SAMİ TOKER

 

    Gardiyan Sami…88 yaşında…Terzilik, demircilik, helvacılık yaptı. 7 sene belediyede çalıştı; 21 sene de başgardiyanlık ve muhasebecilik yaptı.

   Sami Toker; uzun boylu, normal kiloda, sağlıklı görünüşlü, kısa beyaz sakalları olan birisidir… Sert görünüşüne rağmen, yufka gibi bir yürek taşır. Sokağa çıkarken cebine şeker doldurur; yolda gördüğü çocuklara, eşe-dosta dağıtır... Okumaya meraklıdır; çocuklarının hepsini de okutmuştur. Hacc ve umre görevlerini yerine getirmiştir. 20 tane de torunu vardır.

   HAYATINIZI ANLATIR MISINIZ?

   1927 yılında Bolvadin’in Alaca Mahallesi’nde dünyaya gelmişim. Babamın adı Hasan Hüseyin…Toplum onu, “Tahsin” olarak tanır. Üç oğlan, bir kız; dört kardeşiz. Ağabeyim Mümtaz ayakkabı tamircisiydi, bir yıl öncesine kadar çalışıyordu. Benim küçüğüm Hakkı da ayakkabı tamir ederdi. O da işi bıraktı. İlkokul dördüncü sınıfa giderken babam vefat etti. İlkokulu bitirdikten sonra ortaokula gitmek çok istedim fakat, Bolvadin’de ortaokul yoktu. Ben de Terzi Yörüklerin Lütfü’nün yanına çırak olarak girdim. Dört sene burada çalıştım. Kumaş kesimi harici her şeyi öğrendim. Sonra terziliği bıraktım. Bırakmamın sebebi de şöyle oldu.

   Ramazan günü idi; oruçluydum; bayram yakındı…Bir müşterimize takım elbise diktik; ben dükkanına verdim geldim. Adam şerbetlik vermedi. O gün için elbise dikinen kişi, elbise bitince, oradaki çıraklara “şerbetlik” adı altında bahşiş verirdi. Beraber çalıştığımız arkadaş, şerbetlik almam için o adamın dükkanına beni geri gönderdi. Adam: “Sizin şerbetliğinize de mi kefilim!” diyerek beni azarladı. Dükkana gelince o arkadaşa şerbetlik vermediğini söyledim. O da: “Verdi de sen parayı yedin!” diye bana küfretti; münakaşa ettik. Biraz sonra usta gelince o da bana kızdı. Benim gücüme gitti. Sonra dükkanı terk ederek, Buğday Pazarı’nın olduğu yere direğin dibine çökerek ağladım. Akşamleyin eve gittiğimde anam ağladığımı bildi; sebebini sordu. Ben de durumu anlatınca beni göndermedi. Ertesi gün ustam haber gönderdi fakat ben gitmedim. Sonra, Demirciler İçi’nde dükkanı bulunan, Demirci Hamit Gözalan’ın yanına girdim. Ustam demir aletlerinin yanı sıra, soba yapardı; harman zamanı öküzlerin ayağını nallardı. Askerliğime kadar burada çalıştım.

   BABANIZDAN BAHSEDER MİSİNİZ?

   Babam rüştiye mezunu, okumayı, yazmayı seven, ileri görüşlü bir kişi idi. Hükümette, varidat (maliye) memuru idi. El yazması eserleri vardır. İstanbul ve Konya’da medreselerde okumuş ve tam hafız olmuştur. Gece yatmadan önce gaz lambasını başucuna alır; mutlaka bir şeyler okur; sonra gaz lambasını söndürüp yatardı. Hakka-hukuka çok dikkat ederdi. Hiçbir hastalığı yokken genç yaşta vefat etti. Vefat etmeden üç gün önce bir rüya görüyor. Rüyasında “Üç günlük ömrün kaldı.” diyorlar. Gördüğü rüyayı tabir ettirmek için o günün âlimlerinde Hüsnü BaşarıI Hoca’ya rüyasını anlatıyor. O da: “Hanımına anlattın mı?” diyor. Babam da anlatmadığını söylüyor. Hoca: “Rüyanı önce hanımına anlatacaktın ve okuyacaktın.” diyor. Sonra anama gelip rüyayı anlatıyor. Anam: “Hayır söyle! Ben bu dört çocukla ne yaparım!” diyor. Ölmeden bir gün önce “Yarın ben öleceğim!” diyerek, herkesle helalleşti ve ertesi gün öldü.

   ASKERLİĞİNİZ NASIL GEÇTİ?

   Harman zamanı olunca, çevre köylere öküzlere nal çakmak için giderdik. Gittiğimiz yerlerden üç-dört gün kalırdık. Ustam, Demirci Cadala ve ben, gene köylere gitmiştik. Benim askere sevkiyatım üç gün geçmiş. Müracaat ettiğimde beni jandarma olarak Silifke’ye gönderdiler. Trene binip gittim. Oradan İstanbul’a gittim. Vazifem; diğer tamirlerin yanı sıra, silah tamiri de yapmaktı. Oradan da Edirne’ye gönderdiler. Oradaki askerliğim sırasında bana bir telgraf geldi. Telgrafta: “Annen hasta; acele gel!” yazıyordu. Yüzbaşıya telgrafı gösterdim: “Sana iki gün izin, izin bitişi zamanında dön!” dedi. Hemen trene binip Çay İstasyonunda indim. Oradan yaylı arabayla Bolvadin’e geldim. Eve geldiğimde kardeşlerimi hüzünlü bir şekilde evde otururken buldum. “Anam nerede?” dedim. Ağabeyim: “Anam, Afyon hastanesinde vefat etti, oraya gömdük; başımız sağ olsun.” dedi ve hepimiz o anda ağlamaya başladık. Çocuk yaşta babamın vefatından sonra, şimdi de anamızı kaybettik. “Dedim, dünya benle döner; dönmedi…/ Kırıldı kanadım, yüzüm gülmedi.”

   NE ZAMAN EVLENDİNİZ?

   18 yaşına girince evlendim. Ağabeyim henüz evlenmemişti. Hamit Ustamın akrabası bir kız vardı. Ben kışın her gün sabahleyin ustamın eve gider; oradan, dükkanda yakmak için kömür getirirdim. Oraya gelip gittikçe birbirimizi tanıdık ve sevdik. Anama, evleneceğim; diye baskı yaptım. Nişanlandık ve beş ay sonra evlendik. Evlenirken bir yüzük, bir küpe ve iki de gümüş bilezik taktık. “Akı içinde, karası dışında” İki tarafın rızasıyla evlendik. Allah bana dört kız, üç oğlan; yedi çocuk verdi. Büyük oğlum Tahsin, din dersi öğretmeni. Onun küçüğü Kemalettin, Ankara’da Tapu şube müdürü. Küçük oğlum Uğur ise lisede katipti, vefat etti.

   ASKER DÖNÜŞÜ NE YAPTINIZ?

   Askerden döndükten sonra sırtımda bir gömleğim vardı, bir şeyim yoktu. Sonra, Helvacı Lômen’in yanında iki sene çalıştım. Daha sonra belediyeye tahsildar olarak girdim. Kabağın Ömer’le birlikte çalıştık. Burada altı sene, altı ay çalıştım. Adliyeye kadrolu odacı olmak için müracaat ettim. Mümtaz Hıdıroğlu: “Bunu odacılığa değil de, gardiyanlığa alalım.” diye tavsiye etmiş. 1961 yılı idi. Hasan Hüseyin Atlıer, adliyede mübaşirdi. Bana, savcının çağırdığını söyledi. Savcı, Sultandağı’na gitmemi söyledi. Ben kabul ettim fakat sonra beni Bolvadin’e başgardiyan olarak verdiler. O zaman Bolvadin Cezaevi Atatürk İlkokulu’nun karşısında idi. Orada göreve başladım. Cezaevinin 72 kişilik kapasitesi vardı. Bunun 10 kişiliği kadınlar bölümüydü. 1969 Yılında ise, şimdiki yeni cezaevine geçtik. Buraya geçince katiplik ve muhasebecilik kadrosu verildi. İmtihanla buraya geçtim.

   MESLEĞİNİZİN ZORLUKLARI NELERDİR?

   En sıkıntılı mesleklerden birisi de gardiyanlıktır. Gece nöbetin vardır, mahkûmla birlikte sen de mahkûm gibisin. 1958 yılında Başbakan Menderes Bolvadin’e gelince, halka bir isteğiniz var mı? diye soruyor. Halk da: “Ağır ceza mahkemesi istiyoruz.” diyorlar. Sonra bize bu mahkeme verildi. Çevremizdeki bütün ağır cezalıklar bizim cezaevinde kalmaya başladılar.

   Ramazan’da Çarşı Camii’ne giderdim, küçük çocuklar mukabele takip ederlerdi; onlarda canım kalırdı. Gardiyan Mevlüt’e dedim; o da sana Kur’an öğreteyim, dedi. Kur’an’ı öğrendikten sonra bunu gören mahkumlar Kur’an öğrenmeye heves ettiler. Ekmekçiler’in Sabri bize erzak getirirdi. Ona 15 tane Kur’an Dili kitabı ısmarladım. Nurculuktan yatan Emirdağlı Mustafa Efendi vardı. Onun da yardımıyla mahkumlar Kur’an öğrenip hatim ettiler.

   İDAMLIK MAHKUM VAR MIYDI?

   Çayın köylüklerinde, ağır cezalık çok suç işlenirdi. Cahillik ve yokluk başlıca sebepti. Seka kağıt fabrikası ve şeker fabrikası yapılınca suçlar azaldı. Çayın Aydoğmuş Köyü’nden olan bir mahkum vardı. 10 ay kadar cezaevinde yattı. Sadece o idam edildi.

   Aydoğmuş Köyü’nde bir delikanlı nişanlanıyor. Nişanlandıktan bir müddet sonra kız tarafı nişanı bozuyor ve kızı başkasına nişanlıyorlar. 1967 yılının Ağustos ayında tarlada ekinler biçiliyormuş. Bu iki ailenin tarlaları da yan yana imiş. İkinci nişanlanan yerdeki kişiler, boyunlarındaki poşuları, oraklarının ucuna bağlayıp; ilk nişanlanan oğlanın babasına doğru sallayıp; gülüp caka satıyorlar. Bu hareket adamın ağırına gidiyor. Hemen eve koşuyor, şepitten dürüm yapıp cebine sokuyor. Duvardaki çifteyi doldurup omzuna asıyor ve tarlaya koşuyor. Tarladaki o rakiplerinin üçünü orada öldürüp dağa çıkıyor.

   İki gün sonra yakalanıp bize getirildi. Mülayim bir adamdı; bir kızgınlıkla yapmış. Burada yargılandı. Hakim Necmettin Türkalp kalemi kırarak idama mahkum etti. Üç ay sonra cezası onandıktan sonra infaz edildi.

   İDAMI NASIL GERÇEKLEŞTİ?

   İdamından bir gün önce cezaevinin bahçesine darağacı kuruldu. Urgan yağlandı ve  idamı gerçekleştirmesi için, şehir dışından bir adam getirildi. Gece yarısı olup sabah yaklaştığında, dini telkin için müftü geldi. Ayrıca, ceza dairesindeki savcı ve hakimler de geldi. Önce, mahkûm abdest alıp namaz kıldı. Ardından müftü dini telkinde bulundu. Mahkûm darağacındaki sandalyeye çıkarıldı. İlmik boynuna geçirileceği sırada, İmaret Camii’nden Tüssülü, sabah ezanını okumaya başladı. Oradan birisi ezanın bitmesi için bekletti. Ezandan sonra mahkûm, adama ipi boynuna taktırmadı ve kendi taktı. Arkasından altındaki sandalyeyi itti. Ondan sonrasına bakamadım. Sabah olunca Beyazın Hacı Ali geldi, dini vecibelerini yerine getirdi ve buradaki mezarlığa defnedildi.  

   İHTİYARLIK VE ÖLÜM HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ NELERDİR?

   Rasûlullah efendimiz: “Cimrilikten, korkaklıktan, ihtiyarlığın rezillik dönemine düşmekten sana sığınırım.” buyuruyor. Benim de, gece-gündüz duam bu… Allah, son nefesimizde kelime-i şehâdet getire getire göçürsün.