ÖMER EYİDOĞAN

 

  Zabıta Amiri Omar Çavuş…Yaşayan en yaşlı belediye emeklilerinden … Doksan yaşında…Terzi çıraklığı yaptı, çobanlık yaptı, kahvecilik yaptı. Asker dönüşü ise, belediyeye memur olarak girip; zabıta amirliği yaptı.

   Ömer Eyidoğan, uzun boylu, sakallı, hafif esmer, biraz kilolu birisi…Yürürken yanlara sallanarak yürür. Her şeyi dert etmeyen rahat bir kişidir. Fazla bağırmadan, sessiz ve yavaş konuşur. Hoşgörülüdür ve kimseyi kırmaz. Yaşına rağmen dinç ve sağlıklıdır. 1989’da hacca gitti.

   HAYATINIZI ANLATIR MISINIZ?

   1925 Yılında Bolvadin’in Hastane Mahallesi Pepeler Oymağı’nda dünyaya gelmişim. Babamın adı Mahmut…Kahvehane işletirdi. İkisi kız; dördü oğlan, altı kardeşiz…En büyükleri benim…İkincisi Mehmet, cami süsleme sanatkarı idi, vefat etti. Onun küçüğü Ahmet, Avrupa’da çalıştı, emekli oldu. Mustafa ise, okulda memurdu, emekli oldu. İlkokulu bitirdikten sonra, burada ortaokul olmadığı için okuyamadım.

   GENÇLİK YILLARINIZ NASIL GEÇTİ?

   İlkokuldan sonra babam beni, Terzi Hasan Gemici’nin yanına çırak olarak verdi. Sultandağı’nda ortakta 200 koyunumuz vardı. Ortakçı ayrılınca babam benim gütmem için terzi çıraklığından ayırdı ve çoban yaptı. Askerlik vaktim gelinceye kadar koyunlarımızı güttüm.

   KAÇ AY ASKERLİK YAPTINIZ?

   Benden bir yaş büyük olanlar 47 ay olarak yaptı. Ben ise 36 ay olarak yaptım. O zaman ormancı yoktu. Ormanların korunması askere aitti. Ben de Bolu’da ‘orman askeri’ olarak görev yaptım. Bu görev askerden alınıp, Orman Bakanlığı’na verilince; beni Erzurum’un Hınıs İlçesine, şubeye yazıcı çavuş olarak verdiler, askerliğimi burada bitirdim.

   BELEDİYEYE NE ZAMAN GİRDİNİZ?

   1949 Yılında devlet, askerliğini çavuş olarak yapanları mülakatla polis olarak alıyordu. Abdülkadir Leylek ile birlikte müracaat edip, sınava girdik. Sınavı kazandıktan sonra elimize evrakları verdiler ve İstanbul Yıldız’da sekiz ay kurs görmemiz için bizi gönderdiler. Babamın elini öpmek için kahvehaneye gittim. Belediye Başkanı Hasan Türkmen bizim kahveye nargile içmeye gelirdi. Babamın ve onun elini öptüm. Hasan Türkmen: “Nereye gidiyorsun?” dedi. “Polis oldum, kursa gidiyorum.” dedim. O da: “Gurbet sana zor gelir, gel seni belediyeye zabıta olarak alayım.” dedi. Benim hoşuma gitti ve kabul ettim. Arkadaşım polisliğe gitti, tayini Van’a çıktı. Orada Van Gölü’nde balık avlarken bir kaza sonucu vefat etti… Böylece belediyeye girdim. 1950’ de Kâzım Yüksel belediye başkanı olunca; siyasi yönden baskı oldu, ben de istifa ettim. Daha sonra Hasan Türkmen yeniden reis seçilince bizi tekrar işe aldı. 1977 yılına kadar zabıta ve zabıta amiri olarak görev yaptım.

   1948 Yılında evlendim. Hanımımı hiç görmeden evlendim. O zamanki âdetler öyleydi. Nişanlımı görebilir miyim, umuduyla bisikletimle mahallelerinden geçince olay olmuş. Mahalleli dedikodu yapmış. Dört kız, bir oğlan beş çocuğum var. Oğlum Oğuz, astsubay emeklisi… 17 torunum var, torunlarımdan beşinin adı “Ömer”dir…Bir de evlatlık oğlum var.

   NE ZAMAN EVLAT EDİNDİNİZ?

   Evimiz Cirit İlkokulu’nun karşısında… Bundan otuz sene önce, yetiştirme yurdunun öğrencileri de bu okula gelirlerdi. Okul yaşı daha gelmemiş çocuğun birisi, ağabeyiyle okula gelir; ağabeysi okuldan çıkasıya bahçede beklermiş. Yağmurlu soğuk bir havada gene beklerken; bu, benim hanımın dikkatini çekmiş. Çocuğu çağırıp adını sormuş ve eve almış. Daha sonraki günlerde çocuk hep bize gelmeye başladı. Belli zaman geçince çocuk: “Yurda gitmeyeceğim!” diye ağlamaya başladı. Rahmetlik hanım: “Ben bu çocuğu göndermem!” deyince, koruyucu aile olarak çocuğu yanımıza aldık. Kendi evlatlarımızdan hiç ayrı tutmadan büyüttük. İlkokulu, ortaokulu ve liseyi bitittirdik. Askerliğini yaptıktan sonra, Çevre Bakanlığı’na memur olarak girdi. Evlendirdim ve gelinim de iki sene bizim yanımızda kaldı. Sonra Ankara’ya taşındılar. İrtibatımız hiç kesilmedi, devamlı ziyaretime gelip giderler.

   Bir iyilik yaptıktan sonra Allah karşılığını veriyor. O çocuk sayesinde ölümden döndük. Çocuğu ilk aldığımız yıllardı… Şubatın yirmi sekizi idi...Hava çok soğuktu… Sobalı evimizde gece yarısı dalgın bir şekilde uyurken, Ercan beni uyandırdı. Uyandığımda her taraf duman içinde idi. Soba tütmüş, hepimiz dumandan zehirleniyormuşuz, o çocuk bizi uyandırmıştı. Kalkıp hemen kendimizi sokağa attık. Onun sayesinde ölümden döndük.

   ZABITANIN GÖREVLERİ NELERDİR?

   Ogün için belediye zabıtası her şeyden sorumlu idi. Park-bahçe işleri, temizlik işleri, itfaiye hep bize aitti. İlk zabıta olduğum yıllarda kahvehanelere gider; oradakilerin yakalarını kontrol edip; bit muayenesi yapardık. Fakirlik var, sabun yok, deterjanın adı bilinmiyor. Sokak temizlik işleri, belediyenin beş adet atlı arabasıyla yapılırdı. Hanlar oteller, kahvehaneler, fırınlar, lokantalar, kabristan, çeşmeler, sokak temizliği bize aitti. Bazı kadınlar çeşmelerin yalağında değil de, su akan yerde çocuk bezlerini yıkarlardı. Ona engel olurduk. Eskiden tuvalet kültürü, yokluk yüzünden fazla gelişmemişti. Çok kişinin tuvaleti avlusunda olurdu. Kanalizasyon olmadığından pislikler bir kapla getirilip; şehrin ortasından geçen selliğe dökülürdü. Belediye ilacını verir, Sıtma Savaş Memuru Külcünün Mehmet; Tifo mikrobu yayılmasın diye, sellikleri ilaçlardı. Mahallede kadın kavgaları da çok olurdu. Bizim sokağın adının “Cengaverler Sokak” olmasının sebebi; çok kadın kavgasının olmasından dolayıdır.

   Ayrıca berberler usturayı ispirtoya batırıyor mu, diye kontrol ederdik. Şehrin imarında yol çalışmaları yapıldığı sırada çok sıkıntı çektik. Belediyedeki görevimi; kimseyi incitmeden, kırmadan yapmaya çalıştım.