OSMAN YENİ

   Yenihüseyinlerin Osman…Seksen üç yaşında…Çocukluğundan beri çarşıda yetişmiş bir esnaf ve esnaf çocuğu…Yıllardır züccaciye, bakkaliye işleriyle uğraştı.

   Osman Yeni, normal boyda, sakalı ve gözlüğü olan birisi… Bir yere yetişecekmiş gibi hızlı hızlı yürür. Çarşı esnafı tarafından sevilir. Çarşıda yürürken eş-dost buna takılırlar. O da onlara gereken cevabı verir. Çocukken başlamış olduğu sigarayı, altı sene önce bırakmıştır. Sigara içtiğine çok pişmandır. Gözü ve kulağı gençlik yıllarındaki kadar hassastır. Gençlik yıllarını özler. Gençlik yıllarındaki fotoğraflarını göstererek: “Nasıl, yumurta gibiymişim değil mi?” diye sorar.

   Osman Yeni’yi, soğukta çarşıya çıkamadığı için evinde ziyaret ettim. Çok misafirperver davrandı. Esnaflıktan kalan temiz ve düzenliliği, evine de yansımış. Her taraf aşırı derecede temiz ve düzenli. Odaların her tarafını çiçeklerle süslemiş. Büyük bir sabır ve vefa örneği göstererek; on yılı aşkındır yatalak olan hanımına bakıyor. Herkesin imtihanı farklı farklı…Ona bakmakta en ufak bir bıkkınlık göstermiyor. Bir annenin bebeğine gösterdiği ilgiden daha fazlasını gösteriyor. Çocukları da, anne ve babasını hiç boş bırakmıyorlar, devamlı ilgileniyorlar. Evi kaloriferli sıcacık olduğu halde, ayrıca soba da kurmuş. Sebebini sorduğumda: “Kaloriferler yanmayıverirse hemen onu yakacağım, yoksa hanım üşür.” diyor. Bu kadar da tedbirli hareket ediyor. Kışın evinin sıcak olduğunu; yazın ise “Emirdağ yaylası gibi” olduğunu belirtiyor.

   HAYATINIZI ANLATIR MISINIZ?

   1932 yılında Bolvadin’de Yenice Mahallesi’nde dünyaya gelmişim. Babamın adı Mehmet Tevfik…Çarşıda esnaftı. Babamın aktariye; yani: İğne, iplik, baharat, zarf, kağıt, kına, güzel kokuların satıldığı; bugünkü adıyla “1001 çeşit” dediğimiz dükkanı vardı. Üç kız, iki oğlan olmak üzere toplam beş kardeşiz. Rahmetli Veli ağabeyim benden 6 yaş daha büyüktü. Okumayı çok severdi.

   İlkokulu Akçeşme İlkokulu’nda, Yılmaz Öğretmende okudum. Okul tatillerinde, babam beni Terzi Şükrü Karanfil’e çırak vermişti. Oraya giderdim. Babamın yıkılan adadaki tuvaletin yanında dükkanı vardı. Musa amcamla birlikte ortak işletirlerdi. Ben on beş yaşındayken, Çarşı Camii’nin karşısından yer satın aldık. Durduğumuz dükkanın tam karşısına düşüyordu. Orayı yeniden dükkan yaptık. Burada helvacılık köftecilik yaptık. Helvacılık yaparken ekmeği ve pideyi rahmetli deden, Ekmekçi Şavkı Usta’dan alırdık. Askerlik vaktim gelinceye kadar dükkanımızda çalıştım. Askerliğimi İstanbul Küçükçekmece’de yaptım. Herkesi yazıcı etmezlerdi, beni yazıcı çavuşu yaptılar. Çok rahattım. O zaman jandarma 30 ay; diğerleri 24 ay yapardı. Ben 24 ay yaptım.

   Askerden gelince evlendim. Benim arkadaşlardan Ramazan Karyağdı, Hasan Hüseyin Pektaş ve ben aynı gün doğmuşuz. Aynı hafta düğünümüz oldu, çocuklarımız da aynı hafta dünyaya geldi. Bu da Allah’ın bir takdiri…Zaman içerisinde beş çocuğum oldu. Bir tanesi kız; diğerleri oğlan… Çocuklarım: Tevfik, Ömer, Mehmet, Necmi ve Şerafet’tir. Şerafet öğretmen, diğer çocuklarım esnaflıkla uğraşıyorlar. Hepsi de anasına babasına bağlı, saygılı çocuklardır.

   Dükkanı ağabeyim Veli ile çalıştırdık. Babam bize pek karışmazdı. 1972’ de vefat etti. Ağabeyime karşı çok saygılıydım. Her dediğini yapardım. Kahve, kağıt, oyun bilmem... İşimden evime; evimden işime giderim. Uzun süre züccaciye dükkanı olarak çalıştırdık. O gün için zücaciyeci; biz, Ekrem Pektaş ve Azmi Pektaş vardı. Daha sonra bakkaliye olarak çalışmaya başladık. Günlerimiz böyle geçti.

   ESKİ HATIRALARINIZDAN BAHSEDER MİSİNİZ?

   Eskiden yokluk vardı. Zengin de yok gibi yaşardı. Üste- başa pek önem verilmezdi. Yamalıklı elbise giymeyen neredeyse yok gibiydi. 1942 yılında, İkinci Dünya Savaşı yıllarında kıtlık baş gösterdi. Ekmeği, günlük karneyle sayılı alırdık. Un olmadığı için arpa unundan ekmeği yediğimi bilirim. Gece olunca düşman uçakları ışığı görüp bombalamasın diye, pencerelere kilim tutardık. Işığı görünen eve sabahleyin ceza yazarlardı.

      İnönü (Fatih Sultan Mehmet) İlkokulu’nun ve karşısındaki Özel İdare binasına ait olan binanın olduğu yer mezarlıktı. Buralara, halkın karşılıksız gücü ile okul ve kaymakamlık evi yapıldı. Memleketimizde doğru-dürüst bir park yoktu. 1954 yılında Süleyman Kabadayı’nın reisliği sırasında Turizm Bakanı Bolvadin’e geldi. Ziraat yüksek Mühendisi Alaattin Gümüş, Teknisyen Abdürrahim Gümüş;  Horan Parkı için hazırlanan planı reisle birlikte bakana gösterdiler, o da kabul etti. Böylece memleketimiz güzel bir park yeri kazandı.

   GENÇLİĞİNİZDE SIKINTILAR ÇOK MUYDU?

   Şimdiki durumlara göre sıkıntılar çoktu. 1939 yılından önce elektrik yoktu. Herkes kandil veya gaz lambasıyla aydınlanıyordu. Sokak köşelerine ve Ramazan’da minarelere kandiller yakılırdı. Akşam olunca evlerde iki-üç saat gaz lambası yanar; sonra söndürülüp erkenden yatılırdı. Hasan GEMİCİ zamanında şu anki TEDAŞ binasının olduğu yere elektrik santralı yapıldı. Motorlar mazotla çalıştırılıp elektrik üretilirdi. Akşam saat 8.00’de elektrikler verilir; 12.00’de kesilirdi. Yalnız, fakirlik vardı herkes evine, dükkanına elektriği hemen alamadı; zamanla alabildi. Biz, belki on sene sonra alabildik. O zaman, Terzi Şükrü Karanfil’in yanında çalışıyordum. Ustam dükkana ilk elektriği alanlardandı. Hacı Ata’nın Han’ın girişinde dükkanı vardı. Elektrik bağlanınca dükkan pırıl pırıl oldu. Her gelen geçen bakardı. Elektrik santralini Alman mühendisler kurdu. Direkleri Alman işçiler diktiler. Sokak lambaları takıldı, sokaklar aydınlandı.

   SOSYAL FAALİYETLER NASILDI?

   Televizyonun adı bile bilinmiyordu. Radyolar bugünkü televizyon büyüklüğünde idi. Radyo ise, sadece iki yerde vardı: Birincisi Bolvadin Halkevi’nde; ikincisi Şoför Gani Boyacı’nın evinde idi. Aküyle çalışırdı. Belli saatlerde yayın yapardı. Haberler verileceği zaman radyolar kapının önüne çıkarılırdı. Halk buraya toplanırdı. Sanki miting alanı gibi olurdu. Bazı saf kişiler de radyonun içinde cüce bir adam var, o konuşuyor zannederlerdi.

   Bolvadin, Sosyal faaliyet olarak ileri düzeyde idi. Şimdiki çarşıdaki Doğruer Marketin olduğu yerde “Bizim Sinema” adı altında sineme vardı. Akşehirli Tacettin Gölgeci işletirdi. İlk zamanlar sessiz film oynatırdı. Daha sonra adı “Zafer Sineması” diye değişti. Tiyatro çok gelirdi. Bazen üç ayrı yerde perde açılırdı. Komşu ilçelerin hiçbirinde bunlar yoktu. İsmail Dümbüllü, Hacer Buluş gelirdi. İçerisi dolardı. Gavurlar Harmanyeri’nin arka kısımları üzüm bağlarıyla doluydu. O zaman Bolvadin’de bu yüzden pekmezci çoktu.

   “YENİHÜSEYİNLER” LAKABI NEREDEN GELİYOR?

   Babamın adı Mehmet Tevfik…Onun babasını adı Hüseyin…Hüseyin dedem, Konya’nın Gencek Kasabası’nda ikamet ederken, Bolvadin’e gelip Yenice Mahallesi’ne yerleşiyor. Mahallede “Hüseyin” isimli kişi çok olduğundan; komşuları diğer Hüseyinlerden ayırt etmek için, dedemgil yeni geldiğinden dolayı “Yeni Hüseyin” diyorlar. Böylece bu lakap yayılıyor. Şu anda Gencek Kasabası’nda diğer akrabalarımız ikamet etmektedir.

   BİR GÜNÜNÜZ NASIL GEÇİYOR?

   Sabahleyin saat 08’de kalkarım. Hanımın kahvaltısını yaptırdıktan sonra, kendi kahvaltımı yaparım. Günlük ibadetlerimi yaparım. Hava iyi olursa çarşıya gider; çocuklarımın iş yerlerinde biraz otururum. Onlara namuslu dürüst ve çalışkan olmaları yolunda tavsiyelerde bulunurum. Onlar da bu yoldan hiç ayrılmazlar. Çarşıda, eşe- dosta biraz takıldıktan sonra evin ihtiyaçlarını alıp evime gelirim. Çarşıya çıkmadığım günler evde televizyona bakarım. Bazen efkar basarsa kalkar, oynak hava çıkan müzik kanallarını açıp iki gırarım… Efkar dağıtırım... Gece, gelmişlerimizin geçmişlerimizin ruhlarına okuyup 12’de veya 01’de yatarım.

   GENÇLERE TAVSİYELERİNİZ NELERDİR?

   Şimdiki gençlere pek bir şey denmiyor. Gene de ben, her şeyden önce büyüklerine saygıda kusur etmemelerini tavsiye ederim. Helalinden kazansınlar, çalışkan olsunlar, birbirleriyle iyi geçinsinler. Gızı- gısırağı kafaya takıp derslerini ihmal etmesinler.