SIDDIKA TEKOL

 

    Doksan bir yaşında… Hacımuratların Halit’in kızı… Marangoz Vazırgızı’nın Omar’ın, Ömer TEKOL’un hanımı…

   Sıddıka Tekol, yuvarlak yüzlü, zamanında uzun boylu iken, yaşından dolayı biraz boyu kısalmış, yaşına göre daha genç gösteren bir annemiz… Sakin görünmesine rağmen, kızdığı zaman yeşil gözlerinin iki arasındaki kaşlarını çatarak bakar. 7 evlat yetiştirip, büyütmüş, evlendirmiştir. İnsanlara karşı hatırnaz davranır. Zamanının çoğunu Kur’an okuyarak, tesbih çekerek geçirir. Ağzı dualıdır. Farz ve nafile oruçları hiç kaçırmaz… Önemli bir sağlık problemi yoktur. Maşallah hafızası da çok yerindedir. Kendi işini kendi görebilmektedir. Oğlu, Marangoz Sait ile birlikte kalmaktadır. En çok torunu olan kişilerdendir. Torunları ve torunlarının çocuklarıyla birlikte 50’ye yakın torunu vardır.

      HAYATINIZI ANLATIR MISINIZ?

    1924 yılında Bolvadin’in Şazi Mahallesi’nde dünyaya gelmişim. Dört kız, iki oğlan; toplam altı kardeşiz. Kardeşlerimin en büyüğü benim… Üç kızdan sonra erkek kardeşlerim Murat ve Ali dünyaya geldi. Evimiz, şu anki belediyenin olduğu yerde, Hacımuratlar oymağında idi. Amcalarımın evleri de oradaydı.

   OKULA GİTTİNİZ Mİ?

   Bizim, Üçhüyük bölgesine yakın yerde çiftliğimiz vardı. Babamın ve amcalarımın mesleği hayvancılık ve ziraattı. Biz, Mehmet ve Mahmut amcalarımla birlikte çoğunlukla çiftlikte kalırdık. Çiftlik evimiz, şehirdeki evimizden daha genişti. Ahırın birinde ineklerimiz; diğerinde koyunlarımız vardı. Ayrıca serbest olarak dolaşan yılkı atlarımız vardı. Oradaki arazimizi ekip-biçerdik. Çiftlikte iş çoktu. Hepimiz birlikte çalışırdık. Elektrik yok, toprak kandilin içindeki haşgeş yağının içine bir çaput kor, onu yakardık. Gazyağı gelince önce Gemiciler’den, sonra Yazıcılar’ın Petrol’den gaz alıp onu yakmaya başladık. Çiftlikteki işlerden ve şehre okula gelip gitme problemlerinden dolayı, Ali kardeşimin dışında hiçbirimiz okula gidemedi. Zaten kız çocuklarını okutma âdeti de pek yoktu. Bu yüzden okuyamadım.

   NE ZAMAN EVLENDİNİZ?

   18 yaşlarında yavuklandım, üç ay sonra düğünümüz oldu. Nişanlım Ömer, Helvacı Lômen’in yanında helvacılık yapıyormuş. Şimdiki Hacıoğlu Sucukları’nın dükkanının karşısında Hacıabdurrahim Çeşmesi vardı. Belediye binası yapılırken yıkıldı. O çeşmede çamaşırları durularken beni görmüş. Sormuş, soruşturmuş. Sonra bize isteyici yolladı. Babam da: “Onun babası Çanakkale’de kaldı. Bir anası bir de kendi var. Sakin bir aile, verelim.” demiş ve beni vermiş… O zaman kıza: “Bu oğlana varır mısın?” diye sorulmazdı, ayıptı. Bana da kimse sormadı. Baba “verdim” deyince her iş biterdi. Evlenesiye kadar nişanlımı hiç görmedim. Şükür bir şikayetim olmadı amma, kızın da bir görüşünü almak gerekir. Peygamberimiz bile evlenmeden önce görüşmelerini istiyor. Şimdikiler iyi ama, onlar da fazla haşır-neşir oluyorlar.

   DÜĞÜNÜNÜZ NASIL OLDU?

   Nişanlıyken, yüzük taktılar, sonra beş küçük döğme, küpe ve birkaç gümüş bilezik taktılar. O zaman hep gümüş bilezik takılırdı. Düğünüm üç gün bizim odada, yani Hacımuratların Oda’da  oldu.  O zaman gelinler yaylı arabayla veya faytonla inerdi. Ben, Garagevrek’in Omer’ın faytonla gelin indim.

  Çeyiz olarak şimdiki gibi çok eşya verilmezdi. Karyola, halı falan yoktu. Yün yatak, yorgan, kilim ve kırık-delik eşyalar olurdu. Ayrıca süslü çeyiz sandığı olurdu. Sandığın içinde çaput-çangal, pullu peçe, simli çevreler vardı. Kızlar pek elişi bilmezdi. Afyonlu Boccacı Habibe boccasıyla gelir; işlemeli çeyiz eşyalarını ondan alırdık. O gün için oğlan evi de pek masraf etmezdi. Neyle etsin, zaten elde-avuçta bir şey yok. Herkesin durumu aynıydı. Şimdi oğlan everenin ağzı yanar.

   KAÇ ÇOCUĞUNUZ VAR?

   Eşim önce helvacılık yaptı, sonra Salimler’in Marangoz Atölyesi’ne girdi. Orada bir müddet çalıştıktan sonra, kendi marangoz dükkanını açtı. Allah bana yedi tane çocuk verdi. Bunların beşi kız; ikisi oğlan… Büyük oğlum Abdülkadir, öğretmendi emekli oldu. Küçük oğlum Sait ise, baba mesleğini devam ettiriyor; kendi işyerinde marangozluk yapıyor. Hepsine Allah, peygamber sevgisi vererek yetiştirdim, büyüttüm everdim. Şükür bu konuda hiç sıkıntım yok…

   BABANIZDAN BAHSEDER MİSİNİZ?

   Rahmetlik babam; sarışın, yeşil gözlü, babacan bir adamdı. Balkan ve İstiklal Savaşlarına katılmış bir gazidir. Devlet tarafında gazilik madalyası ile onurlandırılmıştır. Yunanistan’ın Selanik şehri bizim elimizde iken, orada Yenihüseyin’in Tevfik ile Yunanlılara esir düşüyorlar. Daha sonra bir yolunu bulup, kaçak olarak gemiyle Türk topraklarına geliyorlar. Ogün için motorlu taşıt yok. Buldukları atla-arabayla Sultandağı’na bağlı Yeniköy Köyü’ne kadar geliyorlar. Geldiklerinde Afyon ve Bolvadin, Yunan işgali altında imiş. Yeniköylü Çayıroğlu, babamı ve Yenihüseyin’in Tevfik’i ot arabasının içine saklayıp; Bolvadin’e getiriyor. Babannem: “Oğlan askere gitti gelmedi, herhalde şehit olmuştur.” diye babamdan ümidi kesmiş. Babamı birden karşısında görünce çok seviniyor. Onu yidirip içirip; düşman görmesin diye saklıyor. Babam ertesi gün, halkın kendi içinde oluşturduğu Kuvâ-i Milliyeci’lere katılıp işgalci düşmanla savaşıyor.

  SİZİN ÇİFTLİĞE DÜŞMAN GELMİŞ Mİ?

  Yunanlılar topraklarımızı terk ettikten iki sene sonra ben doğmuşum. Büyüklerimin anlattıklarına göre; Yunanlılar Üçhüyük Bölgesine karargahlarını kuruyorlar. Bizim, Hacımuratların Çiflik de, Üçhüyük’e yakın…Bizim ve amcalarımın aileleri, davarı-sığırı çobana emanet edip; Bolvadin’deki evimize geliyorlar. “Uşaklının Kekecin Hasan”, denilen kişi ailesiyle birlikte bizim çiftlikte girinti olarak çalışıyormuş. Hasan, iri yapılı, geniş omuzlu, cesur bir kişiymiş. Bunun eşi ve salıncakta çocuğu varmış. Kekecin Hasan, karısıyla vedalaşıp; halktan oluşan, düşmana karşı savaşan birliklere katılmış. Çiftlikte yaşlı çoban ve gelinle çocuğu kalmış. Çoban, geline: “Kızım, Yunan çeteleri dolaşıyor, yüzüne kara sür; samanlıkta otların arasına saklan.” demiş. Gelin, samanlıkta otların arasına saklanmış. Biraz sonra yunan çeteciler gelmiş. Çoban da değneği atıp kaçmış. Çeteler, Koyunları-sığırları önlerine katıp götürürken; çiftlik evini, ahırı samanlığı ateşe vermişler ve Bolvadin’i terk etmişler. Gelin ve çocuğu da ölmüş.

   Kekecin Hasan, birkaç gün sonra çiftliğe geldiğinde, gördüğü manzara karşısında çılgına dönmüş. O hırsla tekrar cepheye dönüp savaşmış fakat, kurşunu bittiğinde hırsını alamayarak; önüne gelen düşman askerlerini elleriyle boğmuş. Sonunda kendisi de şehit olmuş. Bu kahraman yiğidin hatırasını yaşatmak için, Atatürk tarafından Afyon’da şehrin ortasına “Zafer Anıtı” adında bir heykel yaptırılıyor. Bu heykelde, altına yatırdığı Yunan askerini boğan kişinin, Bolvadinli Kekecin Hasan olduğu söylenir.

   DÜŞMAN ŞEHİR MERKEZİNE GİRMİŞ Mİ?

   Büyüklerimden duyduğuma göre düşman, Bolvadin’de yirmi yedi gün kadar kalmış. Bolvadin merkezde değil de, Üçhüyük Bölgesinde kalmışlar. İlk zamanlar, şehre girip evlerin kapısını çalarak; ezberledikleri bozuk bir Türkçe ile: “İki yumurta bir tavuk; haydi çabuk çabuk!” diyerek tavuk ve yumurta istemişler. O zaman kadınların kolunda falan fazla ziynet yok… Savaş yılları, fakirlik var. Bazılarının kulağında şimdiki “saat altını”dediğimiz altından yapılmış küpe var. Onları kulaklarından asılıp almışlar. Daha sonra Bolvadin’in ileri gelenleri, onlara gereken erzağı vererek; şehir içine girmesini engellemişler.

   SON SÖZLERİNİZ NELERDİR?

   Bu millet tarihte çok yokluklar gördü; çok sıkıntılar çekti; Cenab-ı Zülcelâl, o sıkıntıları bu millete tekrar yaşatmasın. Allah cümleye; imanla, Kur’an’la gitmek nasip etsin. Gençlere de akıl-fikir-iz’an, hayırlı ömür versin.