MAZHAR GÖNBE

 

   Şekercilerin Mazhar…91 yaşında…Yıllarca şeker mamülleri îmal etti. Bolvadin’de ilk kaymaklı lokumu yapan kişilerden…Sülale olarak, Afyon ve çevresinde bunlardan daha iyi lokum yapan yok…

   Mazhar Gönbe; sakin yapılı, edepli, ihlaslı, iyiliksever bir kişidir. Okumayı ve okutmayı çok sever. Kızlarının beşini de okutmuştur. Kimsenin etlisine-sütlüsüne pek karışmaz. Yıllarca kardeşleriyle birlikte hiç problemsiz bir şekilde çalışmış ve Bolvadin’e lokumu sevdirmiştir. Bazen çıkar; çarşıyı dolaşır… 26 torun sahibidir.

   HAYATINIZI ANLATIR MISINIZ?

   1924 yılında Bolvadin’in Mescit Mahallesi’nde dünyaya gelmişim. Babamın adı Hasan  Hüseyin…İlk zamanlar, tiftik, yapağı ve manifaturacılık yaptı. Sonra şekercilik yaptı. Beş oğlan, bir kız; toplam altı kardeşiz. Muzaffer, Necati, Sami, Ali, hepimiz de şekercilik yaptık. Dedemiz olan Abdil Hoca, medrese mezunu âlim bir kişi idi. Hattatlık özelliği de vardı. Çok güzel hat yazısı yazardı. Kendi el yazması Kur’an-ı Kerim’i vardır. Çarşı Camii’nde 40 yıl imamlık yapmıştır. Görevini bırakması sebebi ise ilginçtir.

   Bir kış günü dedem hastalanır; sabah namazında camiyi açamaz. Caminin açılmadığını gören cemaat, ellerine birer seccade alarak dedemin evine gelir ve kapısını çalarlar. Dedem, zorla kalkıp kapıya açınca: “Hoca, camiye gelmedin, namazı burada kıldır bâri!” derler. Bu, dedemin ağırına gider; cemaate gücenir ve o gün hak ile yaptığı görevini bırakır.

   OKULA GİTTİNİZ Mİ?

   Rahmetlik babam ileri görüşlü, aydın bir kişi idi. O gün için medrese mezunu azdı. Babam da medrese mezunu idi. Okumaya çok önem verirdi. Bu yüzden hepimizi de okuttu. “Okumuş esnaf olun.” derdi. Zafer Caddesi’nde şekerci dükkanımız vardı. Okul tatillerinde ve ilkokulu bitirdikten sonra, askere gidesiye kadar dükkanımızda çalıştım. Askerliğimi Balıkesir’de yaptım. 36 ay yapacağım, diye gittim. İkinci Dünya Savaşı devam ettiği için 46 ay yaptım.

   NE ZAMAN EVLENDİNİZ?

   Askerden geldikten sonra, Emirdağ’ına dükkan açtık. 1 sene sonra anam, Dedebekirler’in kızını tavsiye etti. Birbirimizi görmeden evlendik. Evlenirken bir çift gümüş bilezik; yarımlık küpe ve bir dövme takıldı. O zaman gelinlik yerine elbise dikilirdi. Gelini, Dattiri’nin Omar’ın üstü kapalı yaylı arabasıyla indirdik. Beş tane kızım var.

   ESKİDEN ÇOK GAZETE OKUR MUYDUNUZ?

   Sülale olarak okumaya çok meraklıyız. Gazeteye, “Millet Mecmuası”na ve Cennet mekan Necip Fazıl Kısakürek’in çıkardığı “Büyük Doğu” dergisine aboneydik. 1966 yılında rahmetlik Necip Fazıl Bolvadin’e geldi ve yıkılan Park Kahvesi’nde konferans vermişti. İçerisi tıka basa doldu; halk dışarıda kalmıştı. Rahmetlik, kalabalığı görünce: “Gençler hazır olun, artık uyanış başladı!” demişti. Necip Fazıl’ın, 25 Mayıs 1983’de ölmeden önce: “Demek böyle ölünürmüş!” dedikten sonra kelime-i Şahadet getirerek öldüğünü okumuştum. Rahmetlik Muzaffer Ağabeyim de cenazesine katılmak için İstanbul’a gitmişti.

   1974 yılındaki gazete de: “Bu yıl Hacca 120 bin Hacı gitti.” diye okumuştum. Maalesef kota yüzünden bu rakam bugün için çok düştü. Ben 1974’de Hacca giderken sınırda Araplar.”Haram!” diye orada kullanmak için aldığım gazeteleri yakmışlardı. Ne kafa!...

   BOLVADİN’E ŞEKERCİLİĞİ KİM GETİRDİ?

   Memleketimize şekerciliği ilk getiren amcam Abdullah Gönbe’dir. Amcam, askerde izin günlerinde bir şekerci ile arkadaş olmuş. Oraya gele-gide şekerciliği öğrenmiş. Askerden gelince de şekerci dükkanı açtı. Afyonlu meşhur Salih Şekerci ile lokum yapma yarışına giriyorlar. Bu şekilde şekercilik bütün sülaleye yayıldı. İlk zamanlar; kaba şeker, cizi şeker, reçel yapardı. Daha sonra 1955’de lokumculuğu öğrendi. İlk zaman ardıç odununu ince ince diler, şekere bandırır, camekana kor satardı. Şu an için, Afyon ve çevresi dahil, bizim lokuma çıkacak hiçbir lokum yok…Şu anda imalatını yapan amcaoğlum Faruk ve çocukları hiç hile bilmezler. O yüzden başarılı oluyorlar.

   BAKKALİYEYE NE ZAMAN DÖNDÜNÜZ?

   1960 yılında, 60 bin liraya çarşı içinde büyük bir dükkan satın aldık. Burada toptan ve perakende satış yapmaya başladık. Kardeşim Sami ve Ali’de, Emirdağ’ına dükkan açmışlardı. Burada 10 yıl çalıştıktan sonra, Bolvadin’e döndüler. Muzaffer ağabeyimizi hepimiz sever ve sayardık. Dükkanı idare eden o idi. Hesap işlerini çok iyi bilirdi. Kafası esnaflığa çok yatkındı. Çarşı içindeki dükkanda genellikle Muzaffer ağabeyim ve kardeşim Ali dururdu. Biz de, Tahtalı Camii karşısında olan imalathanemizde çalışırdık. Orada; lokum, kestirme, pekmez imal ederdik. Bizde kardeşler arasındaki bağ kuvvetlidir. Çok disiplin vardı. Aramızda münakaşa bile etmezdik. İnsan birlik olduğu zaman bir yerlere gelebilir. Dükkanda iken her aile, 1 hafta dükkana yemek verirdi. Yemek veren ailenin, mutlaka haftada bir defa yağlı yapması mecburiydi. Bükmemiz çok güzel olurdu. “Gönbelerin bükme” dedin mi güzel anılırdı.

   GENÇLİĞİNİZDE YAŞANTI NASILDI?

   Arkadaşlık, dostluk duyguları bu güne göre daha iyi idi. Pazar günü olduğu zaman Ganinin İhsan, Ganinin Mehmet, Ahmet Pektaş, Mustafa Tosuner ve diğer arkadaşlarla fırın eti verir; yerdik. Şimdiki Mezar Evleri’nin olduğu yerde Millet Bahçesi vardı. Herkes buraya ve Çaldıratmaz’a pikniğe giderdi. Piknikte bulgur pilavı pişirilir ve gölle kaynatılırdı. Horan Parkı yoktu. Horan, 1955 Yılında Kitapçı Süleyman reis iken yapıldı. Ağaçlarını da Ziraatçi Abdurrahim Gümüş dikti. Önceden, Horan Parkı’nın içinden su çıkar; bahçeleri sular; Aşağı Mahalle’ye kadar gelirdi. Orasının daha önce Gırdıgızılar’ın bahçesi olduğunu duydum. Onlar, Emirdağ’ının Horan Köyü’nden Bolvadin’e gelip yerleşiyorlar. “Horan” isminin de oradan geldiğini duydum. Onlar da soyadlarını “Horansuyu” olarak aldılar.

   MADDİ SIKINTILAR ÇOK MUYDU?

   Ben çocukken erkek-kız, delikanlı olasıya kadar fistan giyerdi. Çocuğun belini uzun fistan soğuktan korurdu. Şimdi eğilince çocuğun sırtı açılıyor. Çocuklarda yetti-bitti kaygısı olmazdı. Bazı çocuklar askere gidesiye kadar çom oynarlardı. Şimdi çocuk, küçük yaşta okul-dershane, derken büyük yükün altına giriyor. Şartlara göre mecburen böyle yapmak zorunda…Mahalle kavgaları olurdu. İki mahallenin çocukları birleşir; ellerinde taşlarla diğer mahalleyi basar; birbirine taş atarlardı. Herkes evde olanla idare ederdi. Çok çalışılırdı fakat herkes ancak karnını doyurabilirdi. “Deftere yazıver!” diyen çok olurdu. Kimisi verirdi, kimisi vermezdi. Bu günkü gibi müsriflikler yoktu. 

   Çocuklar, hastalıklara karşı dirençliydi. Her çocuk soğukta yalınayak gezer hasta olmazdı. Şimdi çocuklar hastalıktan kırılıyor. Bunun yanlış taraflarından birisi de; çocuk, “öhö!” dese, hemen doktora koşuluyor. Ben küçükken bizim mahallede, körpe çocuğu annesi, sokak çeşmesinin hatılına bandırıp çıkarıyormuş. Oradan geçmekte olan yabancı bir memur, kadına ne yaptığını sormuş. O da: “Hastalıklara karşı çocuğu çelikliyorum.” demiş. O memurun da yeni doğan çocuğu varmış. O da aynı yöntemi uygulamış; çocuk bir hafta sonra zatürreden ölmüş. Anne-baba nasılsa, çocuk da öyle oluyor.

   ESNAFTA DAYANIŞMA VAR MIYDI?

   Müthiş bir dayanışma vardı. Herkes birbirini kollardı. Kefil olurdu. Şimdi kefil olsan hapı yuttun. Evin-damın gider…İş kuracağa yardımcı olunurdu. Borç para çok verilirdi. Aşçı Hacı Mustafa, her gün 10-12 ihtiyaçlının karnını doyurur; çorba içirirdi. Kendisi de bizim dükkana gelir birkaç zeytin alır; ekmeğinen yerdi. “Yemeklerin kokusu beni tıkıyor.” derdi. Herkes, bizim her gün dükkanda, şeker-lokum yediğimizi zannederdi. Halbuki hiç ağzımıza sokmazdık.

   MİLLÎ BAYRAMLAR NASIL OLURDU?

   Millî bayramlarda, bilhassa Cumhuriyet Bayramı’nda Çarşı içine mutlaka tak kurulurdu. Takın içi ışıklandırılır; etrafı da çam yapraklarıyla süslenirdi. Hükümet binasının önüne, Taktaklar’ın köşeye, Şimdiki Ziraat Bankası’nın yanına tak kurulurdu. Geceleri fener alayları düzenlenir; mahalleleri gezerlerdi.

   Bizim mahalle’deki Çakmaklıların eve, 1921 ve 1922 yıllarında Mustafa Kemal, bir kış günü iki sefer gelmiş. Yanındaki diğer komutanlarla bu evde kalmış. Gündüz, çocuk-çoluk ve halk evin önüne toplanmışlar. Atatürk de kapının önüne çıkmış, çocuklarla kar topu oynamış, diye büyüklerimden duymuştum. 1933 yılında, Cumhuriyet’in 10. yıldönümünde de bu evin önünde bir hafta şenlikler yapıldı. Kaymakam Abdurrahim Bey de, şenliklerde bulundu. Oyunlar oynandı. Çalgıcı İbidik gırnata çaldı, herkes oynadı. Uzun boylu Saçlını Efe vardı. O güzel oynardı. Ayrıca; devlet görevlileri, civar köyleri müzik takımıyla birlikte ziyaret eder; bayramlarını kutlardı. Gittikleri otobüsler süslenir; otobüsün yan tarafına “Yaşasın Cumhuriyet” yazısı asılırdı. Çocuklara da şeker dağıtılırdı.

   ÖLÜMLE İLGİLİ DÜŞÜNCELERİNİZ NELERDİR?

   Ölümden kaçış yok ki!...Ama ölümü de istemeyeceksin. Ölüm mutlaka bir gün yakana yapışacak. Babam: “Oğlum, evdekilerle olsun, eşle-dostla olsun her gün helalleşin.” derdi. Telaş etmeye gerek yok. Ne güzel diyor Necip Fazıl: “Veren de O, alan da O,/ Nedir senden gidecek!/ Telaşını gören de,/ Can senin zannedecek!..” Allah, iman-ı kâmilden ayırmasın.