ABDÜLKADİR ERBAŞ

 

   Kahveci Cevat…Seksen altı yaşında…Gençlik yıllarında çerçicilikyaptı. Askerden gelince, yirmi iki sene kahvehane işletti. Olgunluk çağında oyuncakçı dükkanı açıp; otuz sene de çocukları sevindirdi.

   Cevat Erbaş, orta boylu, zayıf, ince bıyıklı, gözlüklü birisi…Başında devamlı takke vardır. Biraz sert görüntüsüne rağmen, samimi ve neşeli bir insandır.

   FARKLI İSMİNİZ NEREDEN GELİYOR?

   Benim nüfustaki asıl ismim “Abdülkadir”dir. Ben doğunca dayım askerden yeni gelmiş. Askerdeyken “Cevat” adında komutanı varmış. Bu komutanını çok severmiş. Babama: “Komutanın adını koyalım.” demiş. Babam kabul etmemiş, “Abdulkadir” koymuş. Dayımlar bana “Cevat” dediler; ailem ise “Abdülkadir” dedi. Fakat toplum beni hep “Cevat” olarak bilir.

   HAYATINIZI ANLATIR MISINIZ?

   1929’da, Bolvadin’in Bekirağa Mahallesi’nde dünyaya gelmişim. Evin tek oğluyum. Diğer üç kız kardeşim daha var. Babam çerçici ve yemenici idi. İlkokulu, Kocatepe, İnönü ve Akçeşme mekteplerinde okudum. Ortaokula başladım fakat, maddi imkansızlıklar dolayısıyla devam ettiremedim.

   Askerlik vaktim gelinceye kadar, babamla birlikte ticaret yaptık. Köylere atlı arabayla giderdik. Arabamızda sandıklar içerisinde bakkaliye malzemeleri olurdu. Köfelerde o günün sebzesini meyvesini götürür satardık. Köylerde bakkal yoktu. Dışarıdan gelenlerden alışveriş ederlerdi. Parayla, yumurtayla, yün kırığıyla, arpayla, buğdayla  alışveriş ederdik. Köyden topladığımız malları Bolvadin’e getirip, Yumurtacı Ahmet Özaydın’a, Abdil Telli ‘ye, Hüseyin Telli’ye verirdik.  

   İŞİNİZİN ZORLUKLARI NELERDİ?

   Arabamıza malı doldurup, evinen helallaşıp yola çıkardık. Kar-kış, yağmur-çamur demeden köyleri dolaşırdık. Bolvadin’e geri dönmemiz on günü bulurdu. Geceleri köy odalarının önüne arabamızı çekip orada kalırdık. Köylü bütün ihtiyacımızı görür; bizi misafir ederdi. Dereköy’den başlar, bütün köyleri dolaşırdık. Köyün içerisinde dolaştıktan sonra, köy meydanına sergimizi açardık. Köyden takas yoluyla topladığımız malları getirip toptancılara verir; oradan aldığımız bakkaliye malzemeleriyle tekrar yola çıkardık.

   NE ZAMAN EVLENDİNİZ?

   Bizim zamanımızda anne-baba, çocuğunun mürüvvetini biran önce görmek için erkenden evlendirirdi. Bizimki de öyle oldu. Benim emsallerimden en erken, 15 yaşında iken Rüstem Terzier evlendi, ondan sonra ben evlendim. Askere gitmeden iki çocuğum vardı. Allah bana dört oğlan evlat verdi. Oğullarımdan Abdullah PTT’den emekli; Necati bankadan emekli; Hayati Alkaloid’den emekli; Musa Kazım ise züccaciye işiyle uğraştı, o da emekli oldu. Askerliğimi Gaziantep’de yaptım.

   ASKERLİK DÖNÜŞÜ NE YAPTINIZ?

   Askerden gelince Ankara’da dayım Hüseyin Boyar’ın teşvikiyle bir tuhafiye mağazasında çalışmaya başladım. Burada 6-7 sene çalıştım. Babam: “Oğlum tek oğlan sensin, kimsemiz yok, kapı ardı gurbet, bize zor geliyor, Bolvadin’e dön!” dedi. Babamı kıramadım 1960 yılında Bolvadin’e geldim. Haleplilerin Pasaj’da bulunan köşe dükkana, “Kristal Kıraathanesi” adında bir kahvehane açtım. Temizliğe, düzene intizama çok dikkat ettim. Bazı masaların müşterisi belli olduğu için, bu masaları başkasına vermezdim. Kahve içerisinde veresiye yoktu. Komşu dükkanlara veresiye çay verir; kapı arkasına tebeşirle işaretler, birikince parasını tahsil ederdim. 22 yıl burada kahvecilik yaptıktan sonra, 1982 yılında bu mesleği bıraktım.

   NEDEN BIRAKTINIZ?

   Kahvecilik zor bir meslek…Tatilin yok; pazarın yok…Sabah erkenden gelir; gece yarısına kadar çalışırsın. Sigara dumanı içerisinde devamlı ayaktasın. Çocuklar yetişip okumaya gidince, el adamı çalıştırması zor oldu. Bu yüzden yeni bir iş bulma ümidiyle kahvehane işletmeciliğini bıraktım. 22 yıl içerisinde kimseden bir şikayet gelmedi. Elimden geldiğince herkesi memnun etmeye çalıştım.

   Sonra İstasyon Caddesi’nde bir dükkan tuttum. Ne yapacağımı bilmiyordum. Araştırdım, züccaciye işi yapmaya karar verdim. İstanbul’da oturan yeğenimle birlikte toptancıları dolaşıp züccaciye çeşitleri aldım. Gezerken, oyuncakçı dükkanı gördüm. Oraya da girdim. Adama: “Ben dükkan açaçağım, senden oyuncak olacağım fakat alacağım malların yarısını peşin verebilirim; diğer yarısına biraz müsade edebilir misin?” dedim. Adam: “Nerelisin?” dedi. Ben de: “Bolvadinliyim.” dedim. O da:” İstediğini götür; kalan parayı gönderirsin.” dedi. Malları alıp Bolvadin’e geldim. Züccaciye eşyalarını ve oyuncakları dükkana yerleştirdim. Adamın parasını gönderdim. Sonra devamlı o adamdan mal aldım. Züccaciye eşyaları bitince yenisini almadım; oyuncakçılığa devam ettim. Otuz seneye yakın da bu işi yaptıktan sonra 2011 yılında kendimi emekli ettim. Allah bana 1989 yılında hacca gitmeyi de nasip etti.

   SİZİN ZAMANINIZDA HANGİ KAHVECİLER VARDI?

   O gün için sayı olarak bugünkü kadar kahvehane yoktu fakat, kahvehaneler hep dolu olurdu. Televizyon yok; eğlence yok; akşam olduğu zaman herkes soluğu kahvehanede alırdı. 1974 yılında televizyon yayını başladığı zaman hemen televizyon aldık. Çok büyük müşteri topladı. İşlerimiz kazancımız çoğaldı. En büyük kahvehane, bugün çınarın yanındaki büyük binanın olduğu yerdeki Park Kahvesi idi. Burada tiyatro sahnesi de vardı. Arada tiyotrocular gelir, oyun sergilerdi. Park kahvesini bir ara Kamil Göksu (Zontur) işletti. Ahmet Kuşaksız, Ali Saban uzun yıllar kahvecilik yaptılar. Şimdiki çınar altındaki park ağaçlıktı, havuz vardı. Yazın herkes burada otururdu.  

    ESKİ YAŞANTI NASILDI?

    Tatil günü herkes hamama gider; traşını olur; parkta kahvede oturulur; duruma göre fırın eti verilirdi. Herkes bir dayanışma içinde olurdu. Evlerde kömür yakılmazdı. Tezek veya odun yakılırdı. Maddi yönden sıkıntı vardı. Saygı yönünden de çok iyiydi. Kadınlar evde olsun, sokakta olsun erkeklere karşı daha saygılı davranırlardı. Şimdi, erkek yolda yürürken “Bir kadın çarpar!” diye korka korka yürüyor. Eskiden eksikliğimiz ise; bu düzen devamlı böyle kalacak zannetmişiz. Günübirlik yaşamış ve kendimizi yenilememişiz. Ayrıca teknolojiden uzak kalmışız.

   UNUTAMADIĞINIZ HATIRANIZ VAR MI?

   Babamın bir hatırasını anlatayım: 1952 yıllarıydı…Çok kişi kışın yakacak odununu genellikle Emirdağları’ndaki ormalık alandan getirirdi. Oradaki kuru odunları keserler; eşeklere yükleyip getirirlerdi. Babam da kış başlangıcında iki eşekle Emirdağ tarafına giderken, yolda faytonla gelen üç kişiye rastlıyor. Bunlar babamı durduruyorlar. Bu kişilerden birisinin Bediüzzaman Said-i Nursi olduğunu görünce babam hemen elini öpüyor. Bediüzzaman babama: “Geri dön, hava tipileyecek!” diyor. O sırada hava iyi olduğu halde babam geri dönüyor. Bolvadin’e gelince gerçekten şiddetli bir tipi başlıyor. O günden sonra da babam hep Bediuzzaman’a dua ederdi.

   GENÇLİĞE TAVSİYELERİNİZ NELERDİR?

   Devamli dürüst olsunlar; doğruluktan ayrılmasınlar. Sanatkar olmak isteyenler de okuyup, tahsilli sanatkar olsunlar. Başarı ancak böyle yakalanır.