HÜSEYİN CEYLAN

 

   Hüseyin Hoca…Eğitim neferi…Bolvadin’in en yaşlı öğretmenlerinden…78 yaşında…30 yıl ilkokul öğretmenliği yaptı. 30 yıldır da emekli…Yüzlerce öğrenci yetiştirdi. Pek çok öğrencisi üniversiteyi bitirip, çeşitli makamlarda görev aldı.

  Hüseyin Ceylan; normal boyda, beyaz tenli, birazı beyazlaşmış ince bıyıklı, çekik gözlü, saçları henüz daha beyazlaşmamış, düzenli yaşadığı ve kendine baktığı her halinden belli olan birisi…Yürürken karşıya bakarak dik yürür. Giyimine- kuşamına dikkat eder. Karşısındaki kişiye ve topluma saygısından dolayı, devamlı takım elbiseli ve kravatlı gezer. Ses tonu ve hitabeti güzeldir. 2006 yılında Hacc farizasını da yerine getirmiştir.

   HAYATINIZI ANLATIR MISINIZ?

   1937’de Bolvadin’in Büyükkarabağ Köyü’nde dünyaya gelmişim. Babamın adı İsmail…Köyde çiftçilik yapardı. Dördü kız, üçü erkek; yedi kardeşiz. Kardeşlerim Ömer ve Halil çiftçilikle uğraştılar. Bizim köy, 1800’lü yıllarda Orta Asya’dan, Türkmenistan Bölgesi’nden gelip buraya yerleşmiş. Gelirken 7 tane bey beraber gelmişler. Yolda bey’in birisi ölünce, mâtem için başlarına âdet üzerine kara bağ bağlamışlar. Çevreden bunu görenler bize “Karabağ” ismini yakıştırmışlar. Bizim, Azerbaycan sınırları içindeki Karabağ’la alakamız yok…

   İLKOKULU NEREDE OKUDUNUZ?

   1945 Yılında Köyümüzde okula başladım. Öğretmenimiz Bolvadinli Ali Özkaldı idi. İki sene onda okuduktan sonra, Üçüncü sınıfta Büyükkarabağlı Ahmet Kadıoğlu öğretmenimiz geldi. Beşinci sınıfta öğretmenimiz, benle birlikte sekiz arkadaşı Mahmudiye Köy Enstitüsü’nün imtihanlarına yazdırmış. Bolvadin’e at arabasına binip geldik. İki gün Savaş İlkokulu’nda imtihana girdik. Çevre köylerden gelenlerle birlikte 130 öğrenci vardı. İmtihan sonucunda, kazanan 40 öğrencinin içinde ben de vardım. Kazananlara, tam teşekküllü hastaneden sağlık raporu getirmeleri istendi. Bolvadin’den İstasyona kadar, oraya giden birisinin atarabasıyla gittik. İstasyondan Çay’a kadar ise yayan gittik. Çay’dan bulduğumuz bir otobüsle Afyon’a vardık. İlk defa büyük şehre geliyordum. Afyon çarşı içinde bulunan Turunç Han’da günlüğü 25 kuruşa iki gün yattık; fakat sabaha kadar pireden uyuyamadık. Hastanede işimiz bitince, sağlık raporu evraklarımızı, düşmesin diye atletimizin içine koyarak tren istasyonuna gittik. Gece tren geldi; gece yarısı Çay İstasyonu’nda indik. Sabahın olmasını, görevli memurun odasında, soba başında bekledik. Sabahleyin bulduğumuz bir atarabasıyla Bolvadin’e geldik.

   KÖY ENSTİTÜLERİNDEN BAHSEDER MİSİNİZ?

   O gün için halkın %80’i köylerde yaşıyordu. Köylerdeki okuma oranı ise ancak %20 idi. Devlet tarafından sadece köyleri hedef alacak; köy okullarına öğretmen, tarım ve sağlık görevlisi yetiştirmek amacıyla bu okullar açıldı. Kültür derslerinin yanı sıra sanata, tarıma yönelik dersler de ağırlıktaydı. Öğrencinin becerisine göre değişik sanatlar öğretiliyordu. Bu öğrenciler tatillerde esnaf dükkanlarında, sanatkârların yanında staj görüp, bilgilerini pekiştiriyorlardı. İlkokuldan sonra burada 5 yıl okuyorlar ve sadece köylere tayinleri yapılıyordu. Ayrıca, bu okullara köylü çocuğundan başkası giremiyordu. Amaç köylerdeki okuma-yazma oranının yükseltilmesi ve köylerin kalkındırılması idi.

   HANGİ KÖY ENSTİTÜSÜNDE OKUDUNUZ?

   O zaman iki ayrı okulda öğrenim görülüyordu. Eskişehir’e bağlı Mahmudiye’de 1.2.3. sınıf okunuyor; sonra Hamidiye’de 4.5. sınıfları okuduktan sonra mezun olunuyordu. Türkiye’de toplam 28 köy enstitüsü vardı. Bunlardan 8’i karma; diğerleri sadece erkek öğrenci idi. Bizim okulumuzda hep erkek öğrenci vardı. Babam noterden 3 bin liralık senet verdi. Eğer okulu bırakıp kaçarsam, devlet bu parayı babamdan alacaktı. Bazı çocuklar yapamadılar, kaçtılar. Okulda uygulamalı dersler vardı. Her dersin sınıfı ayrıydı.

   OKULA İLK GİDERKEN NELER HİSSETTİNİZ?

   Bir gün öncesinden heyecanla hazırlandım. Anam tahta bavula; yoğurt, bulgur, peynir, ekmek, yağ koydu. Sabahleyin erkenden güneş doğmadan, babam arabayı koştu; yola çıktık. Yolda hem sevinçli hem üzüntülü ve heyecanlıydım. İlk defa köyümden ayrılıp uzağa gideceğim. Bolvadin’e geldiğimizde güneş doğmuştu. Şimdiki Ziraat Bankası’nın olduğu yerde Gemiciler’in benzinlik vardı. Orada otobüsün gelmesini beklemeye başladık. O arada babamın arkadaşı olan Hancı İbrahim Özsoy yanımıza geldi. Nereye gittiğimizi sordu. Babam da: “Çocuklar okumaya gidiyorlar.” dedi. Hancı İbrahim: “Bavulda ne var?” dedi. Babam da: “Yiyecek var.” dedi. O da babama: “Sen ne yapıyorsun? Devlet bunları besleyecek; her ihtiyaçlarını karşılayacak!” dedi. Sonra babama götüreceklerimizi geri verdik. Şimdiki otobüslerin yarısı kadar büyüklükte bir otobüs geldi. Ona binip yola koyulduk.

   OKULA VARINCA NELER HİSSETTİNİZ?

   Evden ayrılırken babam 20 lira, annem 2,5 lira verdi. Yolda, 75 kuruş otobüs parası verdik. Emirdağı’na gelince okula geldik zannettik hepimiz ağlamaya başladık. İki saat sonra Mahmudiye’ye vardık. Okulun kapısında, orada görevli olan Kemerkayalı birisi, bizi doğru banyoya götürdü. Orada yıkanıp çıktıktan sonra baktık ki elbiselerimiz yerinde yok. Onun yerine; ikişer çift iç çamaşırı, ikişer çift çorap, ayakkabı ve takım elbise konmuş. Onları giydik. Oradan berbere götürüp saçlarımızı da “sıfır”a vurdular. Temizliğe çok dikkat ediyorlardı. Herkes tek tip elbise, herkes aynı… Arkadaşını kalabalıkta bulmakta zorluk çekiyorsun. Birbirimizi kaybetmemek için elele tutuşuyoruz. Sonra sıraya geçip yemeklerimizi verdiler ve masaya oturttular. Ömrümde ilk defa masada yemek yiyeceğim. Bizim köydeki tahta kaşığın yerine demir kaşık konmuş. Yanında da ilk defa gördüğüm çatal var. İlk şaşkınlığımız geçtikten sonra bizi yemekten sonra yatakhanedeki yerimizi gösterdiler. Bir şaşkınlık da orada yaşadık. İkişer kişilik ranzalar vardı. Ben üst ranzayı tercih ettim. Alışkın olmadığım için gece uyurken düştüm. Dizim yarıldı. Önce kimseye söyleyemedim; sonra iltihap oluşunca gösterdim; beni tedavi ettiler. İlk günler geceleri hep ağlardık. Sonra zamanla alıştık. Okuldaki dersler çoktu ve ağırdı. Her sene 15-20 kişi kalır, belgelenirdi. Belgelenenlerin velisinden, devlet yapmış olduğu masrafı alırdı. Bu yüzden herkes derslerine çalışarak kalmamaya gayret ederdi. Şimdiki lise mezunuyla, o zamanki lise mezununu ölçemeyiz. O zamanki lise mezunlarının bilgisi üniversite mezunun ayarında idi. 1953 yılında “Köy Enstitüleri” ismi değişti, “İlköğretmen Okulu” oldu. 1956 yılında hiç kalmadan okulu bitirdim.

   İLK GÖREV YERİNİZ NERESİ?

   Okulu bitirince üç il isteme hakkımız vardı. Ben; Afyon, Eskişehir ve Bursa’yı istedim. Tayinim Afyon’un 5 km ilerisinde, şimdiki üniversitenin olduğu yerde olan, Kumartaş Köyü’ne çıktı. Köy okulu ve lojmanı imece usulü yapılmıştı. Devlet malzemesini vermiş; köylü yapmıştı. Her tarafı taştı. Tek sınıflı ve tek öğretmenli bir okuldu. Tek sınıfta, 1’den 5. sınıfa kadar bütün öğrenciler vardı. Sınıfın ortasında teneke bir sobada, çocukların getirdiği kemireleri, tezekleri yakardık. 6 sene orada görev yaptım. Öğretmenliğe başladıktan üç sene sonra evlendim. Bolvadinli Ayakkabıcı Ali ÖZTÜRK’ün kızını aldım.  İki kızım, bir oğlum var; oğlum astsubay…

   ASKERLİĞİ NASIL YAPTINIZ?

   Askerliğimi 24 ay yapacağım, diye gittim. Benim dönemde, 20 bin öğretmeni de askere almışlar. Yatacak yer, yemek yiyecek salon kalmadı. Araziye sahra çadırları kurup, orada kalmaya başladık. Üç aylık asker olunca bazı öğretmeleri görev yerine gönderdiler. Ben de üç ay yapıp okuluma döndüm. Askerde maaşımı da verdiler. Bazı öğretmeler ise 12 ay yaptılar. Bunlar “Ali Okulu” dediğimiz, askeriyede okur-yazar olmayan askerlere ders verdiler.

   BAŞKA HANGİ OKULLARDA GÖREV YAPTINIZ?

   Tayin istedim çıkmayınca, hanımın akrabası olan İstidacı Hakkı Öztürk’e dedim.  O da benim tayinimi Akçeşme İlkokulu’na çıkarttırdı. 1962’den 1970’e kadar bu okulda görev yaptıktan sonra Savaş Okulu’na geldim. 18 sene de, burada görev yaptıktan sonra emekli oldum.

   O ZAMANLAR EĞİTİMDE SIKINTILAR VAR MIYDI;

   Bir öğrencinin başarılı olabilmesi için okul malzemelerinin tam olması, evde çalışma ortamının iyi olması gerekir. Bundan 50 sene önce şartlar zordu, herkeste yokluk vardı. Akçeşme’ye ilk geldiğimde sınıfta 90 öğrenci vardı. Müslümana Mahallesi ve Ağılönü’nün 4.5. sınıfları buraya gelirdi. Sıralar yetmiyordu. Çocuklar, öğretmen masasında, pencere kenarında ders yapıyorlardı. Bir defteri iki kardeş birlikte kullanırdı. Birisi önden, diğeri arkadan başlardı. Kalemleri silgileri kaybolmasın diye boyunlarına iple bağlardım. Bezden yapılmış keselerin içine kalemini silgisini korlardı. Biraz durumu iyi olan çocukların tahta çantası vardı.

   BİR GÜNÜNÜZ NASIL GEÇİYOR?

   Akşamları geç yatmam. Sabah namazını kıldıktan sonra biraz daha istirahat eder; kahvaltımı yaparım. Sonra alış-veriş için çarşıyı dolaşıp eve giderim. Öğleden sonra öğretmen evine gider, gazete okur, arkadaşlarla muhabbet ederim. Akşamları biraz kitap okur; biraz televizyona bakar ve yatarım.

   EĞİTİMCİ OLARAK GENÇLİĞE TAVSİYELERİNİZ NELERDİR?

   Başarının anahtarı çok okumaktır. Gençlerimiz okuma yönünden çok zayıflar. Velilerin çocuklarını okumaya sevk etmesi gerekir. Şimdi gençleri elinde çağın hastalığı olan telefon ve tabletler var. Bu aletleri yerinde ve zamanında kullanırsan yararlı olur. Gençlerimiz bunu gereksiz kullanıyorlar. Bütün zamanlarını buna harcıyorlar. Ayrıca, birbirlerine karşı küfürlü ve kırıcı konuşuyorlar. Hoşgörülü olsunlar ve anne ve babalarının emeklerini boşa çıkarmasınlar.