CELÂLETTİN CİĞERCİ

                                                                

   Celalettin CİĞERCİ…Ciğercinin Terzi Celâl…77 yaşında…Küçük yaşlarda kunduracı çıraklığı yaptı. Daha sonra terzilik mesleğini seçti. 40 senelik terzilik mesleğinde, her türlü terzilik işlerini yaptı. Rahatsızlığı dolayısıyla 14 sene önce mesleği bıraktı. 17 yaşında iken babası vefat etti.

   Celal Ağabey; orta boyda, biraz kilolu, beyaz tenli, yuvarlak yüzünü çevreleyen beyaz sakalları olan, kalın camlı gözlük takan, nur yüzlü bir zât-ı muhterem…Belindeki rahatsızlıktan dolayı, bastonla yürümektedir. İki senedir çarşıya çıkamamaktadır. Güler yüzlü, temiz ahlaklı, hoş sohbet, mâneviyatı yüksek bir kişidir. 1995 yılında hac fârizasını yerine getirmiş olup, dokuz torun sahibidir.

   HAYATINIZI ANLATIR MISINIZ?

   1939 yılında, Bolvadin’in Hacıyusuf Mahallesi’nde, dört kardeşin en küçüğü olarak dünyaya gelmişim. Üç ablam vefat etti. Babamın adı Ömer… Hak ile imamlık yapar, çocuk okuturdu. İlkokula, evimize en yakın olan Bahçe Mektebi’nde başladım. Bahçe Mektebi, Rüştiye (ortaokul) Mektebi olarak 1864 yılında yapılmış. 1906 yılında yeni rüştiye mektebi yapılınca, Mekteb-i İnas (kız mektebi) olmuş. 1950 yılında Bahçe Mektebi oldu. Yanına, 1956 yılında Atatürk İlkokulu yapılınca oraya taşındı.

   İlkokula giderken, sınıfımızda benden büyük çocuklar vardı. Devlet, herkesin okuması için gayret gösteriyordu. Çocuğunu okula göndermeyen babalar için hapis cezası vardı. Babam, ablamı okula göndermediği için bir hafta hapis yattı. Çok kişi, ceza almayayım diye, çocuğunu sonradan okula gönderdi. 18 yaşında ilkokula giden çocuklar vardı. Okul tatillerinde, eniştem olan Sıtkı TAKTAK’ın  yanında, bedesten içindeki dükkanında çırak olarak çalıştım. Eniştem Sıtkı TAKTAK, o zamanlar kunduracı idi. Sonra şoför oldu.

   TERZİLİĞE NASIL BAŞLADINIZ?

   Tenikegötün Terzi Hasan KARAGÜVEN’e ablamı verdik. 1953 yılında, onun yanına çırak olarak girdim.  Eniştem “Altınmakas Terzisi” adı altında nam yapmış; birinci sınıf bir terzi idi. Zafer Caddesi’nde dükkanı vardı. Orada kalfa olan Remzi AKBALIK ve H. İbrahim KEÇİLİ, benim parmağımı bağladı ve yüssüğü taktılar. Terzi çıraklığına ilk giren kişinin, orta parmağını içine büker ve iple bağlarlar. Kesinlikle parmağının ipini çıkartma, dediler. Bir aya yakın parmağım öyle durdu. Sonra çıkartıp yüssük taktılar. Elime bir çaput verip “yelgeçti” denilen teğel attırdılar. Sonra, düğme dik; ilikevi ör; derken askere gidesiye kadar terzilikte otura kaldım. Terzilikte kesim önemlidir. Eniştem askerliğime bir sene kala kesimi öğretti ve takım elbise dikecek duruma geldim. Eniştem ünlü terzi olduğu için, pek çok ünlü kişi de elbisesini, paltosunu bize diktirirdi. Milletvekili Gazi YİĞİTBAŞI’nın elbise provasını ben yapmıştım.

   ASKERLİK SONRASI NE YAPTINIZ?

   Kütahya’ya havacı olarak gittim. Daha sonra İzmir’de beş ay telsiz kursu gördükten sonra, Bandırma’ya gittim. Orada 24 ay olarak askerliğimi tamamladım. Asker dönüşü tekrar eniştemin yanına girdim. Kırk gün orada çalıştıktan sonra eniştem: “Ramazan geliyor; önümüz bayram, işler iyi olur; dükkan tut; ben de yardım ederim; Allah nasibini verir.” diye beni teşvik etti.

   1961 yılı idi. Ramazan’a iki gün vardı. Büyük bir heyecanla dükkan aramaya başladım. Yıkılan adada, yıllığı sekiz yüz liraya bir dükkan tuttum. Hemen bir masa yaptırdım. Hasan eniştem de, makinelerinden birini bana verdi. İşe başladım. Eniştem, kendine gelen müşteriyi bana yolladı. İlk müşterim Abdil GÜÇLÜ’ye bir palto diktim. O bitmeden, Berber Cafer geldi. Kazada vefat eden oğlu Lütfü’ye elbise diktirdi. İlk elbiseyi de ona diktim. Allah müşteri yolladı. Bayram sonu, biraz biriktirdiğim parayla Konya’ya sıfır makine almaya gittim. O gün için büyük döğme 300 lira idi. 500 lirası peşin, gerisi taksitle 1800 liraya makineyi aldım geldim. Allah razı olsun, Atom’un Abdullah bana kefil oldu. Kısa zamanda borçlarımı ödedim. Eniştemin makinesini de geri verdim. Askerden gelince hanımla  birbirimizi görmeden evlendik. İki oğlum, bir kızım var. Büyük oğlum Ömer din görevlisi; küçük oğlum  Ahmet ise Öğretmen…Terziliğim boyunca 7 dükkan değiştirdim. 1977 yılında Bağlarbaşı Mahallesi’ne ev yapıp oraya taşındım. 1994 yılından 2004 yılına kadar bu mahallede muhtarlık yaptım. Rahatsızlanınca bıraktım.

   NE TÜR ELBİSELER DİKERDİNİZ?

   O zamanlar elbise çeşitleri fazla idi. 7’den 77’ye kadar herkes ceket, yelek pantolon dikinirdi. Bolvadinliler’in elbise biçimi farklı, köylerin ise farklı farklı idi. Genellikle Özburun ve Pazarağaçlılar elbisenin ceketinin arkasını körüklü dikinirlerdi. Ceketin arkasındaki körüklerin üstüne; mavi, kırmızı, yeşil renk konurdu. Türk’ün silaha olan merakı giyim tarzlarına da yansırdı. Ceketin cep kapağını, tabanca şeklinde yapardık. “Kilot pontul” dediğimiz, bacak kısmının kenarları yanlara doğru geniş; paçası dar olan pantolon dikerdik. Bu pantalonun paçalarının yanları 15 santim yırtık olur ve buraya süs için dört düğme dikerdik. Müşteriler: “Kör Tortil’inki gibi olsun.” derlerdi. Ayrıca “Elîfi biçim” dediğimiz, ağ kısmı bol, yarı şalvar pantolon dikerdik. Bu tür pantolon, hem rahat; hem de sağlıklıdır. İnsan, içinde rahat eder. Bugün, kız olsun erkek olsun gençlerin moda diye giydikleri düşük kemerli pantalonlara bakıyorum, onlara acıyorum. Bu tür pantalonlar hem ahlâki açıdan, hem de sağlık açısından uygun değil…Delikanlı eğildiği zaman, olduğu gibi beli açılıyor; oradan üşütüyor. Benim çocukluğumda, oğlan olsun; kız olsun; okula gidesiye kadar fistan giyerdi. Gençler olsun, büyükler olsun beline kuşak sararlardı. Belini üşüten kişinin çocuğu olmaz.

   Akharım, Karacaören, Pazarağaç köylerinden gelenler, Kürdoğlular’dan kumaşı alırlar; diğer köylerden gelenler, Kelekçiler’den kumaşı alır bize ve diğer terzilere getirirlerdi.

   YELEK DE DİKER MİYDİNİZ?

   Elbise dikilince genellikle yelek de dikinilirdi. Küçük çocuklar da yelek giyerlerdi. Çeşitli yelek türleri vardı: Normal Yelek: Bugün dikilen yeleklerin aynısı idi. Avcı Yeleği: Baştan giyilir ve yakası boğaza kadar gelirdi. Yandan düğmelenirdi. Yeleğin önünün alt kısmında üç cep, üst kısmında iki cep bulunurdu. Kapaklı Yelek: Boğaza kadar kapalı olur. Ön tarafında ve yan tarafında düğmeler olur. Yan tarafındaki düğmeler süs içindir. Efe Yeleği: Göbek kısmına kadar önü açık olurdu. Önden üç düğmeli olurdu. Yeleklerin arkasında mutlaka tokası olurdu. Giyen kişi, bu tokalar vâsıtasıyla, yeleği beline göre ayarlardı.

   Ayrıca, hâli-vakti yerinde olanlar; kışlık kalın kastor palto dikinirlerdi. Kış, şimdiye göre daha soğuk olurdu. Ancak bu palto ile korunurlardı. Bahar ayları için pardesü dikerdik. Hacca gidenler, mutlaka “hacı elbisesi” dikinirlerdi. Kısaca, terziliğin her çeşidini yaptım.

   ESKİ YAŞANTI NASILDI?

   Meyve- sebze bugünkü gibi bol değildi fakat et, süt, yumurta, bal, kaymak çoktu. Yalnız, halkın almaya gücü yoktu. 17 yaşında iken babam vefat etti. Evde tek oğlan olarak sorumluluk benim sırtıma bindi. Evimizde ineğimiz camızımız vardı. Sütünün iki parmak kaymağı olurdu. Çarşı Camii’nin önüne götürür iki liraya satamazdım. Kırk kovan arımız vardı. Bal, teknelerle olurdu. Kilosunu iki buçuk liraya satamazdım.  Her şey caminin önünde satılırdı. Anam kesek gibi yoğurt çalardı, caminin önünde satardım.

   BABANIZDAN BAHSEDER MİSİNİZ?

   Babam, 1885 doğumlu olup, biraz sert yapılı birisidir. Buradaki medreselerde ilim tahsil etmiştir. Sonradan, medresede kalfalık yapmanın yanı sıra, çocuk da okutmuştur. Bucak, Kaymas, Erkmen, Rüştiye Camilerinde hak ile imamlık yapmıştır. Önceleri camilerde çocuk okuttu; sonra yasaklanınca evde okutmaya başladı. Maaşı olmadığı için, sebzecilik de yapmıştır. Sultandağı’ndan, Çay’dan sebze-meyve getirir; Bolvadin’de Emirdağı’nda satardı. Emirdağı’na pazartesi gün gider; handa yatar; ertesi gün pazarda satardık. 1942’de kıtlık olunca ekmek karne ile verilmiş. Babam da, iki ekmek fazla alabilmek için ablalarımın yaşını nüfusa iki yaş büyük yazdırmış. 

   BİR GÜNÜNÜZ NASIL GEÇİYOR?

   2002 Şubat depreminde muhtarlık yapıyordum. Deprem sonrası bize çok iş düştü. Halka yardımın yanı sıra, çadır dağıtma işini de biz yaptık. Çadırlarların dağıtımı sırasında belimi zorladım. Bel fıtığı olmuşum. Değişik zamanlarda dört sefer ameliyat oldum fakat kesin çare bulamadım. Bu yüzden 14 senedir zor durumdayım. Bastonla zorla yürüyebiliyorum. İki senedir de evden çıkamıyorum. Mahallemizdeki Bağlarbaşı Camisi’ne Cuma namazı için, zor gidip gelebiliyorum. En çok üzüldüğüm, cemaatle namaza katılamamamdır. Gençliğimden beri, cemaatle namazı kaçırmamaya dikkat ederim. Resulullah  Efendimiz: “Bir kimse abdest alır; namaz kılmak için camiye gelirse, attığı her adım için sevap verilir ve günahı silinir.” buyuruyor. Ayrıca, cemaatle kılınan namazın fazileti fazladır. Bu konuda Efendimiz: “Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan 27 derece daha faziletlidir.” buyuruyor. Gençlere devamlı cemaatle namazı tavsiye ederim.

   BAĞLARBAŞI CAMİSİ HAKKINDA BİLGİ VERİR MİSİN?

   Bizim mahallenin olduğu yer; bin yıl önce, antik devirde mezarlıkmış.  İslami dönemde, mezarlık bozularak üzüm bağları haline getirilmiş. 1970 yılına kadar burada üzüm bağları vardı. Bu yılda, bağlar bozularak mahalle haline getirildi. Ekmekçilerin Hacı Ahmet’in Eşi Sıdıka Hanım cami yapılması için oraya arsa verdi. Caminin mimarı Selim KARASEKRETER’dir.  1986 yılında inşaatına başlanmış ve 1990 yılında ibadete açılmıştır. Minaresi ise 1996 yılında yapılmıştır.

   ÖLÜM HAKKINDA DÜŞÜNCELERİNİZ NELERDİR?

   Ölüm aklımdan hiç çıkmaz. Ölüm ne zaman gelecek? diye bekliyorum. Önemli olan imanlı gitmek. Topraktan gelen nimeti yedik; bir gün gelecek, toprak da bizi yiyecek. Ben dünyada en çok üç şeyi kârlı gördüm: Abdest…namaz…oruç…