KADİR İNAN

 

   İlanlının Hacı Gadir… 88 yaşında…Ömrünün yarısını çiftçilikle, yarısını da ticaretle geçirdi... Un, yağ, yem, kepek sattı.

   Kadir İnan; uzun boylu, zayıf yüzlü, yeşil gözlü, beli biraz eğilmiş, hafif sakallı birisidir. Çok sakin ve sessiz bir kişiliğe sahiptir. Ağzından sunumunu alsan bir şey demez. Dini bütün, mülâyim, iman ve ihlas sahibi bir kişidir. Ömründe sigara ve içki içmemiştir. 18 yaşından beri, namazını aksatmadığını söyler. Çarşı Camii karşısındaki dükkanını, oğlu İbrahim’le birlikte açar; akşama kadar tesbih çekerek zikreder. Sağlığı yerinde olup; kulağının ağır işitmesinden dolayı, camide namaz surelerini, duaları sesli okur. Torunlarının çocuklarıyla birlikte, 66 torunu vardır.

   HAYATINIZI ANLATIR MISINIZ?

   1927 yılında Bolvadin’in Alaca Mahallesi’nde dünyaya gelmişim. Babama, “İlanlının Hacı Musa” derler. Babam Gıllaklar’ın Han’da tiftik, yapağı ticareti yapardı. Tarlamız, hayvanlarımız çoktu. Kendimiz işlere yetişemez; hizmetkâr tutardık. Lakabımız olan “İlanlı” kelimesi ise dedemden gelmektedir. Dedem, yılanlardan korkmazmış. Bir zaman çok sıcak olmuş; şehri yılanlar basmış; evlere girmiş. Hemen dedemi çağırırlar, o da yılanları tutar; kıra bırakırmış... İki kız, bir oğlanız… İlkokulu, üçüncü sınıfa kadar okudum. Dördüncü, beşinci sınıflar başka okulda okunduğu için gitmedim. Bir evin bir oğlu olduğum için bütün tarla-takka işlerine ben bakıyordum.

   OKUMAYA HEVES ETMEDİNİZ Mİ?

   Ben gençken, belediye hoparlörü yoktu. Îlânları, belediye davulcusu, davuluyla mahalleleri gezer; bağırarak îlânı söylerdi. 15 yaşında idim. Tellal, okuma-yazması olanlar memur-polis olabilirler; İsteyenler müracaat etsin. diye bağırıyordu. Çok heveslendim; hemen babama söyledim. “Tarlalar, araziler, hayvanlar ne olacak? diye beni göndermedi. Babam çarşıda esnaf olduğu için; bütün tarla, arazi işlerine ben bakıyordum. Boş kalınca da dükkanda çalışıyordum. O zamanlar eve adam lazım olursa, oğlan çocuğunu erken everirlerdi. 18 yaşına gelince beni de komşumuz olan Ecinnilerin kızıyla everdiler. Görücü usulüyle birbirimizi tanımadan evlendik. Askere gitmeden önce bir kızım oldu. Allah bana 6 kız; 1 oğlan verdi. Oğlum İbrahim en küçükleridir. Bunun hikayesi de şöyle…Baştan itibaren hep kızımız oluyordu. Hanım, Allah’a bir de erkek çocuğumuzun olması için dua ediyordu. “Allah’ım, erkek çocuğum olasıya kadar doğuracağım!” diye ahdetti. Cenab-ı Hakk, yedinci çocuk olarak dualarımızı kabul etti, hemen kurban kestik. Şükürler olsun.

   ASKERLİĞİ NEREDE YAPTINIZ?

   Askerlik konusunda biraz şanslıyım; biraz da şanssızım. Askerlik şubesi, Eski Demirciler İçi’nde, köşedeki Kocatepe Kıraathanesi’nin üzerinde idi. Ecinniler’in Mehmet’le şube komutanı arkadaşmış. Ona beni söylüyor. Komutan da yoklamaya katılmamamı, iki gün sonra gelmemi söylüyor. Ben yoklama kaçağı olarak iki gün sonra gittim. Beni Afyon’daki birliğe gönderdi. Orada benimle birlikte; İhsan Yazıcı ve Sıtkı Telli de vardı. Oradan da İzmir’e üç aylığına “Muhabere” kursuna gönderdiler. Kurstan sonra çavuş olarak Afyon’a döndüm.

   Askerliğimizin bitmesine iki gün kala, bizden silahlarımızı teslim aldılar. Terhis olmadan bir gün önce davul-zurna takımı tuttuk. Gece geç vakte kadar oynadık, eğlendik. Ertesi gün erkenden kalktık, teskerelerimizi almayı beklerken, bize silahlarımızı geri teslim ettiler. Sebebi ise, Kore Savaşı çıkmış. Bizim birliğin de savaşa katılma ihtimalinden dolayı, bizim askerlik uzadı. Altı ay sonra teskere alabildik.

   ASKERDEN SONRA NELER YAPTINIZ?

   Askerden gelince çift-çubuk işlerine geri başladım. Tarlalarımızı iki çift atla sürüyordum. Çok uğraşıyordum. Bolvadin’de traktör yoktu. Ecinniler’in Mehmet’e dedim. O da beni teşvik etti. Eskişehir’den traktör getirmeye karar verdik. Trenle Eskişehir’e gittik; araştırdık. Bayisinden “Fendt” marka traktörün pazarlığını yaptık, aldık. Gazyağı ile çalışıyordu. Trenle traktörü Çay İstasyonuna gönderdiler. Traktör gelince, İstasyona gidip traktörü akşamleyin getirdik, evin önüne koyduk. Sevinçten uçuyor; babam ne diyecek, diye de korkuyordum. Gece sabaha kadar sevinçten uyuyamadım. Sabahleyin babam dükkanı açmak için evden çıkınca, traktörü kapının önünde gördü. Hemen beni çağırdı. “Bu ne len!...” dedi. Ben mahçup bir şekilde, satın aldığımı söyledim. Kızdı, bağırdı, ortalığı yıktı. Ecinnilerin Mehmet  : “Parasını ben vereceğim.” dese de ikna edemedi. “Hemen bunu götürüp vereceksin!” dedi. Ben de mecburen bayi ile irtibata geçtim ve gelen traktörü trenle geri gönderdim. Babam bir müddet benimle konuşmadı. Eski adamlar pek yenilik taraftarı değillerdi. Borçlanmaktan çok korkarlardı. Babamın korkusu da buydu.

   SONRA TRAKTÖR ALDINIZ MI?

   Babam traktörü gönderttikten sonra, arazisi çok olan kişiler traktör aldılar ve faydalarını babama anlattılar. Bu olaydan iki sene sonra babam, traktör almama razı oldu. Apıklardan ikinci el olarak traktör aldık. Üç silindirli küçük traktördü. Bunu her yerde kullandık. Tarla sürmenin yanı sıra; harmanda da kullandık. Ekini, geniş bir şekilde harman yerine serdikten sonra, traktörün arkasına üç tane düven bağlayıp; düvenlerin üzerine büyük taşları koyup sürerdik. Herkesten önce harmanımızı bitirirdik.

   1969 yılında karapatos makinesi de aldım. Samanı, buğdayı beraber çıkarırdı; sonra savururduk. Çok kişi bilmezdi. Ne çabuk harmandan kalktınız! derlerdi. Harman zamanı köyden-kentten gelen orakçılar Çarşı Camii’nin önüne sıralanırlardı. Bir gün önce gelir, handa yatarlardı. Ekin biçmeye götürecek kişileri belirleyip, bir gün önceden, gelmemezlik etmesin diye, orağını elinden alırdık. Çoğu işe gitmek için orağı önüme atarlardı.

   Tarlaya götürdüğümüz kişilerin çalışma şekline bakar; ertesi gün gelmesini söylerdik. Arada kaytaranlar, işi yavaşlatan olursa ona: “Sana daha iyi ücret verecek yer var. Yarın oraya gider misin?” diye sorduğumuzda o kişi memnuniyetle: “Olur giderim!” derdi. Ben de: “İstasyonda tren tekeri şişirtiyorlar; orada iki misli para veriyorlar.” der gönderirdim.   ESKİDEN YOKLUK VAR MIYDI?

   Zengin de, fakir de aynı yaşardı. Ne kadar varlıklı da olsak, fakir gibi çalışırdık. Çok çalışılırdı fakat az kazanç olurdu. Köylü, Bolvadin pazarına bahçesinden topladığı yeşillikleri bir gün önceden eşekle getirir; odalarda yatar; sabahleyin pazarda satardı. Aldığı üç kuruşla da evinin ihtiyacını alır giderdi. Gaz lambasının bacası bile hazine gibi kıymetliydi. Zavallı, kırılmasın diye bacanın içinden ip geçirir; boynuna asar; öyle götürürdü.

   Pilli radyo yeni çıkmıştı. Taktağın Nuri’den, içine altı tane büyük pil konan radyo satın aldım. Babama sürpriz yapayım, diye göstermedim. Ekim ayıydı. Hava güneşliydi. Ertesi gün tarlaya giderken heybenin bir gözüne yiyeceğimizi, diğer gözüne beze sardığım radyoyu koydum. Tarlayı sürdük, Hafız Ali Osman’ın Çarşı Camii minaresinden okuduğu ezan, bizim tarlaya kadar gelirdi…Onun ezan sesini duyunca işi bırakıp; abdestimizi aldık, namazımızı kıldık. Hendeğe oturduk, ben yiyeceğimizi çıkarttım, yemeğe başlarken radyonun sesini de açtım. O sırada Hacer Buluş “Hastane önünde incir ağacı…” türküsünü söylüyordu. Babam türkü sesini duyup radyoya bakınca, bana birden yumruğu patlattı. Ben bir tarafa gittim; radyo bir tarafa gitti. Biraz sonra ajans (haberler) çıkınca hoşuna gitti. Bir müddet sonra da radyoya el koydu.

   HAYVANCILIK DA YAPTINIZ MI?

   Çocukluğumdan beri hayvanlarımız vardı. Gençlik yıllarında genellikle kurbanlık besledim. Beslediğim kurbanları bayrama yakın, süre süre istasyona götürür; oradan vagonlara yükleyip İstanbul’a götürürdük. Orada karşıya geçirmek için, “mavna” denilen deniz taşıtıyla karşıya geçirir; Fatih Camii bahçesinde satardık. Şimdi gene kurbanlık besleyip burada toptan veriyoruz.

   ESNAFLIĞA BAŞLAMANIZ NASIL OLDU?

   1970’de mide ameliyatı oldum. Doktor, traktöre binmeyeceksin! dedi. 1963 yılında şimdiki oturduğumuz dükkanı satın almıştık. Dükkanımız olunca esnaflık yapmaya karar verdim. Çiftçiliğe uygun olan; un, yağ ve küspeyi toptan satmaya kararlaştırdım. 1973’de dükkanımızı açtık. O zaman herkes evinde hamur katardı. Çarşı fırıncıların sattığı “Francala” dediğimiz ekmeği genellikle yabancılar alırdı. Çarşıdan eve ekmek götüren kişi, ayıplamasınlar, diye ekmeği saklı götürürdü. Kış ağzında herkes kışlık 8-10 çuval ununu, 5 teneke yağını, sabununu alırdı. İşlerimiz çok iyi gitti. Daha sonra herkes günübirlik yaşamaya başlayınca, bizim satışlarımız düştü. Biz de ağırlıklı olarak hayvan yemine döndük. Oğlum İbrahim işimizi takip ediyor.

   İHTİYARLIK NASIL GEÇİYOR? ÖLÜMÜ DÜŞÜNÜYOR MUSUNUZ?

   “Hayatla merhabam daha dün gibi;/ Son sürat durmadan geçti seneler./ Ardıma bakınca bir tek gün gibi;/ Farkına varmadan geçti seneler.” Bakanın varsa yaşlılık güzel…Kimse yaşlanmak istemez, ama elde değil…Allah’a şükür elim-ayağım tutuyor. Kendi işlerimi kendim rahatlıkla görüyorum. Şuraya yatsan da kalkamasan çok kötü! Oğlum, kızlarım, damatlarım hep emrime oynarlar. Allah yatırmasın, iki gün yatak; üçüncü gün kara toprak nasip etsin. Ölüm beni korkutmuyor. Çünkü gideceğim yer buradan çok daha güzel. Yeter ki imanla gideyim.