NURİ SOLMAZ

 

   Nuri Solmaz…Dişli Köylü Şoför Hacı Nuri… Seksen dört yaşında…Çocuk yaşta Bolvadin’de çalışmaya başladı. Gençlik yıllarında; sütçülük, çiftçilik yaptı. Tamirci Selahattin’in yanında çalıştı. Kamyon ve tankeriyle nakliyecilik yaptı. Daha sonra minibüsüyle hükümetin resmi keşiflerine gitti ve son olarak pikabıyla, PTT’nin işlerinde çalıştı.

   Nuri Ağabey; uzun boylu, yeşil gözlü, kısa beyaz sakalı olan birisi… Güzel ve temiz giyinmeyi sever. Çalışkandır ve herkesi çalışmaya teşvik eder. Konuşmayı sever ve hoşsohbet birisidir. Konuşurken sesini yükselterek konuşur. İyilik yapmayı sever fakat biraz öykecektir. Bolvadinli’yi, Bolvadinli’den daha iyi tanır. Genç yaşta Hac ibadetini yapmıştır. Otuz torunu vardır.

   HAYATINIZI ANLATIR MISINIZ?

   1931 Yılında Dişli Köyü’nde, Keşçinin Hacı Abdullah’ın oğlu olarak dünyaya gelmişim. Dört oğlan, üç kız; yedi kardeşiz. Oğlan kardeşlerimden Ömer bakkaldı vefat etti. Mustafa çiftçiydi o da vefat etti. Mehmet Fahrettin ise başkomser emeklisi… İlkokulu kendi köyümüzde bitirdim. Bir sene ara verdikten sonra, Bolvadin’deki  ortaokula devam ettim. Önce okumak istememiştim.

   Kasım ayı idi. Haşgeş ekecektik. Tarla sürmek için öküzlerle tarlaya gittim. Tarla biraz çamurdu, öküzler ve ben sürmekte zorlandık. Sürerken; saban, öküzün ayağına değdi ve kanattı. Buna çok üzüldüm ve tarlayı bitirmeden köye geldim. Babama: “Beni ortaokula yazdır, okumak istiyorum.” dedim. Köyden, ortaokula sadece Mustafa ÜNAL gidiyordu. Ertesi gün babamla Bolvadin’e gidip Kitapçı Süreyya NESLİOĞLU’nu bulduk ve o benim velim oldu kaydımı yaptırdı. Yeni öğretim yılı açılalı çok olduğu halde, beni kaydettiler.

   ORTAOKUL HAKKINDA BİLGİ VERİR MİSİN?

   Ortaokul; “Bolvadin Ortaokulu” adı altında, 1943 Yılında Belediye Reisi Hasan Türkmen öncülüğünde yapılmaya başlandı; 1945 yılında öğretime açıldı. Bu civarda ortaokul sadece Afyon’da vardı, diğer ilçelerde yoktu. Afyon ve çevresinin ikinci ortaokulu olarak Bolvadin’e açıldı. Ortaokulun olduğu yerde “Nohuttanın Değirmen” vardı. Belediye burayı satın aldı.

   Belediye reisi Hasan Türkmen, burayı imece usülü yaptı. Halktan para toplandı, Öküzü olanlar dağdan taş getirdi. Parası olmaya amelelik etti ve okul kısa zamanda bitirildi. Köylerden de para toplandı. Babam vâriyetli olduğu için 50 lira istendi; babam da verdi. Ne yazık ki, kim hangi akla uyduysa bu binayı yıktı. Çok sağlam okuldu; yeri hâlâ boş duruyor yazık oldu.

   Açıldığı sene, üç sınıf açıldı. İlk müdürü Muharrem ESİRİK idi. Afyon ve çevrelerinden çok öğrenci geldi. Öğrencilerin yarıdan fazlası yabancı idi. Afyon Ortaokulu’nda sınıfta kalan Bolvadinli öğrenciler de burada tekrar okumaya başladı. Aynı sınıftaki öğrencilerin yaş farkı fazlaydı. 11 yaşındaki öğrenci de vardı; 19 yaşındaki öğrenci de vardı. Cumartesi günü öğleye kadar da ders vardı. Cumartesi okul tatil olunca, bulduğumuz at arabası veya eşekle köye gider; pazar günü eşekle bizi Bolvadin’e getirirlerdi.

   YABANCI ÖĞRENCİLER NEREDE KALIRDI?

   Ben ve diğer dışarıdan gelen öğrenciler için, okulun bodrum katını yatakhane ettiler. Okulun inşaatından artan tahtalardan sedir çakmışlar. Köyden; döşşeğimizi, yorganımızı getirip burada yatıyorduk. Öğle olunca yemek için çarşıya gidiyorduk. Kimi lokantadan yiyordu; kimisi helvacıda, pide dahanla karnını doyuruyordu.  Genellikle ben, Lômen’in dükkandan ve Aşcı Ali ALTUNER’in dedesi  Şababın Ali’den yemek yerdim.

   ORTAOKULU BİTİRDİNİZ Mİ?

   Birinci sınıfı başarıyla geçip, ikinci sınıfta okuyordum.  Matematik dersi idi. Sınıfta pencere kenarında oturuyordum. Öğretmen ders anlatırken yanımdaki arkadaşla bir ara konuşmaya daldık. Konuyu kaçırdım. Öğretmene: “Öğretmenim anlayamadım, tekrar anlatır mısın?” dedim. Öğretmen elindeki tebeşiri bıraktı ve yüzünü asarak sert bir dille: “Dersi, huni yapıp da ağzından burnundan mı akıtacağım ayı!” dedi. Bu benim çok gücüme gitti. Bu lafı hazmedemedim. O zaman Bolvadin’de evler az ve tek katlı olduğu için, oturduğum pencere kenarından bizim köyün Paşa Dağı görünüyordu. Sınıfta ayağa kalktım, öğretmene elimle Paşa Dağı’nı göstererek: “ Öğretmenim, ben şu gördüğünüz Paşa Dağı’ndan ayılıktan kurtulmak için gelmiştim!  Demek ki burada da ayılıktan kurtulunmuyor!” dedim ve pencereden atladığım gibi köyün yolunu tuttum.

   Yayan olarak köye vardım. Babam: “Niye geldin?” diye kızdı. Durumu anlattım; tekrar gitmeyeceğimi söyledim. Babam tekrar gitmem için ısrar etti fakat babaannem: “Oğlanın üstüne varma! Okumazsa okumasın!” dedi. Babam da anasını kıramadığı için tekrar göndermedi.

   SONRA NE YAPTINIZ?

   Babam kendi köyümüzden süt toplayıp, Bolvadin’deki peynircilere verirdi. Evde bir eşeğimiz vardı. Onun yanına bir eşek daha alıp, Özburun’dan süt taşımamı istedi. Sabahleyin eşeklerin iki tarafına tenekeleri yükler, Özburun’a gider ve satın aldığım sütleri dükkanımıza getirirdim. Oradan da, Bolvadin’deki sütçülere verirdim. Bu biraz zor geliyordu. Bolvadin’deki Sütçü Şerafet KANTAR’da çalışan bir adam vardı. Ona, bizim köyde çalışmasını söyledim; o da kabul etti. Artık peyniri kendimiz yapmaya başladık.

   BABANIZDAN BAHSEDER MİSİNİZ?

  Babam köyün vâriyetli kişilerinden birisiydi. İyi esnaftı. Müteşebbis ruha sahipti. Bakkal dükkanımız vardı. Dükkanda manifatura eşyaları vardı. Dükkanın arkasında arpa kırma değirmenimiz vardı. Bulgur çekme taşımız vardı. Köyün bulgurlarını yapardık. Bizim köyde sadece, bir tane su ile çalışan un değirmeni vardı. Özburun Köyü’nde ise 13 tane su değirmeni vardı. Özburun’la  Dişli arasında devamlı akan Karapınar vardı. Oradan bütün çeşmelere su verilirdi. Ayrıca köyün sütlerini toplar, peynir yapardık. Bolvadin’den üzüm alır; Hafız Ali Osman’ın dükkanında ezdirir; köye getirir ve burada  pekmez-ağda yapardık. Genellikle salı günleri Emirdağı pazarına götürür satardık.

   1941 yılı idi. Tek parti dönemi vardı. Halk, jandarmadan çok korkardı. Bizim eve iki jandarma geldi ve babama, beraber hükümet binasına gideceklerini söyledi. Babam beni de yanına aldı ve yıkılan hükümet binasının karşısındaki Bolvadin Halkevi’ne girdik. Burası, ikinci hükümet binası durumunda idi. Yukarı kattaki odaya girdik. Odada, Hasan TÜRKMEN ve tek partili dönemin parti müfettişi olan Adnan MENDERES oturuyordu. Menderes babama: “Köyde seni parti başkanı yapıyoruz.” dedi. Babam bu teklife karşı çıktı ve kabul etmedi. Sonra araya Hasan TÜRKMEN girdi ve babama bu görevi zorla verdiler.

   NE ZAMAN EVLENDİNİZ?

   17 yaşında iken babam beni evlendirdi. Üç çocuğum oldu, doğduklarından üç-beş ay sonra öldüler. Babam- anam, hanıma: “Senin sütünden ölüyor bu çocuklar!” dediler. Sonra bu hanımdan boşandım. İkinci evliliğimi Bolvadin’den yaptım. Üç kızım, üç oğlum var. Oğullarım Abdülkadir ve Tayfun, İzmir-Petkim’de teknisyen idiler. Emekli oldular. Küçük oğlum Fatih ise astsubay…Askerliğimi 24 ay olarak Erzurum’da yaptım. Şoförlüğü orada öğrenip, ehliyet aldım.

   ASKER DÖNÜŞÜ NE İŞLE MEŞGUL OLDUNUZ?

   1955 yılında gazyağı ile çalışan traktörler vardı. Ondan alıp tarlalarımızı işledim. Bahattin ÇİLKAYA ile birlikte kamyon alıp, köylerden odun çektik. Tren istasyonundan Bolvadin’e eşya çektik. Savaş Okulu’ndan sonra hiç ev yoktu. O tarafa ev yapılırken taş çektik. 1974 yılında kamyon aldım ve daha sonra tanker alıp nakliyecilik yaptım. Naillerin Naim, kamyonla trafik kazası geçirince, buna çok üzüldüm ve kamyonculuğu bırakıp minibüs aldım. Minibüsle genellikle hükümetteki savcıları keşif için olay yerine götürdüm. 1996 yılında ihale yoluyla PTT’yle anlaştım. PTT’nin ulaşım işlerinde çalıştım. Burada da 10 sene çalıştıktan sonra işleri bıraktım.

   SİZ ÇOCUKKEN BOLVADİN’DEKİ YAŞANTI NASILDI?

   Zengin de olsan, fakir de olsan yaşantı genellikle yokluk üzerine idi. Kimsenin cebinde doğru dürüst para olmazdı. Genellikle alış-veriş “Harman veresi” olurdu. Manifaturacı, kahveci, berber, pek çok sanatkar, vatandaşın harmandan kalkmasını bekler, parasını o zaman alırdı. Din görevlilerinin maaşı olmadığı için halk, harman sonu onlara bir şinik arpa verirlerdi.

   Kış günü, kahvecinin birisinin yakacak odunu yokmuş. Müşteriler içeriye girip, yanmayan teneke sobaya bakıp, geri dışarı çıkıyorlarmuş. Kahveci, bu işin çaresini bulmuş. Her tarafı delinmiş teneke sobanın içine iki mum yakmış. Sobanın içinde ışığı gören müşteri gelip oturmaya başlamış.

   Ayrıca, Çarşı meydanındaki yıkılan adada dükkanlar vardı. Yenihüseyinler’in dükkanın  karşısındaki  tuvaletin yanında, ayakkabıcı dükkanları vardı. Bazı dükkanların önünde tahta kutuların içinde mum olurdu. Günümüzde bazı yardım kuruluşları dükkanlara “Sadaka kutusu” koyuyorlar. Dükkana giren müşteri isterse bu kutulara yardım parası atıyor. İşte o gibi mum kutuları vardı. Bu yardımlar, camilerin aydınlatma masrafı için kullanılıyordu. İsteyen kişi: “Benden beş mum, şu camiye..” diyor ve mum parasını veriyordu. Akşam olunca dükkan sahibi cami görevlisine kaç para toplanıyorsa veriyor; onunla da o caminin aydınlanmasında kullanılmak üzere gazyağı alınıyordu. Bu güzel bir yardımseverlikti.

   ÖLÜMLE İLGİLİ DÜŞÜNCELERİNİZ NELERDİR?

   Cenab-ı Hak Mü’minûn Suresinde: “Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan ile, iyilik ve kötülükle deneyeceğiz. Hepiniz de sonunda bize döndürüleceksiniz.” buyuruyor. Ölüm muhakkak…Ölümü devamlı hatırlarım. Devamlı dua ederim. Ne olur, ne olmaz, diye uyumadan önce devamlı Kelime-i Şahadet getirerek uyurum. Ölüme hazırlıklıyım. İnsanlara her konuda yardım etmek; kul hakkına dikkat etmek gerekir. Ölümden korkmamak gerekir. Hz. Mevlana: “Ölüm benim düğün günüm.” diyor. Ölüm, mü’min için Allah’a kavuşmadır.  İnşallah ölüm, hepimiz için düğün günümüz olur.