ÖMER KARTAL

 

   Mezerci Omar…81 yaşında…Gençlik yıllarında çamur sıvacılığı yaptı; koyun güttü…27 yıl çalıştığı belediyede, Horan’ı güzelleştirdi; kabir kazdı; temizlik işlerinde çalıştı. 25 yıldır da emekli…

   Ömer Kartal; ince uzun boylu, zayıf yüzlü, kısa sakalları olan; yürürken dik ve hızlı yürüyen birisidir. Çalışkan, dürüst, imanlı, ihlaslı, mübarek bir kişidir. Ömründe hiç küfür ve yemin emediği söylenir. Yalan bilmeyen, melek gibi bir insandır. Kimsenin tavuğuna da “kışt!” dememiştir. Çalışırken fedakârca ve hilesiz çalışır. Namazına çok dikkat eder. Cirit Mahallesi’ndeki evinden, Çarşı Camii’ne yatsı namazını kılmak için her gün gider. Perşembe günleri yatsıda ise, hatim duası yapıldığı için Alaca Camii’ne gider. Umre haccı yapmış olup; 12 torun sahibidir.

   HAYATINIZI ANLATIR MISINIZ?

   1934 yılında Bolvadin’in Yenice Mahallesi’nde dünyaya gelmişim. Babamın adı Ahmet…Çamur sıva ustası idi. Dört kardeşiz. En büyüğümüz ablam…Benim küçüğüm Ziya vefat etti. En küçüğümüz Ali ise emekli…İlkokulu Akçeşme Okulu’nda okudum. O zaman genellikle sınıfta kalınıyordu. Ben, hiç kalmadan bitirdim. Dayım Abdil Karaca’nın pekmez çıkarma dükkanı vardı. Okul çıkışlarında ve tatillerde onun yanında çalıştım.

   İlkokulu bitirdikten sonra, babamla birlikte çamur sıva işlerinde çalışmaya başladım. O gün için, evler hep kerpiçten yapılırdı. Babam, iyi çamur sıva ustasıydı. Herkes, babama sıvasını yaptırmak için sıraya girerdi. Her işini sağlam yapar; helâla-harama çok dikkat ederdi. Namaz vakti geldiği zaman hemen abdestimizi alır; namazımızı kılardık. 

   ÇAMUR SIVA NASIL YAPILIR?

   Önce, öküz veya at arabasıyla şimdiki Endüstri Meslek Lisesi’nin karşısındaki çukur yerden toprak getirilirdi. Oranın toprağı sıvaya uygundu. O zaman orası kırdı, evler de yoktu. Gelen toprağı samanla önce karıştırır; harman ederdik. Sonra ortasını açıp su doldurur ve karardık. Bu karılmış çamurun sağlam olması için ekşimesi lazım. İki gün ekşimesi için bekler; sonra sıvardık. Sıvada, tahta ve demir mala kullanırdık. Çamurla yapılan ev sağlıklı olur. Toprağın içine kattığımız saman, hem sıvayı tutar; hem de içi boş olduğu için izolasyon sağlar. Soğuğu-sıcağı geçirmez. Evlerin üstü de direkle yapılır ve üzerine kamış konurdu. Kamışın da soğuğa-sıcağa faydası çoktur. Damın en üst kısmına ise, Hamidiye’den öküz arabasıyla getirilen çorak atılırdı. Her sene çorak yenilenirdi. Çorak milli olduğu için, beton vazifesi görürdü. Beton evler çıktıktan sonra hastalıklar da arttı.

   ASKERE KADAR SIVACILIK MI YAPTINIZ?

   1948 Yılının bahar aylarıydı. Ben 14 yaşındaydım. Ablamı Çay’a gelin etmiştik. Bir gün, Alaca Mahallesi’nde yeni yapılan bir evin sıvasını yapıp eve geldik. Babam hastalandı. Ertesi gün işe gidemedik. Birkaç gün sonra da aniden vefat etti. Küçük yaşta yetim kaldık. En büyük olarak, babamın vazifesini ben yüklendim. Başkalarına ameleliğe gitmeye başladım. Anam da bizleri yetiştirmek için tarlada-takkada çok çalışıyordu. Anam, babamın ölümüne çok üzüldü. Birbirlerini çok severlerdi. Babamın daha kırkı dolmadan, anam da birden vefat edip babamın arkasından gitti. Üç oğlan çocuğu hem yetim, hem öksüz ortada kaldık. “Ne güzel de muradıma ererken,/ Felek beni nazlı yardan ayırdı./ Ak gül, kırmızı gül dererken,/ Felek beni nazlı yardan ayırdı.”

   Allah ondan razı olsun; Çay’a gelin giden ablam bize sahip çıktı ve üçümüzü de Çay’a götürdü. Onların çiftlikleri vardı. Genellikle orada duruyorlardı. Biz de çiftlikte durup; askerlik vaktim gelinceye kadar orada koyun-sığır güttüm. Askerliğimin acemi birliği Kütahya idi. Sonra çavuş olarak İstanbul’da vazifemi tamamladım.

   ASKER DÖNÜŞÜ NE YAPTINIZ?

   Asker dönüşü tekrar Çay’daki ablamların çiftlikte çalışmaya başladım. Burada iki sene daha çalıştım. Rahmetlik Derici Himmet Karaca dayımın oğlu olur. O aracı oldu ve eşimle birbirimizi tanımadan evlendik. 55 yıllık mutlu bir evliliğimiz var. Allah bize İki kız, iki oğlan evlat verdi. Hepsine de yüksek tahsil yaptırdık. Ahlaklı edepli yetiştirdik. Büyük oğlum Carullah, tapuda memur…Küçük oğlum İsmail üniversitede memur…Kızım hemşire… Hepsi de saygıda hiç kusur etmezler.

   BELEDİYEYE NE ZAMAN GİRDİNİZ?

   1963 yılında, belediye çavuşu Burunsuz Hasan Çavuş’un önayak olmasıyla belediyeye girdim. Belediye, Çay yoluna, İstasyona kadar iki taraflı söğüt ağacı dikmişti. Bir yıl o fidanların bakımı ve korunması için görevlendirildim. Daha sonra beni Horan’a görevlendirdiler. Horan’ın içindeki çam ağaçları 1955-56 yıllarında dikildi. Biz ise yamaçlardaki ve etraftaki çam ağaçlarını diktik. Ayrıca girişteki, şimdi kesilmiş olan elma ağaçlarını, Ziraatçi Abdurrahim Gümüş’le birlikte diktik. Horan’ı güzelleştirmek için bütün gücümle çalıştım. Burada iki sene çalıştıktan sonra, beni Bolvadin mezarlığına görevlendirdiler.

   HANGİ MEZARLIKTA GÖREV YAPTINIZ?

   Ağılönü’ne giderken sağ tarafta buluna mezarlık 1920-1921 yıllarında Bolvadin ve civarında şehit düşenlerin gömüldüğü mezarlıktır. Buraya “Kestemet Mezarlığı” denir. Maalesef şimdi bakımsız haldedir. Onun karşısında bulunan tarla, satın alınarak mezarlık haline getirildi. 1967 yılına kadar mevtâlar buraya gömüldü. Burası dolunca, şimdiki Dibev yolundaki mezarlığa gömülmeye başlandı. Ben orta mezarlıkta çalıştım. Vazifem mezar kazmak ve mezarlığın bakımı idi. Burada 7 yıl çalıştıktan sonra, temizlik işleri bölümüne geçtim.

   MEZARLIKTAN NİYE AYRILDINIZ?

   1967 yılının Mart ayı idi. Hava biraz soğuktu. Sabahleyin mezarlığa işime başlamak için girdim. Bu mezarlıkta: Yörük Hacı Ali Efendi, Müftü Halil Efendi, Müderris Yunuszâde Ahmet Vehbi Efendi yatmaktadır. Her gün mezara girdiğimde önce bunlara okur; sonra bütün geçmişlerimize okurdum. Gene aynı şekilde okuyup işime başladım. Genellikle mezarlık dolu idi. Arada boş kalan yerleri kazıyordum. Yunuszâde’nin kabrinin yan tarafında iki mezar arasında boş bir yer gördüm. Orayı kazmaya başladım. Mezarı kazdım; sıra sapma yerini kazmaya geldiği zaman: “Rahatsız etme! Biz seni seviyoruz!” diye bir ses geldi. Ben etrafıma bakındım kimseyi göremedim. Sapma yerini kazmak için kazmayı tekrar salladığımda bir kemik çıktı. Arkasından: “Bizi burada yıpratan sen miydin!” diye güçlü bir ses geldi. O anda ben mezarın içinden dışarıya kendimi zor attım. Aklım-fikrim çıktı. Kaçmak istedim kaçamadım. Hiçbir yerimi kımıldatamıyordum. O arada avazım çıktığı kadar: “Beni kurtarın!” diye bağırıyordum.

   Akçeşmeli Irazların Dudu Aba, oğlu ile birlikte at arabasına binmişler; tarlalarındaki haşgeşi don vurmuş mu? diye tarlaya gidiyorlarmış. “Şurda bi bağıran var!” diye durmuşlar, sonra beni görmüşler. Ben kendimi kaybetmişim. Zorla beni arabaya bindirip hastaneye getirmişler. Doktor beni Eskişehir’e havale etmiş. Hiçbir yerim tutmuyordu. Orada 10 gün tedavi gördükten sonra iyi oldum. Bu olaydan sonra beni mezarlıktan aldılar ve temizlik işine verdiler.

   TEMİZLİK İŞİNDE KAÇ YIL ÇALIŞTINIZ?

   17 sene çalıştım. Temizlik işinde benle birlikte 17 kişi vardı. Belediyenin atları vardı. İlk zamanlar çöpleri iki tekerli at arabası ile toplardık. Nöbet geldiği zaman atların başında gece nöbet tutar; yemini suyunu verirdik. Gündüz ise temizlik işlerine bakardık. Gece dörtte kalkar: “Kâbe’de okundu!” diye sabah namazımı kılar; gün ışıyıncaya kadar çarşının temizliğini bitirirdim. Sonra mahallelere girer; akşam ezanına kadar çalışırdık.

   UNUTAMADIĞINIZ HATIRA VAR MI?

   2002 yılında, Emirdağ’ında bulunan kızıma ziyarete gitmiştik. Akşamdan sonra yatsı namazını Çarşı Camii’nde kılmak için çıktım. Gece karanlıktı. Kaldırımdan yürürken arkamdan gelen kamyonet bana çarptı. Çarpıldığım yer, doktorun kapısının önüymüş. Doktor hemen bana müdahale ederek Afyon’a sevk etmiş. Afyon’da bir ay hastanede yattım ve kafama 43 dikiş atıldı. Bana çarpan kişi de 1 ay hapiste yattıktan sonra çıktı. Öldürmeyen Allah öldürmüyor.

   MEZAR TAŞI YAZILARINDAN AKLINIZDA KALAN VAR MI?

   Peygamberimiz:“Kabirleri ziyaret edin; size ölümü hatırlatır.” buyuruyor. Mezarları ziyaret etmek lâzım. Onlar bizden Fatiha bekliyorlar. İlginç mezar taşları vardır. “Cennet-i âlâ’ya girdim sanırım./ Bir şehit mezarı gördüğüm zaman.” Belediye mezarlığında al bayrağımız altında yatan, şehitlerimiz Ali Duman ve Uğur Borazan var. Trafik kazasında 16 yaşında vefat eden bir delikanlımızın mezar taşında: " Kara toprak artık sevgilim sensin; / Üzerimde yeşil çimenler yetişsin." yazılarak, dünyaya doyamadan gittiği belirtiliyor. 18 yaşında, muradına eremeden ölen bir genç kızımız için: "Çeyiz sandığımı açamadım; / Dünyada muradımı alamadım; / Derdime çare bulamadım." denilmektedir.         .   Hanımı öldüğünde onun mezar taşına "Canım, yattığın yer yağdan yumuşak olsun. / Cennet ehli yoldaşın olsun." sözlerini yazdıran kişinin, sevgisi ortaya çıkmaktadır.

   DDT'ci Abdullah’ın, eşinin mezar taşına yazdırdıkları bir hayat hikayesinin özetidir:

"Adı Binnaz idi. / Cahil, yazı bilmez idi. / Derdi büyük bilinmedi. / Hastalığı şeker idi, / Çoktan beri çeker idi. / Yağmurlu bir gün idi. / Su selâsı verilirken, / Cerayanlar yok idi. / Fakat cemaat çok idi. / Kızı Almanya'dan gelemedi, / Oğlan kardeşlerini göremedi, / Muradına eremedi. / Doktorlar çare bulamadı. / Afyon hastanesine gitti, / Orada işi bitti. /Cankurtaran ile getirdik, / Yıkadık kefenledik, / Yerine yatırdık.

   Ey merhametliler merhametlisi Rabbimiz! Bizleri rahmetinle yargıla! Elimizi Kur’an’sız, gönlümüzü imansız, kulağımızı ezansız, bedenimizi vatansız bırakma!

   Bütün geçmişlerimizin ruhları şâd; mekanları cennet osun. Ruhlarına El Fatiha…