AHMET  BABALIK

   Kunduracı Ahmet…85 yaşında…75 yıl ayakkabı işleriyle uğraştı.  Ayakkabı, mes, potin işlerinde 1 numara…Ayrıca, kunduracılığın yanı sıra; memurluk, bakkallık, ve sakız imalatı da yaptı. 5 yıl öncesine kadar çalışıyordu.  

   Ahmet Babalık; uzun boylu, zayıf denecek kadar ince, beyaz tenli, Ayhan Işık bıyıklı birisi…Yaşına göre genç ve dinçtir…Yürürken  ve çalışırken hızlı hareket eder…Sokakta yürürken yirmi yaşındaki genç arkasından yetişemez. Çok planlı, programlı, disiplinli hareket eder.  Çok temiz ve titizdir. Evindeki çalışma odası çok temiz ve düzenlidir. İkinci evi, evinin arakasındaki bahçesidir. Buraya, çiçek ve çeşitli sebzeler eker, yetiştirir. Her türlü sanata karşı çok merakı vardır. 1945 yılından beri 75 yıldır sigara içmektedir. Doktor-hekim pek bilmez…Boğazına bakar; sofrasından yoğurdu da hiç eksik etmez.

   HAYATINIZI ANLATIR MISINIZ?

   1930 yılında Bolvadin’in Bekirağa Mahallesi’nde dünyaya gelmişim. Babamın adı Hulusi...Dedemin adı da Yakup…Dedem, 17 sene askerlik etmiş, çeşitli cephelerde savaşmış. İngilizce ve Fransızca’yı esir düştüğü yerlerde öğrenmiş... O da, çarık dikerdi. Rüstempaşa Hamamı’nın kadınlar girişinin olduğu sokak, boydan boya yemenici ve eskici dükkanları idi. Babam da burada yemenicilik ve eskicilik yapardı. Üç kardeşin en büyükleri benim…Benim küçüğüm Mevlüt, kırtasiye ve gazetecilik yaptı. Onun küçüğü Hüseyin, berberdi vefat etti. 8 yaşına geldiğimde, babam diş etlerindeki rahatsızlık dolayısıyla Afyon hastanesine gitti, orada işi bitti. Oradaki Ermeni doktor, yaşlıları tedavi ediyor, gençleri de öldürüyormuş. 62 kişiyi öldürmüş. Babamı da onun  öldürdüğünü tahmin ediyorum. Sonra o doktorun foyası ortaya çıkınca, o da işkenceyle öldürüldü. Anam da, kanaviçe işler; çocuk okuturdu.

   OKULA GİTTİNİZ Mİ?

   İlkokulu bitirdikten sonra Saadettin Tabak dayım, beni ortaokula yazdırdı fakat, sanata olan merakım yüzünden ayrıldım. Cebbebenin Musrafa Jurnal’ın yanında ve Akçakoyunlar’ın Battal Karakoyun’un yanında sanatımı öğrendim. Daha sonra Süleyman Tabak dayım beni yanına aldı onunla kunduracılık yaptım. Uşaklının Tahsin, Kötte Halil’n kalfası idi. Ayrılıp dükkan açınca onun yanında çalışmaya başladım. 18 yaşına gelince, Hacı Ata’nın Han’ın yanında oda tuttum, orada esnafa kundura dikmeye başladım.

   Boş kaldığımda Köse Mehmet’le birlikte eşeğe malzemeleri yükler; Çay’ın, Sultandağı’nın Emirdağı’nı köylerini yayan dolaşır; eskicilik yapardık. Pek para veren olmazdı. Genellikle buğday verirlerdi. İki ay evimize hiç gelmezdik. Anam, geldiğimde üç buçuk kile buğdayı görünce çok sevinirdi. Onun çok duasını aldım.

   ASKERDE NE YAPTINIZ?

   Askerliğimi Ankara ve Erzurum’da Çarıkçının Hacı Ali ile birlikte yaptım. Parasız kalınca; bir iş yapmalıyım, dedim. Askeriyenin yanında hayvan otlatıyorlardı. O hayvanların kuyruğunun uçlarında biraz kıl kesip, ayakkabı boya fırçası yaptım. Marangozhanede bir de sandık yaptım. Memlekete izne gideceklerin ve çarşı iznine çıkacakların ayakkabılarını boyayarak harçlığımı çıkardım. O gün için belediye, babası olmayıp askerlik yapanlara on iki buçuk lira maaş veriyordu. Anam da onun on lirasını bana gönderiyordu. Anama:“Bana para gönderme, param var.” dedim. Ayrıca telsizci olduğum için tamirden anlıyordum. Dışarıdan siviller radyo tamiri için komutana bozuk radyoları verirlerdi. Onları tamir ederdim, komutan da bana harçlık verirdi. Böylece cebim hiç harçlıksız kalmadı.

   ASKERDEN GELİNCE NE YAPTINIZ?

   Bozkurt Lastik Fabrikası’na kesimci olarak girdim. Maaşım yüksekti. Buraya girdiğimin ikinci senesinde komşumuz olan Aşkarın Mehmet: “Oğlum, buraya İş Bankası açılacak, oraya girer misin?” dedi. Ben de: “Sen bilirsin hacı emmi.” dedim. O da Hancılar’ın Mustafa ile birlikte beni bankaya memur olarak koydu. Orada işler kolay değildi. Dönüşümlü gece nöbeti vardı. Müdür, benim görevim olmayan işleri de yaptırıyordu.

  Bir gece nöbet tutarken saat on iki’yi geçmişti, dışarıda diz boyu kar vardı. Müdürden telefon geldi. Oğlu Haluk’a çikolata getirmemi istiyordu. Ben götürmedim. Ertesi gün benim eksiklerimi aramaya başladı. Bu arada bir yazı geldi. Bankada yükselmek için lise mezunu olunması gerekiyordu. Bu olumsuz şartlar olunca, Hancılar’ın Mustafa ile istifa ettik. O maliyeye girdi; ben de Kunduracı Tezlinin Muzaffer’in yanına, haftalığı 75 liraya girdim. Aylığım 300 liraya geliyordu. Memur maaşları düşüktü. Bankada ise ayda 85 lira alıyordum. Sonra kendim kunduracı dükkanı açtım; iki sene çalıştırdıktan sonra, Tahtalı Camii’nin karşısına bakkal dükkanı açıp, sekiz sene de burayı işlettim. Bunların yanı sıra ayakkabı dikimini hiç bırakmadım. Bankada iken evlendim. İki kızım; üç oğlum var. Büyük oğlum Cengiz memurdu emekli oldu. İkinci oğlum Hulusi Bodrum’da marangozluk yapıyor. En küçük oğlum Recai ise, Bozüyük’de tuhafiye işletiyor.

   BAŞKA NE İŞ YAPTINIZ?

   Aşkar Oteli’ne yabancılar gelip sakız yapıyorlardı. Bu mesleğe de merak sardım. İşletmeci Ali Saban‘a, sakızcılar geldiklerinde haber etmesini söyledim. Sakızcılar gelince nasıl yaptıklarına bakarak öğrendim. Bunlar gece sakız yapıyorlar; ertesi gün bakkallara toptan veriyorlardı. Ekmekçinin Hacı Ahmet’ten parafin ve jiklet mayası aldım. Bunları kaynatarak sakız haline getirdim. İlk denemede şişmedi. Sonra deneye deneye iyi şişen sakız yaptım. Bu sakızlar suyun içinde dururdu. Sakızları paketler halinde toptancılara ve bakkallara sattım. 1970 Yıllarında ambalajlı sakızlar çıkınca benim işim bozuldu. Ben de, Çarşı Camii’nin yanına hazır ayakkabı dükkanı açtım. Burayı üç sene çalıştırdıktan sonra, veresiye yüzünden kapattım. 1980’de ise, belediyenin altından dükkan alıp, burada kundura dikmeye başladım.

   O GÜN İÇİN NE TÜR AYAKKABILAR VARDI?

   Ben çocukken genellikle sade tabaklanmış deriden “Gön çarık” yapılırdı. Sonra altı çıkma kamyon lastiğinden yapılan “Lastik Çarık” yapıldı. Ayrıca hafif kaba ayakkabı olan “yemeni” de yapılırdı. Bunun yanı sıra maddi durumu daha iyi olanlar. “topuklu mes, kundura, potin” diktirirlerdi. Bir kız gelin olacaksa, ziynet eşyası alınmadan önce mutlaka “gelin mesi” ölçüsü aldırılırdı. Gelin meslerinin önünü ve yanlarını değişik figürlerle süslerdik. Bazıları, yürürken ses çıkarsın diye “cayırdaklı mes” isterlerdi. O zamanlar büyük-küçük herkes mes giyerdi. Benim diktiğim mesi 10 sene giyenler var.

   MESLEĞİ NE ZAMAN BIRAKTINIZ?

   Bu güne kadar mesleğimi severek yaptım. Temiz iş yaptım ve dürüst çalıştım. Allah’a dua ederken “Ya Rabbi!...Bana sağlık ve ömür verirsen, 80 yaşıma kadar bu işi yapacağım.” dedim. Allah da bu duamı kabul etmiş. 80 yaşıma girdiğim gün, Cenab-ı Hakk’a verdiğim sözü tutarak işi bıraktım. Şimdi bile mes diktirmeye gelen çok oluyor. Hâlâ benim elime orak-tırpan veriyorlar şu tarlayı biçiver, diye…Benden geçti…Onlara: “Bir daha geldiğimde mesinizi dikeyim.” diyorum. Önce şaşırıyorlar; sonra gülerek gidiyorlar.  

  ÇOCUKKEN SIKINTI ÇEKTİNİZ Mİ?

   Biz yetim büyüdük. Çok zor şartlardan geçtik. Benim, sinemaya da merakım vardı. Birgün kartondan Hacivat- Karagöz yaptım. Çoğulunun Mehmet Kolbüken’le birlikte onların fırının boş odasında, parasıyla çocuklara karagöz oynatmaya karar verdik. Evden, anam görmeden beyaz canfır ve sofra örtülerini aldım gittim. Canfırı gerdim, yanlarına da sofra mendillerini karanlık olsun diye tuttum. Mum yaktım. Onun gölgesinde Karagöz oynatıp seslendirmeye başladım. Sonra seyircilerin oturması için tezekleri sıraladım. İçeriye 1 Kuruşa, 2 kuruşa seyirci çocukları aldım. O zaman Tacettin Gölgeci adında bir kişi ilk sinemayı açmıştı. Ben de kovboy filmini çok severdim. Karagöz oyunundan kazandığım parayla akşamları 15 Kuruş vererek sinemaya giderdim.

   SİGARAYI NEDEN BIRAKAMADINIZ?

   Bıraktım…Sabahleyin bıraktım, ikindileyin yeniden başladım. Makinede dikişleri dikemeyince yeniden başladım. Bu artık benim dostum oldu, hiç şikayetim yok. Ben mi çıkarttım bunu? Devlet çıkartmasaydı!.. İçen de ölüyor, içmeyen de ölüyor. Bunları derken sigarayı övmüş olmayayım. Gençler alışmasınlar. Şimdiki gençlere acıyorum. Anadan-babadan yüzü bulmuşlar, hazırda yiyip, huzurda yatıyorlar. İleriyi düşünmüyorlar, hayatı öğrenmiyorlar, hayat bir mücadeledir. Çalışmak araştırmak lazım. Gençlere tavsiyem; ne iş yapacaklarsa ciddiye alsınlar, önlerine çıkan problemleri ciddiye almasınlar. Her şeyi kafasına takmasınlar. Ben bugüne kadar bankaya-çankaya girmedim. Bu güne kadar da, iki elimi başımın arasına almadım…Aldın mı kötü…