NECATİ  KOLAY

 

    Camcı Vahdet… 74 yaşında…Çok kişi onun ismini bilmez. “Camcı Vahdet” olarak bilir. Okumayı sever; dükkandaki masasının üzerinde Bediuzzaman Said-i Nursi’nin eseri olan “Lem’alar” (parıltılar),adlı kitabı devamlı durur. Gözleri zayıf olduğu halde, büyüteçle okumaya çalışır.

   Necati Kolay; normal boyda, biraz topluca birisidir… Genç yaşta saçları dökülünce, kırk yıl önce hacca giderken sakal koymuştur. İyi niyetli, yardımsever ve hayırseverdir. Konuşurken yüksek seste ve gürültülü konuşur. Kendi gayretleriyle halktan hayır toplayarak öğrenci yurdu yapmıştır. Öğrenci yurduyla bizzat ilgilenmektedir. Yaşına rağmen çok süratli araba kullanır. At arabası yapım ustasıdır. Uzun süre Almanya’da çalıştıktan sonra gelmiş; camcılık ticaretiyle uğraşmıştır. Halen oğlu Carullah’la birlikte işlerine devam etmektedir.

   HAYATINIZI ANLATIR MISINIZ?

   1941 yılında Bolvadin’in Erkmen Mahallesi’nde dünyaya gelmişim. Bize “Ciğerciler” derler. 18. Yüzyılda Antalya bölgesinden gelip yerleşmişiz. Soyadımızın “Kolay” olmasının sebebe ise; 21 Haziran 1934’de çıkan soyadı kanunundan sonra nüfus memurları eve gelmişler, dedeme: “Size ne soyadı verelim?” demişler. Dedem de, “Acele etmeyelim, düşünelim”, anlamına “Kolay ederiz.” demiş. Memurlar da “Kolay” yazıp geçmişler. Babamın adı Carullah…Çiftçilikle uğraşırdı. 1 kız, 5 erkek; toplam 6 kardeşiz. Kardeşlerimden Esat; 17 yaşında, 6 aylık evliyken vefat etti. Rızvan, bakkallık yapardı; vefat etti. Süleyman ve Mustafa ise, çiftçilik yapıyor. Mustafa kardeşimle ben okula gittik; diğerleri gitmedi. Ben de ikinci sınıftan terk ettim.

  NİYE OKULU BIRAKTINIZ?

  Bolvadin’e bazılarının “Kel Bolavadın” demesinin sebebi; çok kişinin kafasında kel olmasından dolayıdır. Kel; saçlarda üreyen bulaşıcı bir mantar hastalığıdır. Sınıfta bir kişinin kafası kelse; diğerlerine de atar. Kel olan kişinin saçlarında para gibi yerler açılır. Bende de öyle oldu. İkinci sınıfa giderken sınıfta bazı arkadaşlarımın kafasında kel vardı. Onlardan bana da attı. Değişik kesimlerden 12 kişi toplandık, tedavi için Ankara Numune Hastanesi’ne gitmeye karar verdik. Ziraat Bankası’nın önünden bugünküne göre daha küçük olan otobüsler kalkardı. O arabaya bindik, yola çıktık. Doğru dürüst yol-bel yok!.. Ankara yerine Eskişehir’e gitmişiz. Geri döndük, Ankara’ya vardık.

   Bizi hemen hastaneye yatırdılar; değişik ilaçlar verdiler ve ışın tedavisi yaptılar. 10 gün hastanede kaldık. Saçlarımızın hepsi döküldü. Bolvadin’e gelince değişik merhemler sürerek tedaviye devam ettik. Sonunda hastalığımız geçti ve saçlarımız çıktı. Bu arada okullar da tatile girdi. Ertesi sene okula gittiğimde beni tekrar ikinci sınıfa koydular.“Üçüncü sınıfa gideceğim!” dedim. Kabul etmediler; bende okulu bıraktım. Fakat sonradan kendi gayretimle okumayı ilerlettim.

   OKULU BIRAKINCA NE YAPTINIZ?

   Okulu bırakınca, akrabamız olan Arabacı Bekir Üzüm’ün yanına çırak olarak girdim. O gün için her çiftçinin at veya öküz arabası vardı. Bütün tarla işlerini bununla görürlerdi. Arabanın kasası seyyar olurdu. Yazın, üzerindeki sandık alınır; tarladan harman yerine sap çekmek için “sal arabası” konur; onunla sap-saman çekilirdi. Araba iki atlı olurdu.

   ARABAYI NASIL YAPARDINIZ?

   Arabanın ağaç kısmı gürgen ve dişbudak ağaçlarından olurdu. Bolvadin’deki kerestecilerde genellikle çam olduğu için, bunun kerestesini Bursa’dan getirirdik. Demir kısımlarını ise, Afyon’dan ham demir getirir; burada kendimiz işlerdik. Her arabacı dükkanının bir köşesinde körüklü kömür ocağı olurdu. Demirleri orada işlerdik. Her şey el emeğiyle ortaya çıkardı. Dingili ve “şına” dediğimiz ağaç tekerin üzerine geçirilen demiri, ocakta işlerdik. Bazı köylüler: “Benim araba şıngırdaklı olsun.” derlerdi. Biz de, tekerin içine zil koyardık. Araba giderken “şıngır şıngır” öterdi. Ayrıca öküz arabası yaptık. O, farklı yapılırdı. Biz kağnı yapmadık fakat tamir ettik. Kağnılar, iki öküzün çektiği her tarafı keresteden yapılan arabalardı. Dingil ve teker ağaçtan olduğu için, tekerlek dingile sürttüğünden dolayı, “gıcır gıcır” ses çıkarırdı.

   Araba bitince, hemen atları koşar; test sürüşü için Bolvadin’i dolaşırdım. Arabayı sahibine teslim etmeden önce, mutlaka araba sahibi fırın eti verirdi. Onu yerdik; öyle teslim ederdik.

   BU SANATI NE ZAMANA KADAR YAPTINIZ?

   Askerlik vaktim gelince askere gittim. Askerliğimi Denizli ve Ankara’da yaptım. Askerde de sıcak demirciydim. Askerden gelince, ustamla ortaklığına çalışmaya başladık; daha sonra kendim arabacı dükkanı açtım. Burada da üç sene çalıştım. Bu arada dayımın kızıyla evlendim. Babam, evlendirdiği çocuğunu ayırıyordu. Beni de ayırdı. Ayrılırken bir at arabası eşyam vardı. Dürüst çalıştıktan sonra Allah zamanla her şeyi veriyor. üç kız, iki oğlum, on tane de torunum var. Oğlum Şevket 7 yaşında iken vefat etti. Diğer oğlum Carullah ise, camcılık-boyacılık mesleğimizi devam ettiriyor.

   O GÜN İÇİN HANGİ ARABACILAR VARDI?

   Çevre köylerden devamlı bize araba yaptırmaya gelirlerdi. Ortalama 14-15 arabacı vardı. Bunlar: Kadir Akça, Ahmet Üzüm, Bekir Üzüm, Ömer Üzüm, Mehmet Üzüm Hasan Erkoca, Mehmet Kiriş, Mustafa Şentürk, Necati Söğüt, Yaşar Mavi, Kıtışin Ahmet…

   ALMANYA’YA NE ZAMAN GİTTİNİZ?

   1969 yılında Bolvadin’e sel geldi. Bütün tarlaları sel bastı. Bu mağduriyeti önlemek için devlet “Tarlasını sel basanlardan Almanya’ya işçi olarak gitmek isteyenler, adlarını belediyeye yazdırsın.” dedi. Bunun üzerine ben de yazdırdım ve böylece Almanya’ya gittim. Orada büz fabrikasında çalıştım.

   CAMCILIĞA NE ZAMAN BAŞLADINIZ?

   Avrupa’dan temelli dönüş yapınca, sermayemi katarak Camcı İhsan Köseer’le birlikte Zafer Caddesi’nde camcı dükkanı açtık. Camcılığı orada öğrendim. Beş sene beraber çalıştıktan sonra, şu anki durduğumuz yeri alarak dükkan yaptım ve burada çalışmaya devam ediyoruz. O gün için tenekeci-camcı olarak çalışılırdı. Bunlar: Mustafa Köseer, Emin Köseer, İhsan Köseer Orhan Köseer, Hayati Köseer, Nurettin Dede, Bekir Dede, Hasan Burun, Ahmet Maraş, Basri Pektaş…

   SANATINIZIN RİSKLERİ NELERDİR?

   Cam, kırılan bir maddedir. Devamlı dikkat etmek gerekir. Madden ve manen zarar verir. Her an bir yerlerini kestirebilirsin. Allah’a şükür bugüne kadar önemli bir şey olmadı. Yalnız 2002 depreminde 25 milyonluk camım kırıldı. Allah’tan gelen bir şey…Söyleyeceğimiz bir şey yok. Şimdi ise hazır çiftcam takıldığı için bizim meslek geriledi. Biz de plastik hazır pencereye döndük. Bilinen bir marka üzerine inşaatlara hazır çerçeveli pencere takıyoruz.

   CAM NEDEN YAPILIR?

   İstanbul’da cam fabrikasını gezdim. Camın ana maddesi; kum, soda ve kireçtir. Bu üç madde yüksek ısıdaki fırınlarda eritme işlemine tabi tutuluyor. Su gibi akışkan hale geliyor. Sonra kalıplara dökülerek soğumaya bırakılıyor. Ayrıca değişik boyalar katılarak, renkli buzlu cam elde ediliyor.

   HAYIR KURULUŞUNDA ÇALIŞIYOR MUSUNUZ?

   Bundan bir müddet önce “Bolvadin Risale Eğitim Kültür Derneği” adı altında bir dernek kurduk. Bu dernek doğrultusunda, Söğütlü Mevkii’ne halkın katkılarıyla dört katlı bina yaptık. Bu binanın alt katı dükkan; onun üstü dershane; son iki katı da öğrenci yurdu olarak kullanılıyor. Burada genellikle ihtiyaçlı öğrenciler kalıyor. Ayrıca İstasyon Caddesi’nde bayanlar için toplantı salonumuz var. Rıza-i Lillah için çalışıyoruz, başka bir amacımız yok.

   GENÇLİĞE MESAJINIZ NEDİR?

   Bu gün için gençlerin işi zor… Bazı kız çocuklarımız tesettüre dikkat etmiyorlar. Bu açıklığa rağmen şimdiki erkek çocuklar melek…Şimdi oğlan kızdan kaçıyor. Gençlerimiz âdetlerimize ve dinimizin emirlerine uyarak yaşasınlar. Kur’an’ı ve Kur’an tefsirini ellerinden düşürmesinler. İşin içinde ölüm var. Ancak kurtuluş böyledir.