OSMAN HUYUGÜZEL

 

   Tenekeci Osman…Seksen beş yaşında…Tenekecilik, camcılık, çorap örgü işleri yaptı. Çatı saçaklarına oluk taktı. Oluk takarken bazen damdan düştüğü de oldu.

   Osman Huyugüzel; kısa boylu, soyadı gibi güzel huylu, tıknaz, yakın zamana kadar kalın camlı gözlük takan; göz ameliyatından sonra gözlüğünü hatıra olarak saklayan sakallı birisi…Yürürken, metal bastonun çıkardığı sese ayak uydurarak yürür. Hatırnaz, hoşsohbet, konuşması düzgün olup; ağzından kötü laf çıkarmamaya dikkat eder. Kendisi ve çocukları ağızlarına hiç sigara sürmemişlerdir. İnsan-ı kâmil, dîni bütün bir insandır.

   HAYATINIZI ANLATIR MISINIZ?

   1930 yılında Bolvadin’in İmaret Mahallesi’nde dünyaya gelmişim. Babamın adı Ahmet… Yıkılan adada mülkü bize ait küçük bir dükkanımız vardı, orada tenekecilik yapardı. Bir tane kız kardeşim var… İlkokulu ilk üç sene Bahçe İlkokulu’nda, sonra Akçeşme ve İnönü Okullarında okudum. Bolvadin’de o zaman ortaokul yoktu. Bazı aileler çocuklarını Afyon’a gönderiyorlardı. Okulu bitirince babam: “Oğlum sana üç seçenek sunuyorum. Okuyacaksan Afyon’a göndereceğim. Okumayacaksan ayakkabı imalatçısına veya terziye çırak vereceğim.” dedi. Ben de: “Okumayacağım, beni ayakkabıcıya çırak ver.” dedim. Babam da beni, dayım ayakkabıcı Mehmet Özkaldı’ya çırak verdi. Orada üç-dört sene çalıştım. Çırak çok olduğunda dolayı sanatı öğrenemedim. Sonra, ileride ben bu sanatı yaparsam malzemeleri nasıl alacağım, dedim. Çünkü maddi gücümüz yoktu. Bir de çalıştığımın karşılığını alamıyordum. Başka dükkanlardaki çıraklar haftada on beş lira alırken; ben iki buçuk lira alıyordum. Babama: “Baba, ben burada ekmeği yanında zeytin silkiyorum, parayı az veriyor; bir şey de öğrenemedim.” dedim. Babam kızdı, kabul etmedi. Sonra babamı ikna ettim, kendi dükkanımız küçük de olsa orada çalışmaya başladım. Annem dizlerinden rahatsızdı, evde yardım edecek kimse de olmadığından, askerlikten önce beni evlendirdiler. Askere kadar babamla birlikte çalıştık. Askerliğimi İstanbul Topkapı’da piyade olarak yaptım. Acemi birliğinden sonra orada soba imalatı yapıp, askerliğimi tamamladım. Biri kız; beş çocuğum var. Oğlum Hasan, Ankara’da vergi dairesinde çalışıyor. Hamdi, emekli öğretmen Akşehir’de oturuyor. Mustafa memuriyetten emekli oldu, Ankara’da emlakçılık yapıyor. Uğur ise, Ankara’da Bağ-Kur’da çalışıyor.

   ASKERDEN GELİNCE NELER YAPTINIZ?

   Askerden gelince babamla birlikte iki sene çalıştık. Sonra gözümde problem oldu. O zamanki kaymakamın hanımı göz doktoruydu. Kaymakamlık evinin bir odasında hastaları muayene ediyordu. Ona muayene oldum. Bana : “Sen bu mesleği değiştir, gözüne zarar veriyor!” dedi. Ben de babama, yaptığımız mesleği değiştireceğimi söyledim. Babam çok kızdı. “Yürü! Kafana göre meslek bul!” deyip beni dükkandan transfer etti. Dükkandan ayrılınca iş aradım. Ablamın kocası, eniştem Abdullah Kardeş’in çorap örme makinesi vardı, pamuktan çorap örerdi. İşini boşlamıştı. O makineyi satın alıp, İmaret Camisinin arkasına düşen tarafa dükkan açtım. Çorapları örüp diğer ilçelere toptan veriyordum. Ayrıca burada un da sattım. Bu mesleği sekiz sene yaptıktan sonra bırakıp, İmaret Mahallesi’ndeki evimizin altına tenekeci dükkanı açtım. Burada da iki sene çalıştıktan sonra, Basri PEKTAŞ ve Hasan BURUN (Topal Hasan) la birlikte “Üçel Birlik” adını verdiğimiz bir dükkan açtık. Müteahhit işi yaptık. 227 adet yapılan Müslümana Evleri’nin baca kenarlarının tenekelerini: “Lorunan lavaş, bu işler olur yavaş yavaş.” deyip, iki senede tamamladık. Bu ortaklığa; hiç birbirimizi kırmadan on yedi sene devam ettik. Ayrılınca, Demirciler İçi’nde ve daha sonra da Cılkların Geyikli Çeşme’nin karşısına dükkan açtım. Buralarda uzun süre çalıştım. 1995 yılında kendimi emekli edip, çalışmayı bıraktım.

   SANATINIZIN ÜRÜNLERİ NELERDİR?

   Tenekeden pek çok ürün imal ediyorduk. Evlerin saçak oluklarını ve baca kenarı tenekelerini yapardık. Ogün için tüplü ocaklar olmadığından dolayı, gazyağıyla çalışan gazocağı (islim) tamiri yapardık. İbrik, kandil, saat muhafazası, hediye kutusu, Boğazlı süt tenekesi, kaymak taşıma camekanı yapardık. Ayrıca pencerelere cam takardık. Yaz geldiği zaman işlerimiz çok olurdu. Peynir tenekesi ve turşu tenekesinin kapaklarını lehimlerdik. Şimdiki gibi hazır turşu ve plastik bidon olmadığı için herkes turşusunu tenekeye kendisi kurardı. Fahri AKALIN’ların dükkanına en az beş yüz teneke turşu tenekesi lehimlerdik. İki ay sonra turşular olunca tenekeler açılır, turşular harmanlanıp tekrar tenekelere doldurulur, biz yeniden lehimlerdik. Bu turşular dışarıya, askeriyeye, özel kuruluşlara gönderilirdi.

   O gün için teneke sanatkarı olarak; İhsan Köseer, Bekir Dede, Basri Pektaş, Emin Köseer, Ahmet Maraş (Mırışın Ahmet), Hasan Burun (Topal Hasan) vardı. Şimdi bazılarının çocukları baba mesleğini devam ettiriyorlar.

   SANATINIZIN ZORLUKLARI NELERDİR?

   Bizim meslekte da mutlaka zorluklar oluyor. Cam kırılacak madde. Dikkatli davranmak gerekiyor. Kırmadan, elini kestirmeden takman gerekiyor. Teneke de elini jilet gibi keser. Oluk takarken damdan düşme riski de vardır. Bir seferinde Ölügızıların evinin oluk inişini takarken ikinci kattan düşüp yaralanmıştım. Bazen de kullanacağın malzeme sıkıntısı baş gösterirdi. 1960 ‘lı yıllarda malzeme azdı; herkese eşit veriliyordu, malzeme sıkıntısı çekiyorduk.

   ESKİ BOLVADİN NASILDI?

   Benim doğduğum ev İmaret Mahallesi’nde idi. Belediye orayı istimlak edip yıktı. Onun yerine, şimdiki Tedaş’ın olduğu yerin arkası belediye parkı idi. Havuz, çay ocağı ve ağaçlar vardı. Herkes pikniğe gelirdi. Bazen tiyatro oynardı. Belediye, oradan bize yer verdi, ev yaptım. Şimdi orada oturuyorum. Komşularım Cömert Kadir ve Derici Mehmet Ali’dir. Bugünkü şartlara göre eskiden sıkıntılarımız daha fazla idi. Evlerde, evli birkaç kardeş birlikte yaşardı. Çocuk çoktu. Kazandığınla kıt-kanaat geçiniyordun. Şimdi şartlar çok iyileşti. Yaşlı olsun, genç olsun, çalışana devamlı iş var.

   ÇOCUKLARINIZIN HEPSİNİ DE OKUTUP MEMUR ETMİŞSİNİZ.

   Ben zamanında okumadım, onun sıkıntısını çok çektim. O yüzden çocuklarımın okuması için çok gayret gösterdim. Ben küçükken dinimizi öğrenme konusunda çeşitli sıkıntılar vardı. Yokluk yüzünden baba, çocuğuyla-çoluğuyla fazla ilgilenemiyordu. Dini terbiye verecek zamanı yoktu. Kendisi de zaten çok fazla bir şey bilmiyordu. Ancak rızkının peşindeydi. Eski gençliğe göre bugünkü gençlik manevi açıdan daha iyi… Dinlerini değişik kaynaklardan öğrenme imkanları fazla… Biz küçükken Elif Cüzü’nü saklayarak hocaya okumaya giderdik. Bir hatıramı anlatayım. İlkokul ikinci sınıfta okurken “Gülsüm” adında bayan öğretmenimiz vardı. Dişli Köyü’ne kocaya varmıştı. Öğretmenimiz birgün beni tahtaya kaldırdı. Elime tebeşiri alınca “Bismillah” demişim. Öğretmen hemen tepki gösterdi. Babamı çağırttırdı. “Oğluna eski yazıyı kim öğretiyor?” diye babama fırça attı.

  ESKİ BAYRAMLAR NASILDI?

  Halkın eğlence imkanları kısıtlı olduğu için, bayramlara ilgi çok fazla olurdu. Dini bayramlar da; milli bayramlar da; çok neşeli geçerdi. Milli bayramlarda hükümet binasının önüne veya Taktakların köşeye “tak” kurulur, çam yapraklarıyla süslenirdi. Bolvadin’in Kurtuluş bayramı daha renkli geçerdi. Çeşitli esnaf gurupları iş malzemeleriyle halkın önünden geçerlerdi. Atlı guruplar geçer, mücadele günleri canlandırılırdı. Gadı Ahmet (Ahmet Koçak) Türk’ün kahramanlığını anlatan nutuklar atardı. Kendisi Rüştiye mezunu idi. Ağzı laf yapardı. Fransızca’sı falan çok güzeldi. Öğretmenlik yapmayıp esnaflığı tercih etmişti. Bir gün Gadı Ahmet nutuk atmak için izin almaya kaymakamın yanına gider. Kaymakam: “Kef’e basmadan konuşacaksan konuş; değilse konuşma!” der. Yani sağa-sola dukundurmadan, zülf-ü yâre dokunmadan, kimseyi rahatsız etmeden konuş, demek istemiş. İnsan yaşadığı müddetçe çok şey görüyor.