KÂMİL GÖKSU

 

   Zontur Kâmil…Seksen dokuz Yaşında…Çocukluk yıllarında gazoz sattı, kahvehanelere su taşıdı, bağ-bahçe işleriyle uğraştı. Ayrıca kahvehane işletmeciliği, hamam işletmeciliği, elektrikçilik ve tekel bayiliği yaptı.Bolvadinde ilk otomobil sahibi olan kişilerdendir.

   Kâmil Göksu; orta boylu, iri kemikli, sakalı ve bıyığı olmayan birisi…Devamlı ütülü elbise giyer ve yaşına rağmen kravat takmayı bırakmaz. Üst-baş temizliğine karşı çok titizdir. Esnaflık yaptığı yıllarda omzunun sol tarafında devamlı temiz beyaz bir bez bulunduğunu; devamlı işyerinde temizlik yaptığını söyler. Yürürken, biraz eğilmiş omuzlarından dolayı yere bakarak; kısa adımlarla ve hızlı yürür. Toplumun renkli kişilerinden olup; güngörmüş birisidir. Şaka yapmayı sever…Sevenleri bazen şakalaşmak amacıyla devamlı ona takılırlar. Eskiden her gün çarşıya gelebilirken; şimdi yaşlılıktan dolayı salı ve cuma günleri gelebilmektedir. Sabahleyin, Lokantacı Arif’in işyerine gelip işkembe çorbasını içer; öğleyin ise yemeğini yiyip kahveye oturur. İkindinden sonra Berber Abdullah’tan traşını olup; evinin yolunu tutar.

   HAYATINIZI ANLATIR MISINIZ?

   1926 yılında Bolvadin’in Hacıhalife Mahallesi’nde dünyaya gelmişim. Babamın adı Abdürrahim…Babamın dükkanı yoktu. Hacıata’nın Han’da dibek taşında kahve döver; kahvecilere satardı. İki oğlan kardeşiz. Benim küçüğüm Abdil, ilkokul öğretmeniydi; vefat etti. İlkokulu bitirdikten sonra Gedikli (Uzman çavuş) olmak için imtihana girdim. Kazandım fakat sağlık raporu alırken problem çıktığı için buraya gidemedim.

   Ben küçükken evlerde ve kahvehanelerde çeşme yoktu. Herkes ihtiyacını sokak çeşmelerinden görürdü. Her mahallede en az iki-üç çeşme olurdu. Tarlalara su almak için yapılan sondaj çalışmaları bu çeşmelerin kurumasına sebep oldu. Ben de harçlığımı çıkarmak için dört boduç ile kahvehanelere devamlı su taşırdım. Salmagarı’nın Mevlüt’ün yemenici dükkanında çırak olarak çalıştım. Ayrıca, bağımız vardı orada çalışır, ot yolardım. Sandıkçılar’ın gazoz imalathanesi vardı. Oradan bir kasa gazoz alır; Çarşı Camii’nin önünde satardım. Askere gidesiye kadar bu şekilde çalıştım.

   ASKERLİĞİNİZİ NEREDE YAPTINIZ?

   Atlı süvari ve Albayın postası olarak, 36 ay Ağrı’da askerlik yaptım. Üç sene boyunca memlekete gelemedim. Gelmek için para yok, kardan devamlı yollar kapalı, izin de vermediler; bu yüzden gelemedim.

   ASKERLİK DÖNÜŞÜ NE YAPTINIZ?

   Askerden gelince Gazi BİRCAN’la birlikte Emirdağ Caddesi üzerinde kahvehane açtık. Burayı üç sene işlettik. Sonra evlendim. Üç kız, iki oğlan beş çocuğum var… Büyük oğlum Abdürrahim taksicilik yapıyordu, emekli oldu. Küçük oğlum Musa ise yetiştirme yurdunda şoför idi, o da emekli oldu. 17 tane de torunum var.

   İmaret Hamamı yıkılmadan önce 1 sene orayı işletip, Hamamcı Kadir’e devrettim. Kahvecilik işinden sonra elektrikçilik işine girdim. Sami Hıdıroğlu elektrik işlerinde çalışmış. Bana, ortak elektrikçi dükkanı açalım, dedi. Ben de kabul ettim ve 1958 yılında, bedesten içinde dükkanı açtık. Burada üç yıl çalıştıktan sonra “Burada gizbede kalıyoruz.” diyerek; İstasyon Caddesi üzerinde bir dükkan kiralayıp çalışmaya başladık. Dükkanın ismini de: “Işık Elektrik” koyduk. Burada beraber altı sene çalıştıktan sonra ben ayrıldım ve Zafer Caddesi’ne dükkan açtım. Daha sonra, şimdiki Star Kuyumcusu’nun olduğu yere taşındım.

   O ZAMAN ELEKTRİKÇİ KİMLER VARDI?

   O zaman elektrikçi, Karamahmut’un Şerafet ve Sıtkı Sayın vardı. Belediyeye girmeden önce Tığlı Kadir benim yanımda çalışırdı. Elektrikçiliğe başladığım yıllarda neredeyse Bolvadin’in yarısı evine elektrik almamıştı. İlk zamanlar normal ampuller vardı. Floresan lambalar sonradan çıktı. Ayrıca Nuri Taktak radyo satardı. Ondan radyo alıp ben de satardım. Sami iyi sanatkârdı, radyoları güzel tamir ederdi. O zamanlar lambalı ve pilli radyolar vardı.

   NE ZAMAN TEKEL BAYİLİĞİNE BAŞLADINIZ?

   1970 Yılında elektrikçiliği bıraktım, tekel bayiliği yapmaya başladım. Eski belediyenin altında, kasapların yanında dükkan tuttum; orada çalışmaya başladım. Daha önce müze olan, şimdi sinema olarak işletilen yer “Işık Sineması” idi. Sinemanın içi, gece tıklım tıklım dolardı. Sinemaya gidenler bizden avare alır giderlerdi. Çok avare sattık. Ayrıca yurtdışından gelen çaylardan satardım. Gece 01’kadar dükkan açık olurdu. Dükkanın üzerinde bulunan belediye penceresinden, çavuşlar kağıdı yırtıp benim dükkanın önüne atarlar; sonra gelip: “Yerlere kağıt atmışsın zabıt tutacağız.” diye şaka yaparlardı. Eskiden esnaflık çok zordu, küçük bir problemden dolayı ceza verilirdi.

   GENÇLİK YILLARINDA YAŞANTI NASILDI?

   Kimsede para yoktu fakat, herkes mutluydu. İnsanlar arasında samimiyet, dostluk vardı. Birbiriyle şakalaşmalar çok olurdu. Pazar günleri fırın eti verilir; Horan’a gidilip yenirdi. Cumhuriyet Bayramını seyretmeye Ankara’ya giderdik. Eyüp’te Cuma namazı kılmak için İstanbul’a giderdik. İnsanın unutamadığı bazı olayları da yaşadım. Yörükzâde’nin cenazesi 1957’de , Alaca Camii’nin içi cemaati almadığı için; cami önündeki sokakta kılındı... İlk benzinliği, Gemiciler şimdiki Ziraat Bankası’nın olduğu yerde açtılar… Çocuklar kız olsun; oğlan olsun fistancak gezerlerdi... Yazın, çok çocuğun ayağında ayakkabı olmazdı.

   Şimdi herkeste para var, bunun yanı sıra borcu olan kişi de çok…İnsanlar ölçüsüz ve hesapsız harcamalar yapıyorlar. Çarşıda gezenlere bir bak! Herkesin suratları asık; birbirlerine küs gibi gidiyorlar.

   “ZONTUR” LAKABINIZ NEREDEN GELİYOR?

   Aslında bize “Gökeseler” derler. Ben küçüktüm, Bolvadin’e elektrik yeni gelmişti. Arkadaşlarla yeni kurulmuş olan elektrik santralını görmeye gitmiştik. Elektrik üreten makineler kömürle çalışıyordu. Kaynayan suyun buharı motoru çalıştırıyor, elektrik elde ediliyordu. Buharlı motorlar “zontur zontur” diye ses çıkarıyordu. Orada bulunan arkadaşın birisi bana bu lakabı taktı. O günden beri de bu lakapla tanınıyorum. Lakap takmak en kötü bir şey…Cenab-ı Allah Hümeze Suresi’nde: “Lakap takanın; arkadan çekiştirenin vay haline!” buyuruyor. Bu yüzden, toplumumuzda bir hastalık haline gelen lakap takma ve dedikodu huyumuzu bırakalım.