İSA KOYUNCU

   Mazamort’un Ese… Nüfus cüzdanına göre seksen üç; ana yaşına göre, seksen beş yaşında… Orta boylu, beyaz tenli, mavi gözlü, son zamanlarda bastonu elinden hiç bırakmayan birisi… Bundan elli sene öncekinin giyim- kuşamını devam ettirir. “Kilot pontul” dediğimiz paçası dar ve düğmeli pantolon, arkası kuşaklı ceket, yelek ve yumurta topuk ayakkabı giymeyi sever. Başında, sağa doğru yatık duran kasketini kesinlikle düzelttiremezsiniz. “Ben böyle seviyorum.” der.

   İsa Koyuncu ömrünün çoğunu, mesleğinden dolayı, at üstünde kırlarda bayırlarda geçirmiştir. “Hayatta en çok sevdiğim at ve silahtır.” der. Kendisi de, başkaları da güzel ata bindiğini söylerler. Mert, babacan, samimi bir kişiliğe sahiptir. Bugüne kadar “kır hayatı” yaşadığı halde; kimsenin malında, canında, namusunda gözü olmamıştır. Dürüst ve namuslu bir kişidir.

   HAYATINIZI ANLATIR MISINIZ?

   1930’da Bolvadin’de dünyaya gelmişim. Babamın adı, İsmail’dir. Dedemin adı da, Hacı İbrahim’dir. İki kardeşiz, diğer kardeşimin adı Kâzım’dır. “Mazamort’un Koçero” namıyla bilinir. 1976 yılının Haziran ayında vefat etti. Ben küçükken evimiz şimdiki belediyenin olduğu yerde, Kasap Pıllığın dükkanın bulunduğu yerde idi. İlkokula, şimdiki Atatürk İlkokulu’nun yanında, İzmirlilerin evin olduğu yerdeki, üç sınıflı ahşap okulda başladım. Buraya Bahçe Okulu deniyordu… Aile yaşantımız çiftçilik-koyunculuk olduğu için, günümün çoğu Çobanlar yolu üzerindeki, şu anki Avşar Çiftliği’nin yanında bulunan “Mazamortların Çiftliği” diye anılan; kendi çiftliğimizde geçiyordu. İlkokula ancak 1 sene gidebildim. Atları, kuzuları sevdiğimden dolayı çiftlikten kopamadım, bu yüzden okula gitmedim. Şu anda okuma yazma bilmiyorum. Bunun sıkıntısını çok çektim. Keşke okusaydım.

   Askerliğim gelinceye kadar, koyunumuz sığırımız çok olduğundan dolayı onları takip ettim. O zamanlar erken evleniliyordu, babam beni on yedi yaşında evlendirdi. Yedi çocuğum var. Beş oğlan; iki kız… Büyük oğlum Mustafa kasaplık yapıyor. Yunus Avrupa’da çalışıyor. İsmail ve Emir çiftçilikle uğraşıyor. Cengiz ise, kahvehane işletiyor. Çocuklarımı temiz, dürüst bir şekilde yetiştirdim. Askerliğimi İstanbul ve Mersin’de yaptım.

   LAKABINIZ OLAN MAZAMORT NEREDEN GELİYOR?

   Esas bizim lakabımız “Hacıyunusoğulları” dır. Bolvadin ağzına göre “Hacıyonuzlar” derler. Mazamort lakabı bize sonradan takılmıştır. Zamanında ben de araştırdım, bir sonuca varamadım. Bize göre; sözünden dönmeyen, mert, gözü kara, cesur anlamlarına geliyor. Bizim sülale geniş bir sülaledir. Eskiden tamamına yakınımız hayvancılıkla-çiftçilikle uğraşıyordu. Bu yüzden yaptığımız işle bağlantılı olarak, hepimiz de “KOYUNCU” soyadını aldık.

   İYİ ATA BİNDİĞİNİZ BİLİNİR, İYİ BİR AT NASIL ANLAŞILIR?

   En iyi at, Arap atı’dır. Zekası, sadıklığı ve insana yakınlığı ile bilinen; insana en çabuk alışan bir attır. Gri, fındık ve kırmızı renkte olup; tüyleri parlaktır. Kuyruğunu devamlı kalkık tutar.

   Küçüklüğümden beri, hepimizin de, ata merakı çok fazladır. Hepimiz de ata güzel bineriz. Bizde, çocuk yürümeye başladığı zaman atla tanışır. Eskiden atlarımız çoktu. Benim gençlik yıllarında“rahvan” adını verdiğim atım vardı. Çok süratli olup; koşarken adamı sarsmazdı. Üzerinde rahatlıkla bir kahveyi dökmeden içebilirdin. Atsız hayat bizim için boştur.

   TARIM VE HAYVANCILIK BAKIMINDAN ESKİ İLE BUGÜNÜ KARŞILAŞTIRIR MISINIZ?

   Tarım ve hayvancılıkta eskiye göre çok şeyler değişti. Fen ve teknolojinin ilerlemesi, tarımda mahsulün daha verimli ve kısa sürede üretilmesine yol açtı. Eskiden gökten yağmur düşerse, verim oluyordu. Şimdi sulu tarıma geçildi. Gübre ve tarım makineleri sayesinde de kısa zamanda çok verim alıyoruz. Şimdi 2 bin dekarlık yeri beş günde hallediyoruz. Eskiden bunun onda birini bile üç ayda bitiremezdik. Kar düşesiye kadar harmandan kalkamazdık. Hayvancılıkta ise, yeni ilaçlar sayesinde hem hayvanlarımız ölmüyor; hem de daha fazla yavru alabiliyoruz. Eskiden koyun-kuzu çok kırılırdı. Kışın, kene-bit derken koyunun yarısı kırılırdı. Fen ilerleyince hayvanlarda hastalık kalmadı.

   ÇİFTLİĞİNİZDE NE TÜR HAYVANLAR VARDI?

   Benim gençliğimde Bolvadin’de hayvancılık çok gelişmişti. Çiftliği olanların en az bin koyunu olurdu. Bizde en az, 1500 koyun; 150- 200 sığır; 100-150 yılkı (vahşi at) vardı. Yirmiden fazla çobanımız vardı. Çiftliğimiz etrafında şimdiki gibi tarla yoktu. Her taraf devletin merası idi. Hayvanlar rahatlıkla yayılırlardı. Hıdrellezde dağlara çıkar; kış başında geri dönerlerdi. Yılkı atlarımız devamlı dağda-bayırda kendi başlarına gezerlerdi. Satacağımız zaman veya lazım olduğu zaman birazını çitin içine toplar; oradan bazısını kementle tutar; gerisini bırakırdık. Sadece bizim değil; Hacımuratların, Cılkların, Çengellerin yılkı atları da vardı. Şimdi evimde sadece üç atım var.

   YUNAN İŞGALİNDE SİZ ZARAR GÖRDÜNÜZ MÜ?

   Yunanlılar Bolvadin’e iki sefer gelmişler. Şehir merkezinde hiç kalmamışlar. Rahmetlik babam o zamanlar 11-12 yaşlarındaymış. Onun anlattığına göre, 14 Nisan 1921 günü ilk defa gelmişler. Yunan uçakları Bolvadin’i bombalamış, ölenler ve yaralananlar olmuş. Bizim çiftliğin yanındaki Üçhüyükler Mevkiine karargah kurmuşlar. Kısa bir zaman durduktan sonra bizim koyunu, keçiyi, sığırı toplamış götürmüşler. Çobanlar canlarını zor kurtarmış. Götürdüklerinden sadece iki at geri dönmüş. Dedem Hacı İbrahim Ağa, tekrar hayvan satın alarak yeniden sürü meydana getirmiş. Yunanlılar 19 Ağustos 1921 günü Çobanlar-Hamidiye istikametinden tekrar gelip, aynı yere karargah kurmuşlar. Bolvadinliler de, düşman Çay tarafına geçmesin diye Kırkgöz Köprüsü’nün üç gözünü dinamitle havaya uçurmuşlar. Hacı Ata başkanlığındaki bir heyet, düşmanın şehre girip zarar vermesini önlemek için, düşmanlarla görüşmüş.

   23 Eylül 1921 günü Büyükkarabağ istikametinden gelen birliklerimiz; Akçeşme, Tahtalı Camii istikametinden şehre girmişler. 24 Eylül 1921 günü düşman askerleri, tekrar bizim hayvanlarımızı toplayıp önlerine katarak Afyon tarafına doğru kaçmışlar. Düşman toplam 35 gün burada kalmış. Afyon’da ise iki sene kalmış. Allah o günleri bir daha göstermesin.