KADİR SAV

 

   Datlıbubalar’ın Celep Gadir…91 yaşında…Yıllarca sığır çobanlığı yaptı. Hayvan yetiştirip; alıp sattı…İki yıl öncesine kadar ticaretin içindeydi. 25 sene önce hacc farizasını yerine getirdi.

   Kadir Sav; küçük, minyon tipli, atik, sakin yapılı, güler yüzlü, mütevâzi, soru sorulduğunda cevap veren muhterem bir kişi…Başından kasketi hiç çıkarmaz. Konuşurken karşıdaki kişiyi kırmamaya çalışır. Yaşına göre çok atiktir. Hatimle teravih namazlarını hiç kaçırmaz. 22 torunu vardır.

   HAYATINIZI ANLATIR MISINIZ?

   1924 yılında Bolvadin’in Bucak Mahallesi’nde dünyaya gelmişim. Babamın adı Abdülkadir...Çiftçilik yapardı. İkisi oğlan, dördü kız; toplam altı kardeşiz. Ömer ve Arif ağabeyim vefat etti. Çiftçilik yaparlardı. Benim küçüğüm Hüseyin, sağ; o da kasaplık ve celepçilik yaptı.

   5 yaşında iken babamız vefat etti. Hepimiz dökülüp kaldık. Ben babamı pek bilmem. 6 çocuğu anamız büyüttü. O yüzden hayat mücadelesine erken başladım. Babamızın olmadığından ve sıkıntılar yüzünden hiçbirimiz okuyamadık. Şimdiki vergi dairesinin olduğu yerde halkevi vardı. Devlet orada okuma-yazma kursu açtı. Öğretmeni Muallim Abdülkadir Baykara idi. Oraya bir müddet devam ettim fakat gene de öğrenemedim.

   ASKERLİK VAKTİNE KADAR NE YAPTINIZ?

   Babamız olmadığı için ve muhannete (namert) muhtaç olmamak için kardeş olarak hepimiz çalıştık. Anamız bize çalışmayı öğretti. Gençlik yıllarımda, her evde bir sağılır inek ve her mahallenin sığırı vardı. Sığır sahibi, 6 ay gütmesi için bir çobana belli bir ücret karşılığı verirdi. Bu sığır, Bolvadin’e 6 ay gelmezdi. Buna “yoz” denirdi. Bazıları da “sağın” dediğimiz 6 aylık bakması için çobana verirlerdi. Bunlar sağılır ineklerdi. Çoban inekleri sağar, tereyağı yapar, 10 kilosunu kendine ayırır; gerisini inek sahibine verirdi. Bir de “hergele” dediğimiz küçük hayvanları ve inekleri güden çobanlar vardı. Bunlar da, sabah sığırı götürürler, akşam getirirlerdi.

   SİZ HANGİSİNİ GÜTTÜNÜZ?

   Ben günübirlik giden sığırları güttüm. Günlük hayvan başına 5 kuruş ücret alırdım. Böcünün Hamit Akkuzu ile birlikte güttük. Ortalama 150 hayvan olurdu. Bizim mahallenin sığırı, sabah Sellikbaşı’nda birikirdi. Herkes sabahleyin sığırını buraya getirirdi. Buradan sığırları alır; Develi Akarçay’ın yakınlarındaki meralarda yayardık. Sabah giderken Allah ne verdiyse heybemizin gözüne kor; giderdik. Suyu Develi’den içerdik. O zaman Develi temiz akardı; boducumuzu doldururduk.

   BURADA BİR HATIRANIZ OLDU MU?

   Unutamadığım hatıra çok…Eskiden Türkiye’nin her yerinde gariplik vardı. Fukara çoktu. Evinde yiyecek ekmeği olmayanlar; kışın yakacağı olmayan kişiler pek çoktu. Kömür falan pek bilinmezdi. Bilinse ne, alacak parası yok ki! Neyle alsın?.. Ayrıca harmandan kalan “kes” dediğimiz diken ve ekin köklerini kışın yakmak için toplarlardı. Kadınlar; ben sığırı götürürken ve getirirken ellerinde cinganların ördüğü sepetlerle beklerlerdi. Hayvanın bokunu almak için kıçına tutarlardı. Yere düşen boku ise kapışırlar; yerdeki tozla top haline getirir, çitenlerine korlardı. Sonra bunu toprak sıvalı ahırlarının, samanlıklarını duvarına, kuruması için yapıştırırlardı. Ayrıca evdeki hayvan terslerini kasnak içine basarak tezek yaparlardı. Bunu da kışın ısınmak için; yağlı-yavan yapmak için yakarlardı. Bu yüzden hayvanın bokunu kapmak için çok kavgalar olurdu.

   Bir bahar günüydü, kasketi de yeni almıştım. Sığırı götürürken iki kadın yerdeki boku, sen alacaksın; ben alacağım; diye kavgaya tutuştular. Onları ayırayım derken bok dolu çiteni kafama geçirdiler. Üstüm başım berbat oldu. O günden sonra kadın kavgasına hiç karışmadım.

   ASKERLİĞİNİZİ NASIL YAPTINIZ?

   Askerliğimi Balıkesir’de 4 sene yaptım. Askere gitmeden bir gün önce evimize, atın üstünde tahsildar geldi “Yol parası şu kadar borcun var, ver!” dedi. Ben de: “Ne parası! Ben yarın askere gidiyorum.!” dedim ve askerlik kağıdını gösterdim. Bir şey demedi. Eğer paran yoksa, yanındaki askerlere emir veriyor ve dipçikle seni hükümet binasının altındaki bodruma kapatıp; veriyorlardı dayağı… Böcünün Ahmet’i parası olmadığı için dövüp bırakıyorlar; o da birkaç gün sonra öldü. Tahsildarlar birinin evine girmişler; ocaktaki bakır kabı, pilavıyla birlikte haczedip gitmişler. Ben askere gittiğimde 2. Dünya Savaşı oluyordu. Almanya, İtalya ve Japonya’ya karşı; Amerika, Rusya, Fransa ve İngiltere savaşıyordu. Türkiye’nin de savaşa girme ihtimali vardı. Savaş 6 sene sürdü. Bu yüzden 36 ay yapmam gereken askerliği, 4 sene yaptım. Sadece iki sefer izne gelebildim.

   ASKERLİK HATIRANIZ VAR MI?

   Çok hatıra var. Yaz günüydü. Balıkesir’de bizim bulunduğumuz karakolun yakınındaki bir köyde her sene belli gün şenlik düzenlenirmiş. O seneki şenliklere güvenliği sağlamak için, 9-10 kişi bir manga asker olarak biz gittik. Çeşitli oyunlar oynandı. Şenliğin sonunda 50 lira ödüllü koşu yarışı yapılacaktı. 50 lira da o gün için iyi para…“Katılmak isteyenler gelsin.” denildi. Başımızdaki çavuşa: “Çavuşum ben de katılayım mı?” dedim. Çavuş: “Geriye düşersin de askeriyenin şerefini batırırsın.” dedi. Sonra onu ikna ettim ve yarışa katıldım. Toplam 10 kişiydik. Varacağımız yere iki ağacın arasına urgan germişler, ağaçtan aşağıya da iple 50 lirayı sarkıtmışlar. İlk varan parayı alacak… Ben sığır güderken devamlı hayvanların arkasından koştuğum için idmanlıyım. Birinci olarak geleceğimi tahmin ediyorum. Yarış başladı; önce ben arkada kaldım; sonra atak yaparak, öbürleriyle 4-5 metre mesafe arayla birinci geldim ve parayı kaptım. Bütün toplananlar alkışladılar.

   İZİNE NASIL GELDİNİZ?

   Bu olaydan birkaç gün sonra sabaha karşı bir rüya gördüm. Rüyamda bizim evin samanlığının duvarı güldür güldür yıkıldı. Ter içinde korkuyla uyandım. Sabah ezanı okunuyordu. Hemen kalkıp namazımı kıldım. Rüya beni çok etkiledi. Sabah, komutanın gelmesini sabırsızlıkla bekledim. Komutanımız Afyonlu bir binbaşı idi. Komutan gelince hemen yanına girdim ve rüyamı anlatarak memlekete gitmek için 10 gün izin istedim. Binbaşı: “Kadir, biliyorsun savaş var; izin vermem imkansız.” dedi. O sırada karısı içeri girdi. Konuşulanları duymuş. “Ver bu delikanlıya izin!.. Benden de 5 gün…” dedi. Binbaşı da: “Git, yazıcıya 15 gün izin yazdır.” dedi. Ben dışarıda yazıcıya iznimi yazdırırken, binbaşının hanımı yanıma gelerek: “İstediğin zaman gel. Yol paran var mı?” dedi. Ben de cebimdeki 50 lirayı çıkarıp göstererek: “Şenlikte birinci gelmiştim. Oradan kazandığım para var.” dedim.

   Hemen otobüse binerek Bolvadin’e geldim. Bucak aralığına döndüğümde, karşımda komşumuz olan Vedia, beni görünce ağlamaklı bir sesle: “Anan bi seni göreydi!” deyince dünyam başıma yıkıldı. Hemen eve koştum, baktım anam yok. Zaten yetim büyümüştüm şimdi bir de öksüz kaldım. Anam, benim rüyayı gördüğüm gece ölmüş. Samanlığın duvarına baktım, rüyamdaki gibi yıkılmış. İznim süresince anamın mezarını ziyaret ettim, yıkılan duvarı yeniden yapıp, birliğime döndüm.

   NE ZAMAN EVLENDİNİZ?

   Ben askerdeyken ağabeyim Ömer evlenmiş. Sırayla evlendik. Anamız bize kimseye muhtaç olmadan çalışarak yaşamayı öğretti. Para kazanmak için zor işler yaptım, kışın buzun içinde kamış biçmeye gittim; yayan, Ilgın’dan buraya hayvan getirdim. Komşumuzun kızıyla evlendim, mutlu bir evliliğimizden dört çocuğumuz oldu. Bunları üçü kız; biri oğlan…Oğlum Mevlüt, adliyede memurdu; emekli oldu.

   CELEPÇİLİĞE NASIL BAŞLADINIZ?

   Celepçilik yapabilmek için sermaye lazım. Bu sermayeyi kazanmak için zor işlere girdim. Bazı kasaplar ve celepler başka şehirlerden de hayvan alıyorlardı. O günkü şartlarda hayvanı getirecek vasıta yok. Peki ne olacak? Hayvan mecbur yayan getirilecek. Ilgın tarafında hayvan çoktu. Oranın pazarından bir gün önce Ilgın’a gider; handa yatıp pazarı beklerdik. Böcünün Hamit’le birlikte, bizim kasapların aldığı 15-20 hayvanı birbirine bağlar; önümüze katar; Bolvadin’e getirirdik. 2-3 günde hayvanları dinlendire dinlendire anca gelirdik. Akşehir’de handa yatıp tekrar yola çıkardık. Yolda hayvan bazen doğum yapardı, bazen hastalanırdı.

   HASTALANINCA NE YAPARDINIZ?

   Bir hatıramı anlatayım. Bir gün gene hayvanları getirirken, Develi’ye yaklaşmıştık. Hayvanın birisi yere düştü, ölecek. Yanımda da bıçak yok. Ne yapacağımı şaşırdım. Orada tarla süren Kalayhüseyinlerin Hüsnü’yü gördüm. Ona bağırdım. Hayvan mundar ölecek. Ölürse parasını bana ödettirirler. Allah razı olsun elinde bıçakla koşarak geldi; hayvanı kesti. Gölden, üç kişi arabayla geliyorlardı; onları durdurdum. Hepimiz hayvanı kaldırıp arabaya yükledik. Diğer hayvanlarla Bolvadin’e geldik. Kestiğimiz hayvanın sahibi kasap, bana kızarak: “Sen değnek vurup öldürdün!” dedi. Paramı vermemek için böyle yapıyordu. Kavgaya tutuştuk, araya girdiler. Ertesi gün paramı aldım.

   BİR GÜNÜNÜZ NASIL GEÇİYOR?

   Bundan iki sene öncesine kadar çalışıyordum. Allah’a şükür sıhhatim yerinde. Bunu da çalışmaya borçluyum. Çalışmakla insana bir şey olmaz. Çalışarak kimseye muhtaç olmadım. Kimseye “Borcun var!” dedirtmedim. Çocuklarımı da bu şekilde yetiştirdim. Sabahleyin sabah namazından sonra çorba içerim. Eskiden beri hep böyle yaparım. Camime namazıma dikkat ederim. Namaz insanı dinç ve zinde tutar. Ne olursa yerim, yemek seçmem. Gıybet etmem ve gıybeti de sevmem. Genellikle oğlum Mevlüt’ün yanında dururum. Kızlarımı sırasıyla dolaşırım. Hepsi de yollardan karşılarlar. Allah çocuklarıma ve bütün Ümmet-i Muhammed’in çocuklarına hayırlı ömür versin. Kimseyi kimseye muhtaç ettirmesin.