NURETTİN KÖKSOY

 

  Aşçı Nurettin…Seksen yaşında…Dünyaca ünlü, Bolu Mengenli aşçılardan mesleği öğrendi… Elli yıla yakın aşçılık etti…Lokantasında damak tadı veren yemekler yaptı. Bolvadin’e ilk olarak vitrin buzdolabını getirdi. Aşçılığın yanı sıra, sineme işletmeciliği de yaptı.

   Nurettin Köksoy, uzun boylu, gelişmiş vücutlu, kısa beyaz sakalları olan birisi…Son zamanlarda krem renkli takke ve gözlük takmaktadır. Düzgün ve kibar konuşur.

   HAYATINIZI ANLATIR MISINIZ?

   1935 yılında Bolvadin’in Yenice Mahallesi’nde dünyaya gelmişim. Babamın adı Hafız Mehmet….Din görevlisi idi. Belediye eski başkanlarından Hakkı Köksoy ve Çolağın Hasan Hüseyin amcam olur. Dördü kız; dördü erkek; toplam sekiz kardeşiz… Büyük ağabeyim Ziya, Eskişehir’de belediye gazinosunu işletirdi, rahmetli oldu… Küçük ağabeyim Mustafa aşçılık ederdi, o da rahmetli oldu… Benim küçüğüm Sadık da aşçı idi, emekli oldu.

   HANGİ OKULA GİTTİNİZ?

   İlk üç yıl Bahçe İlkokulu’nda, iki yıl da İnönü İlkokulu’nda okudum. Başarılı bir öğrenciydim fakat imkansızlıklar yüzünden okuyamadım. Benim arkadaşlarım okudular. Burada bir anımı anlatayım: İlkokul beşinci sınıfta idik. Öğretmenimiz birgün, Şahabettin Yiğitbaşı’yı, Nadir Ünal’ı, Hilmi Özdemir’i benim başkanlığımda kaymakam ve savcıyla röportaj yapmamız için gönderdi. Kaymakam odasına girerken Odacı Ahmet Hamamcıoğlu’ndan izin aldık. Kaymakam odasında yerde halı serili idi. Ben ayakkabılarımı çıkarıp girince, diğer arkadaşlarım da çıkardı; girdik. Bizim bu hareketimizİ kaymakam tebessümle karşıladı. Sonra röportajımızı yaptık. Bazen Şahabettin Yiğitbaşı: “Zamanında, bize babıç da çıkarttırdın!” diye bana takılır.

   İLKOKULDAN SONRA NE YAPTINIZ?

   İlkokula giderken tatillerde, dayım Testici Hilmi’nin testi ocağına giderdim. Okulu bitirince de on beş yaşına kadar testi ocağına gittim. Burada bu sanatı öğrendim. Ziya ağabeyimin Eskişehir’de lokantası vardı, o yanına çağırınca orada çalışmaya başladım. Askerlik vaktim gelinceye kadar, ağabeyimin lokantasında çalıştım.

   AŞÇILIĞI ORADA MI ÖĞRENDİNİZ?

   Orada Bolu Mengen’den aşçılar vardı. Çok güzel yemek yaparlardı. Onların yanında sanatı öğrendim. Ağabeyim Mustafa da, Eskişehir’de tüccarlar kulübünde aşçı idi. Askere gitmeden önce evlendim. Dört kızım, bir oğlum var. Oğlum Hakan, Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde görev yapıyor. Askerliğimi Erzurum Orduevi’nde muhasebeci olarak yaptım. Günlük beş yüz kişiye yemek çıkardı. Bütün masrafların muhasebesini tutardım.

   ASKERDEN GELİNCE NE YAPTINIZ?

   Ağabeyim Mustafa Eskişehir’den gelip, Bolvadin’de Edici’nin Han’ın yanına lokanta açmıştı. “Burayı tek başına çalıştıramıyorum.” diye, beni Eskişehir’e göndermedi; beraber orada iki sene çalıştık. Müşterilerimiz çoktu… Kaymakamı, savcısı, devlet memurları hep bize gelirdi. Bu dükkan bize dar gelmeye başlayınca 1959 yılında çarşı merkezinde bulunan, Eski Karabağ Eczanesi’nin bulunduğu yeri, Gümüşağa’dan kiraladık. Burası hem köşe, hem de büyüktü. “Konya Lezzet Lokatası” adını verdik, burayı işletmeye başladık. O yıllarda kimsede buzdolabı yoktu. İlk vitrin buzdolabını biz getirdik. Yemeklerimizin hepsinde bir damak tadı vardı. O gün için; Aşçı Reşat’ın, Aşçı Hasan’ın, Kantarcılar’ın, Cevdet ve Sıtkı ÖZDEMİR’in lokantaları vardı.

   YOLCU OTOBÜSLERİ NEREDE MOLA VERİRDİ?

   Konya’dan gelip; İstanbul’a, Bursa’ya giden otobüsler Bolvadin’den geçerken, burada eğlenmezler, yolcuları alıp giderlerdi. Birgün Konya Özkaymak otobüsünün önünü kestim. Lokantaya davet ettim. Şoför tereddüt etti. Sonra bir aile indi, yaptığım kırk çeşit yemeği gösterdim. Sonra bazı yemekler ikram ettim. Çok beğendiler. Bunlar, diğer yolcuları yemeleri için teşvik edince bütün otobüs yolcusu lokantaya doldu. O günden sonra her gelen otobüs lokantanın önünde mola verdi. Ayrıca inen yolcular, çevredeki esnaftan alış-veriş yapıyorlardı. Böylece memleketimize para da girmiş oluyordu. Sonradan çevre yolu yapıldığı halde, gene de otobüsler şehre girip, bizim lokantada mola verdiler. Günde yüz elli kilo et sarfiyatımız vardı. Zamanla meşhur hale geldik.

   ÇOK AŞÇI YETİŞTİRDİNİZ Mİ?

   Lokantada çok çalışanımız vardı. Çok aşçı yetiştirdik. Bütün çalışanlara ben ne yiyorsam, onu yedirirdim. En az yirmi kişiyi aşçı olarak yetiştirdim. Alkaloid Fabrikası açılınca bunlara aracı oldum ve fabrikaya soktum. Şimdi bazısı emekli oldu. Hepsi de bana duacılar. Ayrıca 35-40 ihtiyaçlıya, günlük yemek yedirirdik. Bazı fakirlerin önüne üç çeşit yemek koyduğum halde, sadece birisini yerlerdi.

   AŞÇI HACI MUSTAFA’DAN BAHSEDER MİSİNİZ?

   Ağabeyim Hacı Mustafa; mesleğinin erbabı, fakirlerin babası idi. Hergün belli fakirleri lokantasında doyururdu. Okunan bütün davetlere de mutlaka katılırdı. Şakacı ve nüktedan idi. Nazının sığdığı bazı kişilere takılır; onları kızdırınca rahatlardı. Şen şakrak bir kişi idi.

   SİNEME İŞLETMECİLİĞİNE NE ZAMAN BAŞLADINIZ?

   Bolvadin’de ilk sinemacılığı Akşehirli Raci başlatmıştır. Çınarın yanındaki meydandaki duvara film ışığını vurdurarak sessiz film göstermiştir. Daha sonra bizim yaptırdığımız sinemanın olduğu yerde, Yirik (Hayrettin Hamamcıoğlu) sinema işletmeciliği yapmıştır. Bu sinemanın olduğu yer, Dişli Köylü Mevlüt Gümüş’ün idi. Uzun uğraşlar sonucu burayı satın alıp; üç katlı, altı bilardo salonu, üstü sinema olacak şekilde sıfırdan yaptım ve işletmeye açtım.

   SİNEMAYA RAĞBET VAR MIYDI?

   Çok rağbet vardı. Sinemayı 1978 yılında işletmeye açtık. O zamanlar iki kışlık; dört yazlık sinema vardı. Hergün iki film oynatırdık. Bazen dini film oynanacağı zaman, atlı arabayla mahallelerde tanıtımını yapardık. Haftada iki gün aile matinesi yapardık. Televizyon yayıldıktan sonra da, vizyondaki en yeni filmleri getirterek seyirci sayımızı koruduk. Filmler, İzmir’den ambar yoluyla gelirdi. Filmler üzerimize zimmetli olurdu.

   UNUTAMADIĞINIZ HATIRANIZ VAR MI?

   İnsanlar, çalışarak bir yere gelirler. Yatan, tembel insana Allah bir şey vermez. Çocukluğumuzda fakirlik vardı. Çok kişinin günlük yiyeceği ekmeği yoktu. Bizim durumumuzda çok iyi değildi. Allah’a şükür çalışarak bugün bir yerlere geldik. Ramazan Bayramından önceki Arife günüydü…Sekiz-dokuz yaşlarındaydım. Babam, bayrama giysin diye kamyon lastiğinden yapılmış, zileli bir çarık ayakkabı aldı. Dünyalar benim oldu. Gece olunca yattığım yastığın üzerindeki duvara bir çivi çakıp, çarıkları oraya astım. Gece uyku semesi uyanıp uyanıp, çarıkları kontrol etmiştim. Bizler bu şekilde zorluklarla büyüdük. Şimdiki çocuklara ibret olması açısından bunu anlatıyorum. Müsriflik yapmasınlar; ellerindekinin kıymetini bilsinler.