MEVLÜT KARYAĞDI

 

   Mevlüt KARYAĞDI…Göbeleğin Ali Hoca’nın Mevlüt…78 yaşında…Gençlik yıllarında; üzüm, incir, yemiş sattı. Uzun yıllar tuğla ocağında çalıştı. Kındıradan yastık bastı. Son olarak bakkallık etti.

   Mevlüt ağabey; zayıf, orta boylu, esmer tenli, kısa sakallı, beli biraz kamburlaşmış birisidir. Çok çevik ve hareketlidir. Hiç oturmak bilmez; çalışmayı ve hareket etmeyi sever. Temiz huylu, mülâyim, sakin, kendi halinde birisidir. Devamlı bisiklete biner. Çok sağlıklı olup; sofrasından helvayı eksik etmez. Umre haccı yapmış olup, 12 torun sahibidir.

   HAYATINIZI ANLATIR MISINIZ?

   1938 yılında, babamın görevi dolayısıyla Emirdağı’nın Akpınar Köyü’nde dünyaya gelmişim. Babama Göbeleğin Ali Hoca derler. Babam, hak ile cami hocalığı yapardı. Üç oğlan, üç kız kardeşiz. Ağabeyim Mustafa Ankara’da lokanta işletirdi; vefat etti. Benim küçüğüm Hakkı’da tekarabacılık yaptı.

   Akpınar Köyü’nde ilkokul yoktu. 7 kilometre ilerideki İmralı Köyü’nde ilkokul vardı. Orada da ilk üç sınıf vardı. Köyden kimse okumaya gitmiyordu. Babam okumam gerektiğini söyledi ve beni her gün İmralı’ya gönderdi. Anam yumurta kaynatır, şepitin içine kor, bana verirdi. At-araba yok. Eşeğin heybesine yiyeceğimi ve defterimi kor; eşekle okula varır gelirdim. Karlı zamanlarda canavar saldırır diye korkar; elimde değnekle gider gelirdim. Topraktan tek göz okulumuz vardı. İlk üç sınıf aynı yerde öğrenim görürdük. Üçüncü sınıfı bitirince, üst sınıf olmadığı için ilkokulu bitiremedim.

   Ben 12 yaşında iken babam Kurucaova Köyü’nde göreve başladı. Orada da dört sene kaldık. Gençlik yıllarım köyde geçtiği için sanat da öğrenemedim. Sonra esas kökümüz olan Bolvadin’in Tahtalı Mahallesi’ndeki evimize gelip yerleştik. Babam Dibev’de hakla göreve başladı. Eşekle her gün Dibev’e gelir giderdi.

   BOLVADİN’DE SANATA GİRDİNİZ Mİ?

   Rahmetlik babam serbest iş yapmamı söyledi. Bir sanatkârın yanına çırak olarak girmemin vakti çoktan geçmişti. Bu yüzden babam Aydın’a gider, oradan,; incir, üzüm, harup, yemiş getirirdi. Çarşı Camii’nin önüne bunlar yayar satardım. Tekkeşinler’in Çarşı Camisi’nin arkasında dükkanları vardı. Akşam olunca sandıkları oraya kor; ertesi gün tekrar alırdım. PTT’nin karşısında Sandıkçılar’ın Gazoz imalathanesi vardı. Ağabeyim de orada gazoz şişelerdi. Askere kadar bu şekilde çalıştım.

   ASKERDE NELER YAPTINIZ?

   Askerliğimi 30 ay yaptım. Önce Hatay’a, oradan Adana’ya gittim. Trenle gidip geldim. Hatay’da Suriyeli Araplar çoğunlukta idi. Askere düşmanlık beslerlerdi.  Çarşıya çıktığımızda beraber gezerdik. Hatay’ın bizim topraklarımıza geçmesini hazmedemiyorlardı. Cezaevinde ve karakolda görev yaptım. 1960 İhtilali’nden sonra Menderes idam edildi. Biz de halk ayaklanır, korkusuyla devamlı köylere giderdik. Hiç kimseden ses çıkmadı. Orada, evlenecek kişi başlık parası verirdi. Parası olmayan genç sevdiğini kaçırırdı. Biz yakaladığımızda, iki tarafın gönlünü edip barıştırırdık.

   NE ZAMAN EVLENDİNİZ?

   Askerde Ceyhan Nehri’nin yanındaki karakolda görev yapıyordum. Bazen suya girer yıkanırdık. İlkbahar idi; suya girip yıkandım. Burada ciğerlerimi üşütünce zatürre oldum. Orada tedavi gördüm. Üç ay hava değişimi izni verdiler ve Bolvadin’e geldim. Kendimi iyi hissedince askerlik harçlığımı çıkarmak için tuğla ocaklarına gitmeye başladım. Bunu fırsat bilen anam beni, teyzemin kızı başkasına gitmesin diye, hemen yavukladı ve arkasından bir yüzük, bir küpe takıp everdi. Evimiz iki gözdü. Birinde ailemiz kalır; diğerinde evli ağabeyim kalırdı. Ben evlenince ağabeyim kiraya çıktı. Evlendiğimin ertesi günü tekrar tuğla ocağına çalışmaya gittim.

   Üç aylık iznim bitince yeniden birliğime döndüm. Askerliğimin bitmesine 11 ay vardı. Memleketten bir mektup geldi. Mektupta bir oğlumun olduğu belirtiliyordu. Babam, bir de çocuğun elini mektup kağıdına koyup, etrafını kalemle çizmiş. Ortasına da “oğlunun eli” yazmış. Çok büyük sürpriz oldu. Yere-göğe sığamadım. Sevinçten havalara hopladım. Askerliğimin kalan 11 ayı bana çok uzun geldi. Askerden dönünce oğlumu yerde imekler buldum, çok mutlu oldum. Dört oğlum, bir kızım var. Büyük oğlum Mehmet adliyeden emekli oldu. Onun küçüğü Ahmet, bankada çalışıyor. Onun küçüğü İsmet pideciydi emekli oldu. En küçükleri Tahsin ise ayakkabı tamirciliği yapıyor. Eşim çok iyi insan, kendi yemez bana yedirir. Hiç boş durmaz; eşe-dosta karşılıksız çorap, patik örer. 56 yıldır mutlu bir ömür sürüyoruz.

   ASKER DÖNÜŞÜ NE İŞ YAPTINIZ?

   Askerden gelince, bir sanatım olmadığı için tuğla ocaklarında çalışmaya başladım. Tuğla ocakları fabrika gibi çalışırdı. Sağır Hacı’da, Ali Çetinova’da, Latif Musul’da, Şavkı’da, Ahmet Uzuner’de çalıştım. Sigortacılar gelince, iş sahibini korumak için çukurlara saklanırdık. İş sahibi işten çıkarıverir diye korkardık. İş sahibi bizim sigortamızı yatırsa işin içinden çıkamaz; zarar ederdi. Bu yüzden sigortasız 20 sene tuğlada çalıştığım için emekli olamadım. Şimdi sağolsun oğullarım bize bakıyor.

   Tuğla ocağına bisikleti olanlar bisikletiyle; bisikleti olmayanlar Dikbıyık’ın, Hıfsılar’ın Afyon’a giden otobüsüyle gider gelirlerdi. Bizi ücretsiz taşırlardı. Yazın, yanımda pek çok çocuk çalışırdı. Babaları çocuklarını hayatı öğrensin de okusun, diye tuğla ocağına gönderilerdi. Yanımda çalışan çocukların hepsi de büyük adam oldular. Çocuğu hayata hazırlamak gerekir. Çocuğuna kıyamaz, işe göndermezsen, o çocuk yarın senin başına dert olur.

   Şimdiki Ziraat Bankası’nın olduğu yer boşluktu. Orada eski bisikletleri dakika ile bindirirlerdi. Bisiklete binmeyi orada öğrenmiştim. Hayalimde hep bir bisikletim olmasını isterdim. Bisiklet çok pahalı idi. Cesaretimi topladım, Taktak’ın Nuri’den biraz peşin verip yedi taksit bisiklet aldım. Sevinçle eve getirdim. Gece sabaha kadar, borç ettim diye ve sevincimden uyuyamadım. Zil taktım, tekerlerini süsleyip çocukları bindirir, gezdirirdim. Her gün siler temizlerdim. Geceleri kalkar kalkar bisiklete bakardım. Herkes “Nasıl aldın?” diye hayranlıkla bakardı. Ocağa bununla gidip gelmeye başladım. Şimdi hâlâ motorum olduğu halde, hep bisiklete binerim.

   BAŞKA NE İŞ YAPTINIZ?

   1969 yılında Almanya’ya işçi olarak gittim; Bir televizyon fabrikasında üç ay çalıştım. Oranın havası devamlı yağmurlu ve nemli…Sağlığıma iyi gelmedi. Bir de memleket ve çocukların hasreti olunca üç ay sonra geri geldim. Tuğla ocaklarında çalışırken kışın da, yastık başı ücretle yastık bastım. Abdil Cebel, Salih Karakaya ve Mevlüt Atmaca’nın atölyelerinde sekiz sene yastık bastım. Çalışmasan kışın ne yiyeceksin? Yastık iki kişiyle basılır. Allah razı olsun hanımım da esnaf çocuğu olduğu halde, benle beraber üç sene yastık bastı ve çocukları yetiştirdik. Ona minnattarım. Çalıştığımızla ancak karnımızı zor doyururduk. Kahvaltıda çocukların önüne zeytini sayıyla korduk. Çocuklarımın hiç kötü alışkanlıkları yoktur. Ömürlerinde sigara dahi içmemişlerdir.

   Halin arkasına pazar yeri kurulurdu. Orada eskici baraka dükkanları vardı. Oraya gider, oğlum Tahsin’in tamir ettiği ayakkabıları boyardım. Ayrıca, oğlum İsmet, Bademli Mahallesi’ne bakkal dükkanı açmıştı. 15 sene orayı çalıştırdı. Ona da yardımcı oldum.

   BİR GÜNÜNÜZ NASIL GEÇİYOR?

   Evimiz Bademli Mahallesi’nde…Sabah gün doğmadan kalkarım ve abdestimi alıp sabah ezanını beklerim. Ezan okununca evimizin yakınında olan Beyaz Hoca Camisi’ne giderim. Namaz bitiminde evimde biraz daha ibadet edip, istirahate çekilirim. Kalkıp kahvaltımı ederim. Vakit namazlarını camide kılmayı ihmal etmem. Boş duramam, yazın evin bahçesinde devamlı çalışırım. Çarşıdan bir ihtiyaç olduğu zaman bisikletle gider getiririm. Kahve-pazar bilmem.

   BEYAZHOCA CAMİİ HAKKINDA BİLGİ VERİR MİSİN?

   1976 yılında, Hacı Mehmet Birdane tarafından yaptırılmıştır. Hacı Mehmet, biraz esmer tenli olduğu için “Beyaz Hoca” adıyla anılmaktadır. Muhterem bir kişidir. Mezarı cami bahçesi içerisindedir. Cami minaresini, Minareci Şevket Uysal yapmıştır.

   BABANIZ HAKKINDA BİLGİ VERİR MİSİNİZ?

   Babam 1902 doğumlu olup; 1969 yılında vefat etmiştir. Çeşitli hocalardan ilim tahsil edip, din görevlisi olarak hayatını sürdürmüştür. Orta boylu, sevimli yüzlü, güleç, sakin bir adamdı. Cübbe ve sarıkla gezerdi. Köylerde hep kurbanları babam keserdi. Nefesi de kuvvetliydi. Dirliksiz olan ailelere okur, birleştirirdi. O gün için hastane, doktor olmadığı için, hastası olan babama gelir; o da okurdu. Hastalığı geçer miydi, geçmez miydi bilmiyorum. O gün için farklı tedavi şekilleri vardı.

   BU TEDAVİ ŞEKİLLERİ NELERDİ?

   Çocuk ağlayıp durursa tekkeye götürülüp, ağzına ahşap tokmak vurulurdu. Çocuk hasta olursa Kızlarevciği’ne götürülür, taşın üzerine yatırılırdı. Daha sonra çocuk soyulup iç çamaşırı oraya bırakılırdı. Tabi bu arada çocuk üşür, zatürreden cartıyı çekerdi. Kırık-çıkık olursa, Mısırlılar’ın Fadime Aba’ya götürülürdü. O, kırığı-çıkığı tedavi ederdi. 

   Genelde her mahallede “ocak” dediğimiz bazı aileler vardı. Bu ailelerin genellikle kadınları işlem yaparlardı. Onlar, tükürürler veya çeşitli uygulamalarla hastalığı iyi ederlerdi. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz: Ateşpâre: Vücudun bazı bölgelerinde çıkan şişli çıban…Davulcular ailesi tutardı. Kırmızı keçenin üzerine pamuk kor; hastaya yalattırırlardı. Demrei: Ciltte oluşan deri kavlaması. Cıvanlar tutardı. Şap sürerlerdi veya üzerine kopya kalemle dua yazılırdı. İncili Sırgı: Vücudun bazı yerleri para gibi şişerdi. Arabacı Kantarlar tutardı. Tükürerek geçerdi. Bezeme: Sıkıntı ile çıkan vücuttaki küçük kabarcıklar…Bezeme, eşek ve bulgur bezemesi diye ikiye ayrılır. Bücükhüseyinler ve Hüllümün Fadime tutardı. Kırmızı renkli toprağı çamur haline getirip, vücuda sürerlerdi. Sütçe: Karnı şişen kişiye uygulanırdı. Kiremitçi Çetinovalar tutardı. Hastayı yatırıp, bir müddet karnına dolu testi korlardı.

   Yılancık: Bacaklarda sancı olurdu. Akçeşme Mahallesi’nde Hacı Nine tutardı. Tükürerek geçerdi. Dolluk: Çocuğun hayalarının şişmesi…Eyüp’ün hanımı tutardı. Tükürerek geçerdi. Hayranbalı: Göz ve cilt hastalığı. Gazlıgöl yakınında Hayranbalı türbesine götürülerek geçerdi. Dalakkesme: Dalağı şişen kişi için söylenirdi. Yörükler tutardı. Yörükzadelerin evin yanında kuyu vardı. Suyunun Zemzem olduğu söylenirdi. Dalağı şişen kişinin, bu kuyunun yanında ayağı toprağa konur; ayağının etrafı çizilir; ayağını kaldırdıktan sonra bu çizik yerin ortası hafif kazılıp tuz konur ve kapatılırdı. Adıyaman: Bacaklarda oluşan yuvarlak göklükler…Haşlama karaciğer yedirilirdi. Beygir Öksürüğü: Ciğerlerden gelen kuvvetli öksürük…Beygir, hatıldan su içtikten sonra aynı yerden hastaya su içirilir. Köslü: Genellikle vücudun koltuk altında ve kasıkta çıkan çıbana denirdi. Ocağı Dişli Köyü’ndeki Fadimeler’dir. Tükürmeyle geçerdi. Sıtma Tutma: Sivrisineğin ısırmasıyla bulaşan ateşli bir hastalıktı. Sıtma tutan kişiyi, öküz arabasının altına orta yere yatırırlar, üzerinden araba geçirirlerdi. İddirseyi: Göz kapağında çıkan iltihaplı sivilce. Gözün üzerine mendil örtülür ve üzerine ekmek konup, bir köpeğe gözün üzerinden yedirilir. Çığrık: Devamlı ağlayan çocuğa uygulanır. Postacıların Dudu, çocuğun üstünden üç kere atlar, çocuk ağlamayı keser. Gidişik: Vücuttaki devamlı kaşıntı için Hamidiye’nin ilerisindeki Gizik Pınarından su getirilip yıkanılır. Soğuk Algınlığı: Söğüt yaprağı toplanır, hasta onun üzerine yatırılır. Siğil: Emirdağ Caddesi’nde bulunan Siğilli Dede Türbesi’nden toprak alınır; okuyarak siğil üzerine sürülür ve siğiller geçer. Uyumayan Çocuk: Afyon sakızı ve Hindistan cevizi dövülerek karıştırılır. Uyumayan çocuğa emziğine batırılarak verilir; çocuk bangadak gider; sabahtan akşama kadar uyur.

   ÖLÜMLE İLGİLİ DÜŞÜNCELERİNİZ NELERDİR?

   Camiye gidince bakıyorum, en yaşlı benim…Devamlı, sıra bana geliyor, derim. Yaşlılıkla ilgili bir sıkıntım yok. Bahar ayı yaz ayına; yaz ayı güz ayına; güz ayı da kış ayına döner. Şimdi ben kış ayındayım. Ölüm bazen nimettir. Allah’tan devamlı duam şudur: Ölümü-dirimi rezil etme! Amel defterimi sağımdan ver!