HÜSEYİN BULGUR

 

   Bulgurcunun Hüseyin…79 yaşında…Helvacılık, sütçülük, lokumculuk yapmıştır.  Bolvadin’de ilk olarak tavuk çiftliğini kuran kişidir. Yumurta tavukçuluğunu halen devam ettirmektedir. 15 yıl da, Almanya’da işçi olarak çalışmıştır.

   Hüseyin Bulgur; uzun boylu, sağlam yapılı, sağlıklı görünüşlü birisidir. Sokağa çıkarken mutlaka güneş gözlüğünü takar. Mülayim ve sessizdir. Sakinliği sever. Düzenli ve programlı bir hayatı vardır. Aynı saatte yatar; aynı saatte kalkar. Yemesine-içmesine çok dikkat eder. Yaşına göre daha genç gösterir… Müteşebbis bir ruha sahiptir. Çalışmayı, topluma hizmet etmeyi kendine ilke edinmiştir. “Yıpranmak, paslanmaktan iyidir.” der. Her gün sabahleyin erkenden yumurta satışı yaptığı dükkanına gelir; akşamleyin gider. 10 torunu vardır. Hacc görevini de yerine getirmiştir.

   HAYATINIZI ANLATIR MISINIZ?

   1936 Yılında Bolvadin’in Kaymas Mahallesi’nde dünyaya gelmişim. Babamın adı Mustafa…Üç kız, bir oğlan; dört kardeşiz. Babam, ben 10 yaşında iken vefat etti. İlkokul ikinci sınıfa giderken babam beni, Demirci Kılçıkoğlu’nun Kadir’e çırak olarak verdi. Çoğunlukla körük çekerdim. Kazancımı babama verirdim. Ustam okumaya meraklıydı; her gün gazete okurdu.  

   Bir gün, kalfam Latif Kılçık çapa aleti yapıyorduk. Kalfam demiri döverken kızgın demir parçası pantolonumdan içeri girdi ve paçamdan düştü. İç donum olduğu için bana bir şey olmadı. Akşam eve gelince anama dedim. Anam da bir daha beni demirciye göndermedi. Çarıkçı Süleyman, eniştem olur. O beni, Gönbeler’in şekerci dükkanına verdi. Askere gidesiye kadar orada çalıştım.

   BABANIZDAN BAHSEDER MİSİNİZ?

    Babam, sakin kendi halinde bir insandı. Onun-şunun işine giderdi. 13 sene askerlik yapmıştır. Osmanlı’nın da içinde olduğu Birinci Dünya Savaşı yıllarında, Hicaz-Yemen-Aden cephelerinde savaşmıştır. Askerliğinin 10 yılı bu bölgelerde geçmiştir. 1916’da, İngilizlerin kışkırtmasıyla Araplar, İngilizlerle birlikte olmuş; kendilerini koruyan Osmanlı’ya karşı savaş açmışlar ve Osmanlıyı arkadan vurmuşlardır. Osmanlı’nın 400 senedir koruduğu mübarek topraklar, İsyancı Araplar’ın ve İngilizler’in eline geçmiş…1780’de, Kabe’nin yanında, atalarımızın yaptığı Ecyad Kalesi’ni Araplar, 2002’de buldozerlerle yıktılar. Buna karşılık; Türk düşmanı İngiliz casusu Lawrence’nin Cidde’de kaldığı evi, müze yapıyorlar. Bu yapılanlar, Araplar’ın Türklere karşı, tarihten gelen düşmanlıklarının devam ettiğini gösteriyor.

   1918’de Medine’nin tahliyesi sırasında, Cennet mekan Abdülhamit Han’ın yaptırdığı demiryoluyla, bugünkü Türkiye topraklarına doğru gelen tren, İngiliz uçakları tarafından bombalanıyor. Babamın da içinde bulunduğu bu trende şehitler veriyoruz. Babam ve arkadaşları yaya olarak, kaç ayda Anayurda ulaşıyorlar. Evine geldiğinde sakalı göbeğine kadar iniyor. Burada tekrar askerlik şubesine teslim oluyor. Babamı bu sefer de Edirne’ye gönderiyorlar. Burada da Kurtuluş Savaşı’na katılıyor. 34 yaşında askerliğini bitiriyor.

   NE ZAMAN EVLENDİNİZ?

   Askerliğimi İstanbul’da şoför olarak yaptım. Askerden gelince Hacımuratlar’ın Kadir Ekici’nin yıkılan adada dükkanı vardı. Helvacılık ederdi, onun yanına girdim. Yanında Helvacı Lômen; karşısında ise Yenihüseyinler vardı. Eskiden lokantaların yanı sıra, helvacı dükkanları olurdu. Buralar lokantalara göre daha ucuzdu. Düz pide ile; helva, dahan, sucuk yenirdi. Genellikle pazara gelen köylüler burada karınlarını doyururlardı. Dahancı Rüştü’den ve Yakıpların Ahmet’ten tahini alırdık. Helvayı ise Kamilin Mehmet’den alırdık. Kadir Ağa’mın dükkanda üç sene çalıştım.

   Askerden geldikten iki sene sonra evlendim. Eşimi, mahallemizden olduğu için uzaktan biliyordum. Evlenirken yüzük, küpe ve fişekli kemer taktık. Gelini, Dattirinin Omar’ın yaylı arabası ile indirdik. Allah, üç oğlan, bir kız; dört çocuk verdi. Mustafa Almanya’da çalışıyor. Ziya işimizi devam ettiriyor. Ahmet ise Bilecik’te doktor olarak çalışıyor.

   BAŞKA NE İŞ YAPTINIZ?

      Fahrettin Gönbe helvacılık yapıyordu. Bana, beraber çalışalım, dedi. Ben de kabul ettim. Bir sene beraber çalıştıktan sonra o, dükkanı bana devretti; ben çalıştırmaya başladım. Fakat dükkan kira, dört çocuk, anam ve biz varız. Bacım ve eniştem de vefat edince onların üç çocuğunu da severek biz aldık. 10 nüfusa bakmam gerekti. Zorlandım ve biraz borçlandım. 1970’de Almanya işi çıkınca Almanya’ya gittim ve orada 15 sene lastik fabrikasında çalıştım. Çocukları, gelmeden önceki son iki seneye kadar götürmedim. Önce borçlarımı ödedim. Ardından şu an durduğumuz dükkanı aldım. Türkiye’de de bu şekilde çalışsak aynı parayı kazanırız, dedim ve temelli geldim.

   GELİNCE NE YAPTINIZ?

   1985’de Bolvadin’e gelince, benim dükkanı kiralayan Eczacı Gafur’a boşaltmasını söyledim. O boşaltınca dükkanda lokum imal edip sattım. Ayrıca toptan yumurta da sattım. Yumurta satışı iyi oluyordu. O zaman Bolvadin’de yumurta tavuğu yetiştiren çiftlikler yoktu. Evimin bahçesine büyük bir kümes yaptım. Afyon’daki tavukçulardan bin tane civciv getirdim. Dört ay sonra yumurtlamaya başladılar. 1990’da lokumculuğu bıraktım ve yumurtacılık işine girdim. Kendi yumurtamın yanı sıra, Afyon’dan da yumurta getirip, toptan bakkallara sattım.

   Bu işi daha geliştirmek amacıyla bir yer aldım ve oraya 10 bin tavukluk kümes yaptım. Burası şehre yakın olduğu için sonra sattım ve Alkaloid yolunda bir tarla alıp, 10 bin tavukluk modern bir yer yaptım. Günlük 8 bin yumurta üretiyoruz. Yumurtaları Afyon çevresinin yanı sıra, Eskişehir, Polatlı, Sivrihisar gibi şehirlere de pazarlıyorum.

   TAVUKÇULUĞUN ZORLUKLARI NELERDİR?

   Altından yel geçen her şey risklidir. Bunun da riskleri var. “Ölet” dediğimiz tavuk vebası hastalığı gelirse bütün tavukları götürür. İki elin böğründe kalır. Bu yüzden kümesin temizliğine ve aşılarına çok dikkat ederiz. Civcivler 1 aylık oluncaya kadar, bulundukları ortam belli bir sıcaklıkta olacak; suları ilaçlı olacak. Kümes aydınlığı ve içeride çalışanlar aynı kişi olacak.

   Bolvadin yumurtacılık konusunda gelişmiş durumda…Şu an için yumurta çiftliği olanlar: İhsan Göker, Haluk Taktak, Bekir Karadeniz, Gazi Balıtatlı, Yusuf Koyuncu’dur. Ayrıca iki tane Afyonlu; iki tane de Ankaralı çiftlik sahipleri vardır. Afyon’da tavuk gübresi fabrikası var. Gübreler orada enerjiye dönüştürülüyor; kalan posası da tarla sahiplerine satılıyor. İnşallah yakında bizim buraya da böyle bir fabrika kurulacak.

   ÇOCUKLUK YILLARINIZ NASIL GEÇTİ?

   10 yaşında iken babam öldü, yetim kaldım. Bir beygirimiz, bir de ineğimiz var…Anam bizim rızkımızı temin için çapaya gider; ayrıca beygirimizle bulgur zamanı bulgur çekerdi. Başka bir gelirimiz yoktu. İlkokula başlayınca rahmetlik babam, önlük almak istedi fakat gücü yetmedi. İlkokulu bitirinceye kadar önlüksüz gittim. Ben gibi birkaç kişi vardı önlüğü olmayan…İlkokul diploma resmi çekineceğimiz zaman öğretmen, arkadaşın önlüğünü çıkarttırıp bana vermişti. İlk ve son olarak önlüğü o zaman giymiştim. İlkokul 5. sınıfa gideceğim zaman ayağımda ayakkabım yoktu. Anamla Ayakkabıcı Kardeş’e gittik. Anam çapaya gidip parasını vereceğini söyledi. Adam da kabul etti. Lastik ayakkabıyı, çorapsız ayağıma geçirdim; dünyalar benim oldu.

   Bir başka gün de, anam ele çapaya gitmişti; evde kimse yoktu. Arkadaşlar, çom oynayalım; dediler. Evde ekmek olmadığından dolayı karnım çok açtı. Oynayacak gücüm olmadığı için kabul etmedim. Anam akşama doğru çapacı parasıyla eve gelince para verdi ve mahalle fırınına koşup ekmek aldım. Hemen oturup yarısını yavan yemişim. Sonra çom oynamaya gittim. Anamın babası şehit olmuş. Anama şehit çocuğu maaşı bağlamak istediler. Anam bu zor durumda bile: “Şehit kanı parayla satılmaz.” diyerek maaşı kabul etmedi.

   KOMİK OLAYLAR DA OLDU MU?

   İlkbahar aylarıydı…Ekinler yeşermiş, bir karış olmuştu. Arkadaşımla birlikte Kaymas Harmanyeri’nin ilerisinde, bizim beygir ve ineği yayıyorduk. İkindi sonrası idi…Bekirağa Mahallesi’nden Sarı Süleyman, diye bir adam vardı. Bu adam bağından geliyordu. Eşeğinin iki tarafına çalı-çırpı yüklemiş; kendisi de üzerine binmiş; iki ayağını sallayarak bize doğru geldi. Yanımıza gelince durdu ve eşekten indi. Bize: “Çocuklar, eve varasıya vakit çıkacak; şu eşeğe bakıverin de ben ikindiyi kılayım.” dedi. Biz de: “Olur bakalım emmi!” dedik.  Adam, tarlanın kenarındaki hendeğe, önüne değneğini dikip namaza durdu. Biz, muziplik yapıp adamı korkutmaya karar verdik. Ben: “Eşşek ekine girdi!” diye bağırdım. Arkadaşım da: “Koruma bekçileri geliyor!” diye bağırdı. Bunu duyan adam birinci secdeden doğrulup ikinci secdeye giderken: “Çevirin len eşşeği!..Allahüekber!..” dedi ve ikinci secdeye gitti. Allah rahmet eylesin.

   YAŞLILIK VE ÖLÜM HAKKINDA DÜŞÜNCELERİNİZ NELERDİR?

   “Yolda kalanda bir; yürüyen de bir…/ Harcanıp gidiyor ömür dediğin…” Yaşlılığı kabul etmiyorum. Ölüm devamlı aklımda. Mutlaka bir kul olarak günahlarımız olmuştur. Allah’tan devamlı af ve mağfiret diliyorum. Temennim bütün ehl-i Müslüm için… Allah çok verip azdırmasın; az verip gezdirmesin; yatağa düşüp de kimselere muhtaç etmesin.