HAYDAR DORU

 

   Çerkes Haydar…86 yaşında…Çiftçilik ve arıcılığın yanı sıra, köyünde muhtarlık da yaptı. Afyon Ziraat Odası Başkanlığında da bulundu.

   Haydar Doru, uzun boylu, sağlam yapılı, hafif sarışın, beyaz sakalları olan birisidir. Ömründe hiç içki-sigara içmemiştir.  Nâzik, temiz, efendi, görgülü bir kişidir. Karşısındaki kişiyi kırmamaya dikkat eder. 1978’de Bolvadin’e gelip, Gökçeyayla Mahallesi’ne yerleşmiştir. Doğup büyüdüğü toprakları hasretle anar. Çocukları Bolvadin dışında çalışmaktadırlar. “Benim elim-ayağım.” dediği hanımıyla birlikte kalmaktadır. İki defa Hacc ibadetini yerine getirmiştir.

   ÇERKESLER’İN TARİHİNDEN BAHSEDER MİSİNİZ?

   Atalarımız, Rusya’nın Kuzey Kafkasya Bölgesinde yaşarken, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı oluyor. Rusya bize düşmanlığından dolayı, orada soykırım uyguluyor. Cennet mekân Abdülhamit Han, oradaki Karaçay Türkleri’ni; Çorum, Erzincan, Eskişehir, Maraş, Afyon ve Tokat şehirlerinin kırsal kesimlerine yerleştiriyor. Onlara arazi veriyor. Burada bulunan köylerin hepsinin de ismi “Gökçeyayla”dır. Atalarımız da bu şekilde gelip, Eskişehir’in yakınına iskan ediliyorlar ve ismini “Gökçeyayla” koyuyorlar. Burası tarihi bir köydür. Eski ismi “Kilisa” dır. Dilimiz “Karaçayca” dır. Kendi aramızda Karaçayca konuşuruz. Çocuklarımız da dilimizi rahat konuşurlar. 1975’de çıkan bir kanunla; devlet, orman köylerini başka yere taşıma kararı aldı. Bizim arazilerimizin yerine, şehirde ev yapacak ve arazi verecekti. Önce Çay’ın Maltepe Köyü’ne gidilmesi kararlaştırılıyor, sonra Bolvadinli siyasilerin devreye girmesiyle evler, Bolvadin’e yapıldı. 1977’de evler teslim edildi.

   HAYATINIZI ANLATIR MISINIZ?

   1929’da Sivrihisar’a bağlı Süleymaniye Köyü’nde doğmuşum. Çiftçilik yapan babam, ben üç yaşında iken vefat etmiş. Babamı hiç bilmem. Başka kardeşim yok…İlkokul çağına geldiğimde köyümüzde okul olmadığı için, köyümüze yakın olan Ertuğrul İlkokulu’na gidip okudum. Orada tek derslikte üç sınıf birden öğrenim gördük. Üç sene orada okuduktan sonra, başka köye gidip; dördüncü, beşinci sınıfları okumam gerekiyordu. Ben oraya gidemedim; böylece ilkokulu bitiremedim. Dedem Çanakkale’de kaldığı, babam da vefat ettiği için; evin içinde iki dul kadının yanında 12 yaşına kadar hayvan güderek büyüdüm. Sonra Eskişehir Han İlçesine bağlı olan, dedemin yaşadığı Gökçeyayla Köyü’ne taşındık. Dağların arasındaki vadide yeşillikler içinde bir köydür. Dağların her tarafı ormanlıktır. Sanki Cennetten bir köşedir.

   Buradaki arazilerimizi ekip-biçtim. Hayvancılık yaptım. Evimizin rızkını temin etmek için çalıştım. 17 yaşına gelince, annem beni evlendirdi. Ölmeden benim mürüvvetimi görmek istiyordu. Bir sene sonra da annemi kaybettim. Hayatta yalnız kaldım. Derdimi getirmem dile… Bitmez ki çektiğim çile…

   NASIL EVLENDİĞİNİZDEN BAHSEDER MİSİNİZ?

   Bizim âdetlerimiz gereği biz biraz geç evleniriz. Sebebi ise, oğlanın da kızın da biraz daha olgunlaşması içindir. Bir de, kesinlikle uzak veya yakın akrabadan birine kız vermeyiz; kız almayız. Biraz da geç evlenmemiz buradan kaynaklanıyor. Bizde boşanma olmaz ve boşanma hoş karşılanmaz. Annem, seni everelim; dediğinde annemin sözüne karşı çıkamadım. Köyümüzdeki bir kıza gönlüm vardı. Onun da bende gönlü vardı. Kız 14 yaşında idi. Kızın isteyicisi çoktu. Çevresine: “Ben Haydar’la evlenirim.” demiş. Buna rağmen annesi kızı yakın köye verdi. Bizde âdet, birkaç gün önce kız, oğlan evine gider… Annesi, kızı oğlan evine götürmek için çıktığında, bizim birbirimizi sevdiğimizi bilen köylüler; kızı anasının elinden kaçırdılar. Biz de, “Leyla-Mecnun aşk görsün!” diyerek güzel bir düğün yapıp evlendik. Üç kız, iki oğlan; beş çocuğumuz oldu. Oğlumun birisi Eskişehir’de yaşıyor; emekli oldu. Diğeri köyümüzde çiftçilik ve ayrıca muhtarlık yapıyor.

   DÜĞÜN GELENEKLERİNİZ NASILDIR?

   Çerkes toplumu gelenek ve göreneklerine çok bağlı bir toplumdur. Bizde görücü usulü evlilik yoktur. Gençler kendi aralarında düğünde-dernekte tanışırlar. Bu tanışma ahlâkî kurallar içinde olur. Söz ve nişan yoktur. Gençler kendi aralarında anlaşırlarsa, düğün ortamında aracı sayesinde görüşülür. Görüşmede, kız ve oğlan tarafından iki kişi mutlaka bulunur. Anlaşırlarsa evlilik kararı alınır. Düğün olacağı hafta “kaçma” dediğimiz olay gerçekleşir. Kız, bir akrabasıyla oğlan evine gider. Oğlan evinde bir arkadaşıyla kalır. Oğlan nikaha kadar kendi evine giremez. Bir akrabasının evinde kalır. Nikah, hemen düğün öncesi yapılır. Resmi ve dini nikahtan sonra ziynet takılır. Gelin-damat düğün salonuna gelmezler. Ama şimdi bazı âdetlerimiz değişti. İkisi de düğüne geliyorlar.

   Düğün sırasında davetlilere çorba veya çorba yerine kuru fasulye ikram edilir. Arkasından şehriyeli pilav ve ayrı bir kapta et sunulur. Sarma veya dolmanın arkasından mutlaka helva konur. Sizin davette bir sofraya 10-12 kişi oturuyor, aynı tabaktan yiyor. Bizde yemekler ayrı tabaklar halinde konur. Davetlilere çıkarken ağız tatlılığı olsun diye, şerbet ikram edilir. Eskiden takı olarak beşibirlik takılırdı. Bilezik bilmezdik. Şimdi hepsi de takılıyor. Mutlaka her düğünümüzde Kafkas oyununu oynarız.

   ASKERLİĞİ NEREDE YAPTINIZ?

   Askerliğimi Artvin’de yaptım. Uzaktı ama, bizim köyü aratmayacak şekilde yeşillikli idi. Rus sınırına yakındı. 20 aylık asker olmuştum fakat hiç izne gitmemiştim. İki çocuğum vardı. Komutanımız dövüş yaptırılan Hint horozuna meraklıymış. Gazeteyi okurken, Afyon’da yapılan horoz dövüşleri haberini okumuş. Afyonlu kim var? diye araştırmış. Sonra beni çağırdılar, komutanın yanına gittim. Komutan bir gazetede, elinde horoz tutan adamın resmini göstererek: “Afyon’da Uzun Çarşı’yı biliyor musun?” dedi. Ben de bildiğimi söyledim. “Sana izin… Afyon’a git, bu adamı bul; bir tane Hint horozu al; istediğin zaman gel!” dedi. O gün cumartesi idi. Yazıcıyı çağırtıp bana izin kağıdını verdi ve gönderdi. Ben Afyon’a geldim; 40 liraya horozu aldım; iznim bitesiye horoza baktım ve götürüp komutana teslim ettim. Bana horoz parasını ve ayrıca yol paramı da verdi. Horoz sayesinde eşimi ve çocuklarımı gördüm.

   KÖYDE NE İŞ YAPTINIZ?

   Köyde arazimiz vardı; koyunumuz-kuzumuz vardı. Onlarla uğraşırken köylü beni muhtar etti. Okumaya ve okutmaya çok merakım vardır. Şu anda evimde devamlı bir şeyler okurum. 1963’de köye okuma odası açtım. Devletin verdiği kitapların yanı sıra, kitap bağışı kampanyası düzenleyerek kitapları çoğalttım. Bütün çocukların öğrenim görmesi için büyük gayret gösterdim. Ayrıca, genç kızlarımızın bir sanatı olsun; ekonomik yönden ailelerine katkı sağlasın; düşüncesiyle halı kursu açtım. Pek çok kızımız kadınımız meslek sahibi oldular. Evlerine halı tezgahı kurarak halı dokumaya başladılar. Afyon Halk Eğitim Müdürlüğü’nden hayvansal ve ziraatla ilgili filmler getirterek, halkın eğitilmesi için gayret gösterdim. Köye ortaokul istedim fakat başarılı olamadım. Ayrıca, beni Afyon Ziraat Odası başkanlığına getirdiler. Dört sene de buraya hizmet ettim.

   BOLVADİN’E GELİŞİNİZ NASIL OLDU?

   Kimse doğduğu yaşadığı yeri terk etmek istemez. Bizim olduğumuz yer, arazi açısından dağlık ve ormanlık bir yerdi. Devlet, ormanlık alanları korumak amacıyla bu tür köylerde yaşayanların şehirlere taşınması için teşvik etti. Yakın şehirlerde, uzun vadeli ödeme şartıyla evler verdi; araziler verdi. Buna karşılık bizim bazı arazilerimizi de kamulaştırdı. Bize de isteyenin gitmesi için Bolvadin’deki bu evleri gösterdiler. Çocuklarının geleceğini düşünen köylülerin bazıları kabul ettiler ve kurayla çekilen bu evlere taşındık. Buraya geleli 40 seneye yaklaştı.

   İLK GELİNCE ZORLUKLAR ÇEKTİNİZ Mİ?

   Alışmış olduğun yerden, en güzel yere taşınsan da, insan zorluklar çeker. Köyde; yeşillikler, şırıl şırıl akan sular içinde yaşarken, kuru bir yere geldik. Çok kişi evinin bahçesine santrifüj çıkarttırarak bahçesini yeşillendirmeye çalıştı. Bolvadin halkıyla aramızda kültür farkı da olunca buralara alışmamız kolay olmadı. Bolvadinlilerle anlaştığımız noktalar: Dindar olması, devletini sevmesi ve kültürlerini yaşatmasıydı. Bunlar çok güzel özelliklerdi. Misafirperverlik konusunda yeterli samimiyeti bulamadık. İlk zamanlar “yabancı” diyerek, bazen dışlandık. Bir de bana: “Orada ormanı bitirip geldiniz!” dediler. Ormana biz hiç dokunmadık.

   Hiç unutmam, ilk geldiğimiz günler bahçede hanımla çalışırken, yanımıza bir kadın ile kızı geldi. Sonradan öğrendim Kamil Göksu (Zontur) un karısı ve kızıymış… Bize komşularmış. Bir ihtiyacımızın olup olmadığını sordular; her türlü yardımı yapmaya çalıştılar. Bizimle dost oldular. Oğlu Abdurrahim devamlı yardımımıza koştu. Sucu Kadir de aynı yardımseverliği gösterdi. Allah onlardan razı olsun.

   YAŞLILIK VE ÖLÜMLE İLGİLİ DÜŞÜNCELERİNİZ NELERDİR?

   İhtiyarlık zor…İhtiyarlığı satın almaya gerek yok; bir gün yakana yapışıyor. Gençlik güzel bir kuş imiş, uçurdum da tutamadım./ Yaşlılık bir top bez imiş, gezdirdim de satamadım. Ölüme her an hazırım. Hanımla devamlı konuşuruz. Peygamberimiz: “Ölümü hatırlayınız.” buyuruyor. Bolvadin dışına bir yere gideceğimiz zaman, kefenlerimizi de çantamıza koyup götürürüz. Her yönden hazırlıklı olmak lazım. Tek dileğim: Allah kimseyi kimsenin eline düşürmeden emanetini alsın.