ABDULLAH NOKAY

 

 

   Abdullah NOKAY… Tekarabacı Tatarın Abdullah…Nazar değmesin diye yaşını söylemiyor. Yıllarca arabacılık etti. Daha sonra işlerini geliştirerek; taksicilik, kamyonculuk ve otobüsçülük yaptı.

  Abdullah NOKAY; orta boylu, normal kiloda, hafif renkli gözlü, yürürken ağır ve sağa sola yalpalayarak yürüyen bir kişidir. Başından şapkası eksik olmaz. Konuşurken sinirli gibi ve yüksek sesle konuşur. Çilekeş, gahrimen, derbeder birisidir. Yufka gibi yüreği vardır. Seveni çok olduğundan, bazen buna takılırlar. Gençlik yılları maceralı geçmiştir. Yokluklar ve zorluklar içerisinde yetişip, bir yerlere geldiğini söyler. En eski tekarabacılardandır. İki sefer Hacca gitmiş olup, altı torun sahibidir.

   HAYATINIZI ANLATIR MISINIZ?

   Bolvadin’in İmaret Mahallesi’nde, ???? yılında, dört kardeşin en küçüğü olarak dünyaya gelmişim. Babamın adı Tatarın Hasan Hüseyin…Tekarabacılık yapardı. İki kız, iki oğlan kardeşiz. Ağabeyim Kadir, memurdu vefat etti. İlkokulun ilk üç sınıfını Bahçe Okulu’nda okudum. Üç sınıflı ahşap bir okuldu. Arkasındaki küçük bahçesinde, bir akasya ağacı ve tek kişilik helâ vardı. Kız-oğlan bu helâyı kullanırdık. Dördüncü ve beşinci sınıfları, okulumuzun bitişiğine yeni yapılan Atatürk İlkokulu’nda okudum. İlkokul üçüncü sınıftan itibaren araba daddemeye başladım.

   BABANIZDAN BAHSEDER MİSİNİZ?

   Babam, 1906 yılında Kırım’da dünyaya gelmiş. Rusya’nın Türkiye’ye en yakın bölgesi, Türklerin yaşadığı Kırım’dır. 1917 yılında Rusya’daki Komünist ihtilâlinden sonra, zulüm altında olan Kırım Türkleri Anadolu’ya kaçmışlardır. Ruslar, o gün için 11 yaşında olan babamın ailesini öldürüyorlar. Babam da, diğer kaçanlarla birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkim olduğu Anadolu’ya gelip, Bolvadin’e yerleşiyor. Ekmekçiler’in Hacı Ahmet’in ailesi babama sahip çıkıyorlar. Babam onların yanında çalışıyor. Askerlik vakti gelince, İzmir’de dört sene askerliğini yapıp geliyor. Babam askerden gelince, Ekmekçilerin Hacı Ahmet’in ailesi, mahallelerinde babası olmayan bir kıza talip oluyorlar ve babamı evlendiriyorlar. Babam daha sonra tekarabacılık yaparak ömrünü sürdürdü. 59 yaşında vefat etti. Fakir bir aileydik fakat zengin de çoktu. Şimdi eski zenginlerin hiçbirisi kalmadı. Bazı zenginler iflas ettiğinde ben üzülürdüm. Babam da: “Sel gider, kum gider fakat büyük taşlar kalır. Zenginler ne kadar iflas etse de, gene dalgasını düzeltir. Zengine, iflas etmiş diye o kadar acıma! Senin neyin var! Bir uyuz beygirin var! Ölse hâlin ne olacak!” derdi.

   İLKOKUL SONRASI NE YAPTINIZ?

   Okulda iken fırsat bulduğumda araba datterdim. Okuldan sonra babam başka işlere gittiği zaman arabayı bana verirdi. O zaman arabalar şimdiki gibi yaylı değildi. Tekerini çevreleyen demir vardı. İçindeki kişiyi hoplatırdı. Gebe garı binse çocuğunu düşürürdü. Böbrek taşı olana iyi gelirdi. Ben küçükken babam, sebzecilerden mal alır, bunu köylerde satıp gelirdi. Ofis’in buğdayını arpasını Emirdağı’na, Eskişehir’e taşıdı. Dönüşte Ekmekçiler’in Hacı Ahmet’e ve Bakkal Ofis’e; harup, incir üzüm getirirdi. Ben 18 yaşında iken babam vefat edince, evin yükü bana bindi. Askerliğime kadar arabacılığa devam ettim. Askerliğim İzmir’e çıktı. Babam da, ağabeyim de, ben de askerliğimizi İzmir’de yaptık. Askere gitmeden, atı arabayı sattım. Parasını anama verip; ben gelesiye kadar bir müddet bununla idare edin, dedim. Anam, başkalarına çeki-çorap örerdi. Çapaya giderdi. Bazen hocalığa giderdi. Ben giderken: “Askerliğe hile etme oğlum!” dedi. Askerde, Hacılarkırı yeni inşa ediliyordu. Orada inşaatta fedakârca çalıştım. Beni başka yere göndermediler. Cebimde harçlıksız askerliğimi bitirdim. Şambali satılırdı, canım kalırdı alamazdım. Çay içerlerdi, ben bakardım. Askere maymun gibi gittim, tavşan gibi geldim.

   NE ZAMAN EVLENDİNİZ?

   Sen benim dertlerimi depreştirdin. Fakirlik kadar zor bir şey yok. İki göz toprak evimiz vardı. Birinde beygir dururdu; birinde biz altı kişi dururduk. Fukara çocuğuyum; sap-saman yok; inek-öküz de yok. Günlük ne kazandıysak o…Evlenmek için de çok uğraş verdim. Askerden gelince anam isteyiciye gitti, kimse vermedi. Anam ölünce ablam isteyiciye gitti, gene kimse vermedi. Yaşım 29’a geldi evlenemedim. Emsallerimin çocukları koca koca oldu, bu benim ağırıma gitmeye başladı. İsteyici gittiğimiz yerler: Evi yok, damı yok; tarlası yok, takkası yok; parası yok, pulu yok; bugün iki kişiler, yarın beş kişi olacaklar. Kızımı neyle geçindirecek?” diyorlardı. Rakı bilmem, kumar bilmem, zina bilmem, kavga bilmem, dövüş bilmem! Adamlar bunlara bakmıyorlar; mal-mülk arıyorlar. Adam evinde hasırın üstünde oturuyor; gene kızını vermiyor.

   Son olarak umudumu kestiğim bir anda ablam, Hacımuratlar’ın Mustafa’nın kızını istemeye gitti. Mustafa ağabeyimi iyi tanırdım. Sakin, temiz, ihlaslı bir kişi idi…O: “Aslan gibi çalışkan oğlan…Ekmeğini taştan çıkarır; çocuğunu-çoluğunu besler. Bir yetimi sevindirelim.” diye kızını verdi. Birbirimizi görmeden evlendik. Melek gibi hanımım var. Allah, iki kız, bir oğlan verdi. Oğlum Hasan, baba mesleğini seçti; şoförlük yapıyor. Damatlarımdan da çok memnunum.

   TEKARABACILIK ZOR MUYDU?

   Kolay bir meslek değil. Kışın karda-yağmurda; yazın güneşin altında hep sokaktasın. Kışın hava soğuk, kar diz boyu, bugün çalışmayayım, diyemezsin. Çalışmazsan ne yiyeceksin? Elin adamı bir dilim ekmek vermez. Muhannete muhtaç olmaktansa çalışmak lazım.

   Önce “tatararabası” dediğimiz yaysız, demir tekerli araba koştum. 1966 yılında yaylı araba çıktı. Bu arabayı, Afyon’da ve Akşehir’de yaparlardı. Bir de “prişka” dediğimiz yaylı, üstü çadır örtülü araba vardı. Gelin, bununla indirilirdi. Gelin, bu arabayla giderken, arkasından ben de kendi arabama iki döşek, iki yorgan, bir sandık yükler giderdim. Ben çocukken beş tane fayton vardı. Bazen, gelin bununla da indirilirdi. Genellikle zenginler buna binerdi. Kart Musa’nın Kadir, Madanın Ali, Yanaroğlu’nun Ahmet, Cihangir Mahmut, H.İbrahim Soydan fayton sürerdi.

   O günün tekarabacıları ise: Tatarın Hasan, Tatarın Abdil, Tatarın Hacı, Uşaklının Nuret, Uşaklının Fahret, Uşaklının Ahmet, Uşaklının Mehmet,  Hamamcıların Hılmi, Acılının Ahmet, Topal Fahri, Goca İbreğem, Pipo Nuri, Yörük Ali, Gurcuvalı Kör Üseyin, Mevlüt İmre, Carullah Karadana…

   ASKER DÖNÜŞÜ NE YAPTINIZ?

   Askere gitmeden önce atı-arabayı sattığım için, ne yapacağımı şaşırdım. Önce, arabacı Süllü’nün arabayı yevmiye usulü kullandım. Uzun süre ellerin yanında beygir koştuktan sonra biraz para biriktirip, eski araba ve 65 liraya guldur bir beygir aldım. Evimiz yıkıldı. Ev yok, dam yok, beygir bağlayacak yer yok...Bu yüzden beygiri, Gıllaklar’ın Han’a geceliği 1 liraya bağlardım.

   Yörük Ali, Kör Üseyin, Mehmet İmre ve ben, Şimdiki Ziraat Bankası inşaatının kumunu, taşını, kiremitini taşımak için, Salimler’in açtığı ihaleyi kazandık ve bütün malzemeleri biz çektik. Sabah erkenden kalkar; Dişli Köyü’nden ince kum, Dibev’den çakıllı kum, tuğla ocaklarından tuğla getirirdik. Bolvadin’de girmediğim mahalle, gitmediğim ev yok. 10 Sene evlere kömür çektim. 1 tondan fazla kömür alan kişi nadir olurdu. Gazyağı, variller içinde İstasyona gelirdi. Oradan varilleri yükler, şimdiki Ziraat Bankası’nın olduğu yerdeki Gemiciler’in Petrole getirirdim. Gazyağı kıymetliydi, oradan herkese fişle dağıtılırdı.

   Herkesin evi toprak olup, üstü düz damdı. Çobanlar’dan ve Sanayinin arkasındaki “Felfeli” denilen yerden çorak getirir, damlara atardım. Hacılar, Hacca giderken Çarşı Camii’nin önünde mola verirlerdi. Mola sırasında onları, Ceylâni’ye adam başı 25 kuruşa götürürdüm.

   BOLVADİN DIŞINA DA ÇIKTINIZ MI?

   Taksi, sadece Saatçi Mevlüt’de vardı. Herkes işini tekarabayla görürdü. Hasta Afyon’a havale edildiyse, hastanın döşeğini yorganını arabaya serer, çobanlar yolundan hastaneye götürürdüm. Hasta olanları, Sütçüler’e, Sarısarlığa, Karasarlığa, Kızlarevciği’ne götürürdüm. Köylerden koyun sütünü, sütçülere getirirdim. Yazın, arka yoldan günübirliğine kaplıcaya götürürdüm. Hava sıcak, toprak yol un haline gelmiş, varasıya kadar tozdan her yerimiz dolardı. Yanındaki adamı tanıyamazdın. Akşama doğru tertemiz bir şekilde arabaya doluşurlardı. Bolvadin’e geldiğimizde toz yüzünden herkes yeniden kirlenirdi.

   Testi ocakları fabrika gibi çalışırdı. O günün testicileri: Destici Hılmi, Hacı Gadir, Kör Tilki, Tintin Abdil’in kardeşi Hacı, Şükrü ve Rüştü Gümüş…Bunlardan; testi, boduç, hevik, eyşâmır çanağı alıp, Sultandağı köylerinde satar gelirdim. Ayrıca küpün biraz küçüğü olup üzerinde deliği olan yayık götürürdüm. Sütü bunun içine koyup devamlı sallarlar ve üstteki delikten çıkan yağını alırlardı. Turşu, küplerin içine kurulurdu. Küpün turşusu çok güzel olurdu.

   Bazen civardaki köylere, cami hayırı toplamak için giderdik. Köylünün verdiği arpayı- buğdayı çuvallara doldurur gelirdik. Bir gün, Çay’ın Pazarağaç köyü’ne hayır toplamaya gittik. Hayırımızı topladıktan sonra, beygirin yemesi için arpa vermişlerdi, onu beygire verdim. Oradan Bulanık’a vardığımızda beygir yere yattı ve ağzından köpükler çıkararak öldü. Herhalde zehirli arpaydı, diye şüphelendik. Benim dünyam başıma yıkıldı. Oradan bir vasıta bulup Bolvadin’e geldim. Borç-harç, alası-veresi guldur bir beygir satın alıp tekrar köye gittim ve arabayı getirdim. Şimdi beygirin altına, sokağı kirletmesin diye torba tutuyorlar. Eskiden adam torbayı götüne bulamıyordu, beygire nereden bulacak!  

   HIDRELLEZDE NE YAPARDINIZ?

   Toplumun çoğunluğu, hıdrellezi bayram havası ile karşılardı. Devamlı çalışan halk, üç gün dinlenir; şenlik ederdi. Hıdrellez gelmeden önce, piknik yerlerine götüreceğim kişiler randevu alırlar, ona göre liste yapardım. Piknik yeri olarak; şimdiki kütüphaneden Shell’e kadar olan yere, “Millet Bahçesi” denirdi. Şimdiki mezarlığın yakınlarına “Çaldıratmaz” denirdi. Alkaloid Fabrikası yolunda sulak bölge vardı, oraya da “Kırkpınar” denirdi. Zenginleri İstasyon’a götürürdüm. Garibanları; Millet Bahçesi’ne, Çaldıratmaz’a, Kırpınar’a götürürdüm. Zenginler Mekke göllesi, garibanlar buğday göllesi; zenginler yaprak dolması, garibanlar ilibada dolması yerdi. Benim de yaprak dolmasında falan canım kalır, mel mel bakardım. Kimse de: “Şunu da sen ye!” diye vermezdi.

   BAYRAMLARDA NE YAPARDIN?

   Bayramlarda çok sevinçli olurdum. Elin çocukları el öpüp para kazanacağım, diye uğraşırdı; ben ise çalışıp para kazanacağım, diye uğraşırdım. Anam bayramdan bir gün önce tepsiye pelteden dondurma yapıp, üzerini de pekmez ile süslerdi. Bayram günü çay tabağına kor, satardım. 5 kuruşa, 10 kuruşa “Develiye beş!” diye çocukları arabaya doldurur; petrolün oradan döner gelirdim. Çocuklar mutlu bir şekilde arabaya doluşur; güle-oynaya gider-gelirdik.

    ŞOFÖRLÜĞE NE ZAMAN GEÇTİNİZ?

   1973 yılının sonunda atı-arabayı satıp “Murat” marka araba aldım. Sürmesini ağır ağır öğrendim. Bununla taksicilik yapmaya başladım. Ehliyetim olmadığı için şehir dışına çıkamıyordum. Dört sene ehliyet alamadım. Belediye çavuşları o zaman beyaz şapka giyerlerdi. Onları polis sanıp korkardım. En sonunda İstanbul’a gidip ehliyetimi aldım. Sekiz sene taksicilik ettikten sonra minibüs aldım. Bolvadin-Akşehir çalıştım. Sekiz sene de minibüsçülük ettikten sonra kamyon aldım. Dört sene de Kütahya’dan kömür taşıdım. 1995 yılında kamyonu satıp, şehirlerarası otobüs alıp, yolcu taşımaya başladım. Dört otobüs değiştirdim. 2010 yılında felç geçirince, işleri bırakıp oğluma devrettim. Şimdi Allah’a şükür iyileştim ve eski halime döndüm. Çok çalıştım; çok sıkıntılar çektim. Çalışmak insana bir şey etmez. İnsanı kahır öldürür.

   UNUTAMADIĞINIZ HATIRA VAR MI?

   1965 yılının sonbaharı idi. Henüz askere gitmemiştim. Şimdi camcılık yapan Necati Kolay, o zaman araba ustalığı yapıyordu. İki tane araba yapmış; bunu köylerde satıp gelecekti. Onunla pazarlık ettik ve ertesi gün sabahleyin, benim arabanın arkasına iki tane arabayı bağlayıp yola çıktık. Pazarağaç-Bulanık-Devederesi yönüne gitmek için Gavlağın Petrol’den dönünce, yokuş yüzünden at yürüyemedi. Atın bir yanına ben, diğer yanına Necati Ağabey koşuldu. Zorla yokuşu çıkınca tekrar arabaya bindik ve köye vardık. Köylerde, tellala 5 lira verip, arabacı geldi, diye bağıttırdık. Akşama yakın arabaları sattık. Gece olmuştu. Işık yok, kaşık yok, karanlıkta yola koyulduk. Yolda vakit geçsin diye Necati Ağabeye Kur’an okumasını söyledim. O da: “Hadi len delioğlan! Senin için okuyayım!” dedi ve Bolvadin’e gelesiye kadar yüksek sesle okudu. Geldiğimizde gece yarısı olmuştu. Paramı verince, sevinçten götata götata eve gittim.

   ÖLÜMLE İLGİLİ DÜŞÜNCELERİNİZ NELERDİR?

   Ölüm devamlı aklımda ve hiç korkmuyorum. Param yok, pulum yok! Babamdan kalan dükkanım; anamdan kalan tarlam da yok. Eyvah, mallar ne olacak! diye korkum da yok. Allah’a karşı borçlarımı yerine getirmeye çalışıyorum; ondan da korkum yok! Bu durumda ölümden niye korkayım! Allah imanlı gitmeyi nasip etsin. İyi insanlarla karşılaştırsın. Şeytanlaşmış insanların şerrinden korusun.