İHSAN  KOCATÜRK

 

   İnneci Eysan…77 yaşında…Bolvadin’i en çok gezen ve Bolvadinli’yi en çok tanıyan kişilerden birisi…Yıllardır bisikletiyle dolaştı; iğne yaptı; serum taktı. Kimisinden ücret aldı; kimisinden almadı.

   İhsan Kocatürk; uzun boylu, kısa sakallı, saçları gençlik yıllarındaki gibi duran; sakin görünüşlü birisidir. Hastanedeki sağlık memurluğunun yanı sıra; eşin-dostun da yardımına da gece-gündüz demeden koşmuştur. Dostları tarafından elinin çok hafif olduğu; iğne yaparken hiç acıtmadığı söylenir. Her gün dostları, Hüsemler’in Mehmet ve Feyzioğlu’nun Mehmet’le birlikte, İmaret Camii’nde ikindi namazında buluşur; kahveye gidip sohbet ederler. Hacc ve umre ibadetlerini yapmış olup, 22 torun sahibidir.

   HAYATINIZI ANLATIR MISINIZ?

   1938 Yılında, Bolvadin’in Şazi Mahallesi’nde dünyaya gelmişim. Babamın adı Mevlüt; çiftçi idi. Birisi kız olmak üzere dört kardeşiz. Benim küçüğüm Mustafa memur idi, emekli oldu. Onun küçüğü Hasan ise kadastro müdürüydü, o da emekli oldu.

   Ben 7 yaşında iken babam vefat etti. Babamı önce yılan sokmuştu, ölmedi fakat sonra çift sürmek için tarlaya gidiyor. Hava bozunca eve gelmek için yola çıkıyor. Yolda gelirken şiddetli yağmurda kalıyor. Eve gelince hastalandı; zatürre oldu; iki ay yattı ve vefat etti. Daha ilkokula başlamadan, en büyük oğlan olarak evin sorumluluğu bana düştü. Evimizde camızımız, ineğimiz çoktu. Evde bir kişi öldüğü zaman, evdeki hayvanlar da ölüyor. Hayvanlarımız da öldü, bir camız kaldı. Onu da yoza sürdük. İlkokulu Savaş İlkokulu’nda okudum.

   OKULU BİTİRİNCE NE YAPTINIZ?

   Babamın ölümünden sonra amcam bize sahip çıktı; kol-kanat gerdi; bizleri yetiştirdi. Okul bitince Testici Hicazı Kara’nın yanında 6 aylığı 40 liraya hizmetkâr olarak çalıştım. Daha sonra amcamın yanına hizmetkâr olarak girdim. 6 aylığı 50 liraya çifte gittim; hayvan güttüm. Amcamın oğlu Kadir’in gözleri biraz zayıf görürdü. Onunla birlikte beraber çalışırdık. Öküzün önünde yayan olarak, Çay İstasyonu’na, tarladan pancar taşırdık.

   15 yaşına gelince anama, amcamla tarlaları ayırmamızı söyledim. Anam amcama dedi; o da kabul etti. Evimizde babamdan kalan ziraat aletleri vardı. Sonra iki öküz satın alıp; tarlaları kendim sürüp ekmeye başladım. Pulluğu arabaya zor atıyordum. Öküzün birisi çift sürerken hastalandı; kasabın birisine yarı fiyatına sattım. Yeni öküz alacak param yoktu; kimse de borç vermedi. Sonra tarlalarımızı da amcam sürüverdi. Boş zamanlarımda elime küreği alır; Çarşı Camii’nin önünde bekler; ameleliğe giderdim. Bu arada ablamı gelin ettik.

   NE ZAMAN EVLENDİNİZ?

   17 yaşına yeni girmiştim. Anam, beni evereceğini söyledi. Alacağımız kız, amcamın baldızı oluyordu; bu yüzden tanıyordum. Ben de kabul ettim. Nişanda küpe, yüzük, iki gümüş bilezik ve elden aldığımız eğreti bir döğme taktık. Dokuz ay nişanlı durduktan sonra evlendik. Testici Ahmet Tezer akrabamız olur. O, davet için eti alıverdi. Kasap Kadir ve Asım Baddal çerezleri getirdiler. Kendi aramızda düğün ettik. Gelini, Dattiri’nin Omar’ın yaylı ile indirdik. Kızın yaşı küçük olduğu için nikah yaptıramadık; sonra yaptırdık. Bir müddet sonra anam hastalandı: “Kafam! Kafam!” dedi, öldü. Babamdan sonra anamı da kaybettik. Anam bize hep nasihat ederdi: “Kimsenin malında canında gözünüz olmasın.” derdi. “Aman yavrum, askerliğini yapmış olanların yanında oturun.” derdi.

   Askere gitmeden önce dört çocuğum oldu; bunların üçü öldü. Dördüncü olarak doğan kız çocuğum 15 günlük iken askere gittim. Şu an iki oğlum, iki de kızım var. Büyük oğlum Ünal, imamdı, emekli oldu. Küçük oğlum Uğur ise sağlık memuru olarak görev yapıyor.

   ASKERLİĞİ NEREDE YAPTINIZ?

   Askerliğimin Jandarma acemi birliğinde yemin töreninden sonra, bizi sınıflara ayırmak için geldiler. Doktor binbaşı: “Sıhhiye olmak isteyen var mı?” dedi. Ben önüne atladım: “Ben eczanede çalıştım komutanım!” dedim. “Ellerini uzat!” dedi. Ellerime baktıktan sonra beni yazdı. Seçilen beş kişiyi kurs görmemiz için İzmir-Narlıdere’ye gönderdiler. Burada dört ay kitap- defter üzerinden kurs gördük. Uygulamalı hiç kurs görmedik.

   Usta birliğim, Mardin-Kızıltepe idi. Revirde elektrik yoktu, lüks yakardık. Sınırda kaçakçılarla askerler arasında devamlı çatışma çıkardı. Çatışmada yaralanan askerleri tedavi ederdik. Burada, iğne yapma; serum takma; mide yıkama; tırnak çekme; yara bakımı gibi görevlerde bulundum. 30 ay, onbaşı olarak askerlik yaptım. Burada sağlıkla ilgili olarak kendimi yetiştirdim. Askerliğimin bitişinde, sivil hayatta lazım olur, diye sertifika aldım.

   ASKER DÖNÜŞÜ NE YAPTINIZ?

   Ben askerdeyken benim küçüğüm de askere gitmiş. Onun iki çocuğu, benim bir çocuk…Sorumluluk üzerime bindi. Evde bir şey yok! “Un uçar; kepek kaçar.” Amelelik etmeye başladım. Sıkıntıdan her yanımda çıban çıktı. Ekin biçme zamanı gelince borç-harç iki beygir aldım; harmanı hallettim.

   HASTANEYE MEMUR OLARAK NASIL GİRDİNİZ?

   Hacıgüccüğün Mustafa, hastanede hizmetli olarak çalışırken işten çıkmış. Belediye’de su işlerine bakan İsmail Girgin akrabamız olur. O bana, hastaneye ücretli olarak girmem için teklif etti. Ben hemen kabul ettim. Orada Hüseyin Karadana, Faruk Göker, Ahmet İhtiyar’da çalışıyordu. Rıfkı Babalık ise, hükümet tabibi olarak görev yapıyordu. Beni işe almak için, akşama kadar iğne yapmamı istedi. Akşam gelip yanımdakilere nasıl yaptığımı sordu. Onlar da olumlu cevap verince, beni hastaneye aldı. 1968’de “Personel Kanunu” çıkınca, hem kadroya geçtim; hem de maaşım 240 liradan, 550 liraya çıktı. Severek yaptığım bu mesleğimde, kimseyi kırmadan, incitmeden 27 sene çalıştıktan sonra emekli oldum.

   GENÇLİĞİNİZDEKİ SAĞLIK KURUMLARI NASILDI?

   Bolvadin sağlık hizmetleri yönünden çok zayıftı. Ben gençken, Edici’nin Han’ın karşısında hükümet tabipliği vardı. Orada, Kamil adında bir doktor vardı. Her gelene Kinin, Aspirin verir, gönderirdi. Buğday Pazarı’nın orada da, Rıfkı Babalık vardı. İlk eczaneyi hükümet binasının içine Raci Bey açmış. Sonra, yıkılan belediyenin altına Eczacı Gafur açtı. Çok iyi eczacıydı; işine titizdi. İlaçları kendi yapardı. Bolvadinli’ye çok hizmetleri oldu. 1969 yılında hastanede çalışırken Almanya’ya işçi olarak gitmeye karar vermiştim. Eczacı Gafur’a dedim. O da: “Bolvadin seni seviyor. İtibarını kaybetme! Geri dönersen kimse seni evine sokmaz! Yeri gelecek, üniversite mezunları bile senin işine giremeyecek!” dedi beni caydırdı. Allah ondan razı olsun, iyi ki gitmemişim.

   1966’da, eski hastane sağlık ocağı olarak açıldı. 1967 Yılında siyasilerin araya girmesiyle, 25 yataklı devlet hastanesi oldu. Sağlık ocağı iken ücretsizdi; hastane olunca döner sermaye geldi; ücretli olmaya başladı. Bir doktor, dört tane de sağlık memuru vardı. O gün için sağlık memurları ilkokuldan sonra üç sene okuyup memur oluyorlardı.

   MESLEĞİNİZİN ZORLUKLARI NELERDİR?

   Mesleğimiz zor ve kutsal bir meslek…Acı çeken, ıstırap çeken insanlara hizmet etmek insana mutluluk verir. Tedavi ettiğin insanların sağlığına kavuşması bizleri sevindirir. Bunun yanı sıra zor tarafları da vardır. Şimdiye kadar yüzlerce otopsi yaptım. Kolay bir şey değil. Cesedin her yerini yarıyorsun. Rahmetlik Doktor Mustafa KULLAP’la Yörük köylerinin birisine otopsiye gitmiştik. Toprak eve eğilerek girdik. Adam, yiyecek bulamamış, pancar pişirmiş, şepitle pancar yerken ölmüş. Bu beni çok etkilemişti.

   1968 Yılının Ağustos ayı idi. Hava çok sıcaktı. Dişli Köyü’nden bir adam, tarlasının yanındaki yoldan, başka köye giden bir kadınla anlaşmış. Adam evli, büyük çocukları var. İkinci eş olarak bunu eve getirmiş. Evdeki kızlarına: “Bu yeni cici anneniz!” diyor. Kızları kızıyorlar. Sonra oğlanları geliyor; yeni gelen cici annelerini dövüyorlar. Kadın kaçıp gidiyor. Bunu gören babaları hastalanıyor. Hastaneye getirdiler; doktor muayene ederken hasta vefat etti. Morga kaldırdık. Sabahleyin doktordan raporu almışlar; cenazeyi teslim ettim.

   Köye gidip cenazeyi defnetmişler. Ertesi gün birisi savcılığa: “Babalarını döverek öldürdüler.”diye şikayet etmiş. Otopsi için Dişli Köyü’ne gittik. Mezarlığın duvarının etrafını köylüler doldurmuşlar. Hava çok sıcak, kabir açıldı, ceset çıkarıldı. Doktor: “Karnını yar!” dedi Karnını yarınca etrafa bir koku yayıldı, yerimde duramadım. Doktorun muayenesinden sonra kapattım. Sonra kafasını açmamı söyledi, onu da açtım. Muayene ettikten sonra normal ölüm olarak ”Solunum yetmezliği” raporu verdi. Elleri çatılı bekleyen iki oğlanı jandarmalar bıraktı. Bu olaydan bir hayli rahatsızlık duymuştum.

   ÖLÜM HAKKINDA DÜŞÜNCELERİNİZ NELERDİR?

   Cenab-ı Allah Enbiya Suresi 35. Ayette: “Her nefis ölümü tadacaktır.” buyuruyor. Ölüm bizim için…Nasıl doğduysak öyle öleceğiz. Allah doğru, rahat ölüm nasip etsin. Yüzlerce kişi kucağımda öldü. Kimisi çok rahat öldü, kimisinde de gömleğini sıksan şipir şipir su akar… Can çıkması kolay değil. Ölümden korkmamak lazım. Ölüm bir son değildir. Ölüm yeniden diriliş, mü’minin Allah’a kavuşacağı zamandır. Allah’tan rıza istemek; bana cemâlini göster; diye dua etmek lazım. Resulullah Efendimiz: “Ölmek üzere olanlara ‘Lâilâhe illallah’ demeyi telkin ediniz.” buyuruyor. Allah, Kelime-i Şahadet getirerek son nefesimizi vermeyi nasip etsin.