sonra biz taktık. Ev içerisinde kavga olmazdı. Gelinler iyi geçinirlerdi. Ben nişanlıyken ağabeyim askerden gelirken hanımına ayakkabı almış gelmiş. Yengem onu giymedi, benim nişanlıma götürdüler. Amcam Ömer, Çanakkale Harbi’nde kolunu kaybetmişti. Tek kolla her işi görür; çift dahi sürerdi.

   İHTİYARLIK VE YALNIZLIK ZOR MU?

  Nasrettin Hoca’ya sormuşlar: “Hocam, kaç çeşit kıyamet var?” diye…Hoca cevap vermiş: “Bir küçük kıyamet; bir de büyük kıyamet var. Küçük kıyamet hanımım öldüğü zaman; büyük kıyamet de ben öldüğüm zaman.” demiş.  Avrat öldü mü, sen öldün… Allah kimsenin ışığını söndürmesin. Yatak ömrü vermesin. İki kapılı bir hana girdik; gece gündüz gidiyoruz. Bizden her şey geçti… “Şen olsun Halep şehri…”