MEHMET KOYUNCU

   Hüsemlerin Hacı Mehmet…Seksen üç yaşında…Ömrü çiftlikte-çubukta geçti…Çiftçilik, koyunculuk yaptı…1954’de “gazi”lik ünvanını aldı. Kore gazisi olup; yaşayan son Korelilerdendir.

   Mehmet Koyuncu, uzun boylu, sarışın, mavi gözlü, sarı ve kızıl karışımı sakalı olan birisi... Ağır adımlarla yürür. Yaşına rağmen dinçtir ve baston kullanmaz. Her namaz vaktinde İmaret Camii’nde onu görmek mümkündür. Yedirmeyi, içirmeyi sever. Hoşgörülü ve tatlı dillidir. Azimlidir…Yetmiş sekiz yaşında Kur’an okumasını öğrenmiş olup; uzun sûreleri bile ezberine almıştır. Ayrıca “İlim tahsil etmek Allah’ın emridir.” der. Bu yüzden, kimsenin kızını okutmadığı dönemlerde, iki kızını üniversitede okutup, öğretmen etmiştir.

   HAYATINIZI ANLATIR MISINIZ?

   1932 yılında, Bolvadin’de İmaret Mahallesi’nde dünyaya gelmişim. Babamın adı Kamil… Babam çiftçi-koyuncuydu. Lakabımız “Hacıyunuslar” dır. Üçü kız, üçü oğlan olmak üzere altı kardeşiz. En büyük ağabeyim Şerafet, İkincisi Ramazan, en küçükleri de benim… Hepimiz de çiftçilik- koyunculuk yaptık. Babamı altı yaşındayken kaybettim. Yüzünü çok-az hatırlıyorum. Bizim Çiftlik; şimdiki Avşar Çiftliği’nin ilerisinde, “Hüsemlerin Çiftlik” diye bilinir. Devamlı çiftlikte duruyorduk.

   Okula gitme yaşım geldiği halde kimse beni okula yazdırmadı. Anam beni İhsaniye Camii İmamı Hüsnü Hoca’ya (Başarı) Kur’an öğrenmem için gönderdi. Orada okurken jandarmalar baskın yaptı. Hocayı sıkıştırdılar. Hoca da bize: “Bir daha gelmeyin.” dedi. Oraya bir daha gidemedim. Ertesi sene okullar açılınca, babam olmadığı için, gene kimse benimle ilgilenmedi. Ben de okumayı çok istiyordum. Evden kafakağıdımı alıp, Bahçe Okulu’na gittim. Öğretmene: ”Ben okula kayıt olacağım.” dedim. O da: ”Okul açılalı çok oldu, şimdi kaydedemeyiz.” dedi. Ben de kaydolmak için ısrar ettim. Öğretmen: “O zaman elliye kadar say bakalım!” dedi. Ben de bir çırpıda saydım; o da kaydetti. Dördüncü, beşinci sınıfları Gır Mettap’da (Akçeşme İlkokulu) okudum. Sonra ortaokula gidip orayı da başarıyla bitirdim. Bolvadin’de lise olmadığı için gidemedim.

   ASKERLİĞİ NEREDE YAPTINIZ?

   Askerlik zamanım gelinceye kadar üç kardeş çiftlikte çalıştık. Askere gitmeden bir sene önce evlendim. Dört kız; bir oğlum var. Oğlum Bekir, astsubay emeklisi… 1952 yılında askere gideceğim gün, şubeye gittim. Orada asker elbisesi, parke, ayakkabı verip beni giydirdiler. Oradan toplu halde İmaret Camii’ne getirdiler. Camide ezan okunmuyor; namaz kılınmıyor; ibadet yapılmıyordu. Bizi oraya kapattılar. Sonra arabalara bindirip tren istasyonunu getirdiler. Oradan, yük konan kara vagona doldurup kapıyı kapattılar. Bu vaziyette Eskişehir’e kadar geldik. Oradan İzmir’deki birliğimize gittik. İzmir’de on aylık eğitimden sonra bizi Kore’ye gönderdiler.

   Askerde geçen bir hatıramı anlatayım: İzmir’de Tilkilik Camisi vardı. Dışarı iznine çıkınca vakit namazı kılmak için camiye girdim. Giydiğim botun içindeki çorabımı, camiyi kokutmasın diye çıkarıp botun içine koydum. Camiden çıkınca benim botun ve çorabın yerinde yeller esiyordu. Oradan bir takunya giyip yalınayak takuduk-tukuduk birliğime gittim. İçtimada benim ayağımı gördüler, yüzbaşının yanına gönderdiler. Ceza alacağımı zannederek komutana durumu anlattım. O da, kızmadı. Allah razı olsun, ayağındaki botu çıkarıp bana verdi.

   KORE MACERANIZI ANLATIR MISINIZ?

   Askerliğim sırasında Kore Savaşı devam ediyordu. Bizi topladılar: “Kore’ye gitmek isteyen ayağa kalksın!” dediler. Ben gibi ayağa kalkanları ayırdılar. Sekiz ay şoför eğitimi gördükten sonra, Amerika’nın on bir katlı “Leroy Eltinge” adlı gemisine bindirdiler. Çok büyük bir gemiydi. Dört katı yatakhane, iki katı hastane idi. İki katında da sinema vardı. 4500 kişilik idi. Hint Okyanusu’nda giderken çok dalga oluyordu. Üç gün yemek yiyemedik ama gene de neşeli bir yolculuk oldu. Kore’ye, hiç karaya çıkmadan bir ayda vardık. Karaya ayak basınca trene bindirdiler. Trende giderken etrafı seyrediyorduk. Şehirlerin her tarafı yanmış yıkılmış, virane olmuştu. Orada oto bölüğüne ayırıp, araba garajı çavuşu yaptılar. Kısa süre sonra da ateşkes ilan edildi. On iki ay görev yaptıktan sonra yurda döndük.

   O ZAMAN ÇİFTLİĞİNİZİN DURUMU NASILDI?  

   Askerden gelince çiftlikteki işlerimizi takip ettim. Yanımızda, Cılkların ve Hasan Hüseyin KOYUNCU’nun çiftlikleri vardı. Bizim çiftlikte, 3 bin koyun ve 50-60 yılkı atı vardı. On beş kadar çobanımız vardı. Hayatımız devamlı çiftlikte geçerdi. 1942 yılında “varlık vergisi” çıktı. O yıllarda ektiğimizi hep devlete verdik. Çoğunlukla çiftlikte kalırdık. Bolvadin’e İhtiyacımız olduğu zaman gelir; ihtiyacımızı görür geri dönerdik. O zaman Bolvadin’de çok az kişide traktör vardı. 1965’de, acente ilk traktörü alıp Çarşı Camii’nin önüne koymuştum. Herkes başına toplanmıştı. Halen aynı traktörü kullanıyoruz. 1994 yılına kadar ağabeylerimle birlikte hiç problemsiz ortaklık ettik. Çocuklar büyüyünce ayrıldık.

   ÇEŞİTLİ LAKABINIZ VAR, BU NEREDEN GELİYOR.

   Bizim sülalenim üç tane lakabı var. Bunlar: “Hacıyunuslar, Hüsemler ve Gemidelenler”dir. “Yunus” ve “Hüsem” atalarımızın isimleridir. “Gemidelenler” ise bir macera sonucu konmuş. Atalarımız üç asır önce Antalya’nın Korkuteli ilçesinden buraya gelip yerleşmişler. Sarıkeçili Aşiretine mensuplarmış. Orada iki aşiret arasında kavga çıkıyor. Devlet, husumetin devam etmemesi için bizim aşireti gemiyle Kıbrıs’a sürgüne gönderiyor. Yolda bizimkiler gemide isyan çıkarıp kaçıyorlar. Sonra gelip, bizim şimdiki çiftliğin biraz ilerisindeki “Emeceler” dediğimiz bölgeye yerleşiyorlar. Gemiden kaçtıkları için bu lakap takılıyor.

   ÇOCUKLARINIZI OKUTABİLDİNİZ Mİ?

   Ben ortaokulu bitirdikten sonra liseye gitmek istedim. Ağabeylerim, “Bize adam lazım” diye beni göndermediler. Askerden gelince polisliğe müracaat ettim. “Kazandın, Mart ta tayinin çıkacak.” dediler. Sonra “kazanamadın” dediler. İçimde hep okuma isteği olduğu için çocuklarımın hepsini de okuttum. Oğlum astsubay oldu; iki kızım öğretmen oldu; diğer iki kızım da liseyi bitirdiler. O günkü şartlarda Bolvadin’de üniversiteye giden kız sayısı sadece dokuz kişiydi. Ben, iki kızımı da gönderdim. Annelerinin de çok katkısı olmuştur. Ayrıca hepsi de Kur’an-ı Kerim okumasını bilirler.

   Bundan üç sene önce, İmaret Camii’nde ”Kur’an-ı Kerim Öğrenme Kursu” açılmıştı. Cami İmam Hatibi Ali Kurt kurs veriyordu. Ben de kursa devam ettim, Kur’an’ı orada öğrendim. Şimdi çok güzel okuyorum. Kurs hâlâ devam ediyor. Pazartesi, salı, çarşamba günleri yatsıdan sonra Kur’an-ı Kerim öğrenme; tecvit ve fıkıh dersleri veriliyor. Şimdi de, tecvit öğrenmek için oraya devam ediyorum. Öğrenmenin yaşı, sınırı yok…

   GENÇLİĞE MESAJINIZ NEDİR?

   Eskiden ne kadar zengin olursan ol, cebinde para olmazdı. Malın vardı fakat, paran yoktu. Şimdi herkesin parası var. Kimsenin kimseye eyvallahı yok… Gençlerin okuma imkanları da çok iyi. Bu iyi tarafı… Kötü tarafı ise gençler, “okuyorum” diye hiçbir şeye elini sürmüyorlar. Tembel yetişiyorlar. Harçlık için devamlı babalarının eline bakıyorlar. Okuduğu yerde çalışıp; hayatı öğrenmeleri de gerekir. Milletimizin çalışkan, inançlı gençliğe ihtiyacı var. Gelecek için ben bu konuda ümitliyim. Hepsine başarılar dilerim.