ABDULLAH KULLAP

  Şeytanların Abdullah… Yaş seksen dört…Bolvadin’de ilk olarak yakalı gömleği imal eden ve satan… Yetmiş üç yıldır terzilik ve gömlek dikimi yapıyor. Elli altı yıldır da aynı dükkanda çalışıyor. İşinin âşığı bir esnaf…

   Abdullah Kullap; orta boylu, normal kiloda, yılların getirdiği yükle, saçları ve bıyığı beyazlaşmış; makine başına eğilmekten dolayı omuzları biraz çökmüş; yaşına göre on yaş daha genç gösteren; ciddi görünüşlü birisi… Resmî duruşundan ve görünüşünden, bürokrasiden gelmiş bir idareci görüntüsü izlenimi veriyor. Ne zaman çarşı meydanına bakan dükkanının önünden geçsem, dükkan penceresinin önündeki dikiş makinesine oturmuş çalışırken görürüm. Bazen selam vermek için başını kaldırmasını beklerim. Kendi emsali olan arkadaşları onu dükkanda yalnız bırakmazlar. Çalışırken günlük olaylar, memleket dertleri tartışılır, eskiler yeniler karıştırılır.

   HAYAT DEFTERİNİZİ KARIŞTIRSAK NELER ANLATIRSINIZ?

   1931 yılında Bolvadin’de Hisar Mahallesinde dünyaya gelmişim. Babamı ismi Şerafettin. Şeytanın Şerafet olarak bilinir. Babamın mesleği, koyun kırkma ustasıydı. Ayrıca üreticiden aldığı tiftikleri işlerdi. O günlerde memleketimizde büyükbaş ve küçükbaş hayvan çoktu. Bilhassa tiftik yünleri işlenir, İngiltere’ye ihraç edilirdi. Biz dört kardeşiz. Ağabeyim İsmail, ben, Mustafa… Bir de kız kardeşimiz var. Ben ikinci numarayım. Biz, rahmetli ağabeyim İsmail’le beraber gömlekçiliği seçtik. Küçük kardeşimiz Mustafa da doktor oldu. İlkokulu Akçeşme İlkokulu’nda okudum. Öğretmenim Danişment öğretmen idi. Okuldayken başarılı bir öğrenciydim. 1940 yılında, ben dokuz yaşındayken anam vefat etti. Dört çocuk anasız kaldık. Çok zor günler geçirdik. Evdeki gaz lambasını bile yakarken, sırayla yakıyorduk. İki sene sonra babam ikinci evliliğini yapınca çok rahatladık. İlkokula giderken tatilleri ağabeyimle birlikte, Civci Ahmet’in Mustafa’ya terzi çıraklığına gittik. İlkokulu bitirince Terzi Şükrü Karanfil’in yanında çalışmaya başladık. Ağabeyim on altı, ben on dört yaşına geldiğimizde ustamız Şükrü Karanfil: Bir makine de siz alın, ortak olalım.” dedi. Sevinçle kabul ettik. Dikiş makineleri iki yüz elli liraydı. Bizde ise altmış lira vardı. Allah ondan razı olsun, Hancıların Ali ÖZSOY, yüz doksan lira ödünç verdi. Böylece iki yüz elli lirayı tamamlayınca, Kazım Yüksel’den “Köhler” marka makine alıp, ortak çalışmaya başladık. O sene Toprak Mahsülleri Ofisi açıldı. Çiftçi mahsülünü ofise verip, eline para geçince; her sene elbise dikinmeye başladı. Tiftik para ediyordu, sadece Ortaköy’de otuz beş bin koyun olduğu söylenirdi. Maddi durumumuz çok iyi oldu. Askerliğimi Merzifon’da terzi olarak yaptım.

   ASKERDEN GELİNCE AYNI YERDE Mİ ÇALIŞTINIZ?

   Askerden gelince aynı yerde bir müddet çalıştıktan sonra, ağabeyimle beraber bir dükkan açmaya karar verdik. Bedesten içinde, Buğday Pazarı’nın olduğu yerde bir dükkan kiraladık. Benim, gömlekçiliğe merakım vardı. O zaman herkes “enteri” dediğimiz yakasız gömlek giyiyordu. Biz, yakalı kolalı gömleği imal ettik. Malzemeyi İstanbul’dan Yahudi ve Ermeni tüccarlardan alıp getiriyorduk. Hazır, yakası sert olan kolalı gömlek yakalarını getirip dikiyorduk. O zaman bu gömleğin adı “Kom Gömlek” idi. Yakası normal olan gömleğe de “Frenk Gömleği ” deniliyordu. Bu gömleklerin kumaşları naylondu. Çabuk eskimediğinden dolayı halk tarafından tutuldu. Büyük şehirlerde yüz otuz beş lira olan bu gömleklerin aynısını biz dikip, otuz beş liradan sattık. Dükkanda dokuz-on elemen çalıştırıyorduk. Daha sonra, Ankara, Doğanhisar ve değişik yerlere sipariş üzerine gömlek göndermeye başladık.

   BU DÜKKANA NE ZAMAN GEÇTİNİZ?

   1956 yılında atadan kalma bu dükkanımıza geçtik. 1992’de ağabeyim İsmail vefat ettikten sonra, dükkanı kendim işletmeye başladım. Beş adet çocuğum var. İki oğlan, üç kız... Çocuklarım okudular, bu mesleği seçmediler. Oğlum Cavit astsubay emeklisi; diğer oğlum Celalettin ise Alkaloid Fabrikası’ndan emekli oldu.

   MESLEĞİNİZİ SEVİYOR MUSUNUZ?

   Mesleğimi çok seviyorum.Ben çalışmadan duramam. Beni ayakta tutan bu çalışmamdır. Biz dükkan açtıktan sonra; Ali Çürük, Ali Karanfil, Ruhi Borlu, Mümtaz Doğruöz, Muammer Yüksel de dükkan açtılar.

   BOLVADİN’DEKİ ESKİ YAŞANTI İLE BUGÜNÜ KARŞILAŞTIRIR MISINIZ?

   Eskiden yiyecek de olsun, giyecek de olsun, bugünkü gibi fantezi yoktu. Toplumda tasarruf etme bilinci vardı. Bugün ise israf çok… Fakiri de yamalı giyerdi, zengini de… Ayıp değildi. Hemen hemen herkes, pantolonda eskiyen bölüm olan diz kısmına “süvarilik” dediğimiz parça kumaş diktirirdi. Eskiyen gömlek yakaları mutlaka değiştirilir, gömleğin ön tarafındaki solan yerleri, arkadan parça alınıp değiştirilirdi. Yokluk çektiğimiz zamanlar da çok oldu. Hiç unutmam, çocukken bayramda evimizde yağ yoktu. Diri haşhaş ile pilav pişirip yedik. Hastalık da çoktu. Çarşı Camii’nde namaz sırasında öksürükten imamın sesini duyamazdık. Bugün herkes bakımlı… Bolvadin’de, 150’ye yakın esnaf çeşidi vardı. En çok arabacı, pekmezci, berber, aşçı, arpacı, çömlekçi vardı. O zaman köyümüz çoktu, Pazar günü olunca köylüler dolar; alış-veriş çok olurdu.

   Bugün ise çeşitli esnaf türleri zamanla azaldı, yok oldu. Bugün her şey bol... Herkesin alım gücü yükseldi. Eskiden çok çalışılırdı fakat kıt-kanaat geçinilirdi. Şu zamanda çalışan fukaralık çekmez. Esnaf eskiden malzemesini genellikle İstanbul’dan getirirdi. Bu da esnaf için masraf demekti. Bugün neredeyse esnafın bütün malı ayağına geliyor. Herkes dükkanını erkenden açardı. Sabah namazından sonra çarşı bayram yeri gibi olurdu. Bugün bunu göremiyoruz. Dükkanını erken açanın nasibi gür olur.

   LAKABINIZIN “ŞEYTANLAR” OLMASI NEREDEN GELİYOR?

   Bu bana hep sorulmuştur. Bu lakap atalarımın üç-dört kuşak öncesine gidiyor. Dedemiz Hacı Ahmet, şu anki benim durduğum dükkanda demircilik yaparmış. Yanımızdaki dükkan ve onun yanındaki Kantarcıların dükkan da demirciymiş. Dedemizin adı Hacı Ahmet; yanımızdaki dükkandaki demircinin adı da Hacı Ahmet’miş. Dedem, başına el örgüsü, ucu püsküllü, külah gibi şapka giyermiş. Bir gün Dişli Köylü’nün birisi dedeme demir yaptırmış. Köye gidince bir başka birisi bu demiri beğenmiş ve nerede yaptırdığını sormuş. O kişi “Hacı Ahmet” ismini vermiş fakat yanındaki dükkan sahibinin de isminin “Hacı Ahmet” olmasından dolayı, Hacı Ahmetleri karıştırmaması için “Başında şeytan şapkası olan” diye tarif etmiş. Herkes bu şekilde tarif edince, lakap haline gelmiş ve “Şeytanlar ” diye toplumda yerleşmiş.

   BİR GÜNÜNÜZ NASIL GEÇİYOR?

   Sabahleyin sabah ezanlarıyla birlikte kalkarım. Hanım vefat ettiği için, kışın kızımın yanında kalıyorum. Kızım kahvaltımı hazırlar. Kahvaltıdan sonra çarşıya gelip, dükkanımı besmeleyle açarım. Dükkan temizliğinden sonra işimin başına otururum. Sipariş varsa, onu dikerim. Sipariş yoksa, boş durmam, değişik renklerde ve büyüklüklerde hazır gömlek dikerim. Boş duramam ve boş durmayı sevmem. “Bugün Pazar evden çıkmayayım” desem, o gün çok yorulurum. Akşamları erken yatarım.

   GENÇLİĞE VE TOPLUMA BİRMESAJINIZ VAR MI?

   Hangi işi yaparsanız yapın; her şeyin iyisini yapın. Kendinizi günün şartlarına göre yenileyin. İşinizde sebatlı olun. Bir işten öteki işe atlamayın. Yüz lira kazanırsan, ellisini harcamaya çalışın. Diğer yarısını tasarruf edin. Kazanamayacağın gün de olur. İsraftan kaçının. Cimri de olmayın. Sigara, içki gibi kötü alışkanlıklardan uzak durun. İnsanı başarıya götüren dürüstlüğüdür. Dürüst olun, verdiğiniz sözde durun. Hayallerle vakit geçirmeyin. Kişinin kendi kazancı kadar güzel bir kazanç yoktur. Kişi kendi kazancını yerse, çocuğunun çoluğunun yanında itibarı artar. Şükür, çarşıda da, çocuklarımın yanında da itibarım çok fazla. Allah itibardan düşürmesin.