BEKİR ÇEKİÇER

 

   Bekir ÇEKİÇER…78 yaşında…Çarıkçılık, çiftçilik yaptı. Yastık basma işlerinde ve tuğla ocağında çalıştı. Ayrıca, uzun yıllar Almanya’da işçi olarak çalıştı. Gençlik yıllarında hafızlığını tamamlayıp, diplomasını aldı.

   Bekir Ağabey; uzun boylu, zayıf, uzun beyaz sakalları olan, gözlüklü, nûrâni yüzlü bir kişidir. Yaz-kış, uzun pardesüsünü ve takkesini üzerinden hiç eksik etmez. Çok ayağına tetik ve hareketlidir. El sanatı gelişmiştir; her türlü tamiratı yapar. Oturmayı kesinlikle sevmez ve kendine devamlı bir iş bulur. Üç yaşında iken anası öldüğü için, ana şefkati görmemiştir. Merhametlidir, evindeki kedisini biraz durgun görse, hemen veterinere götürür. İmaret Mahallesi’ndeki Sancak Züccaciye’nin olduğu binayı yapmıştır. Orada kendisine de, oturmak amaçlı küçük bir dükkan ayırmıştır. Belli bir arkadaş gurubuyla burada otururlar. Cuma namazından sonra hepsi toplanıp, “Yasin“ ve “Mülk” Surelerini okurlar ve arkasından bükme, katmer veya pide yerler. Dükkana girdiğinizde sağ tarafta duvarda Türk Bayrağı, sol tarafta ise şu sözler göze çarpar: “Kimi mal-mülk peşinde;/ Kimi şan-şöhret peşinde;/ Kimi kız, kimi erkek peşinde./ Ama bilmiyorlar ki;/ Azrail hepsinin peşinde.

   İki sefer Hac farizasını yerine getirmiş olup; 12 torun sahibidir.

   HAYATINIZI ANLATIR MISINIZ?

   1938 yılında, Bolvadin’in Erkmen Mahallesi’nde dünyaya gelmişim. Babamın adı Abdülkadir…Çiftçilik yapardı. Ben üç yaşında iken anam ölmüş. Dört kardeş dikilip kaldık. Babaannem bize sahip çıktı ve yetiştirdi. Babam bir daha evlenmiş. İkisi oğlan, yedisi kız; toplam dokuz kardeşiz. Diğer kardeşim Ramazan Fransa’da çalışıyor.

   HANGİ OKULDA OKUDUNUZ?

   Okul vaktim gelince babam okula göndermedi. “Ben okumadım. Sen okusan ne olacak; okumasan ne olacak!” dedi. Okula gitmeyince babaannem beni, bizim mahallenin, Yakup Şevki Paşa Cami İmamı Güdük Hasan Hoca’ya, dînî bilgi almam için gönderdi. Hocanın cami yakınında evi vardı. Bizi evinde okuturdu. “Eb-cet” usulü okurduk. Kapıda mutlaka birimiz nöbetçi olurduk. Kışla tarafından asker gelirse, çarşı tarafından da bekçi gelirse hemen hocaya haber ederdik. Çocuk okutması yasaktı.

   Sonra hafız Ali Kemal TOKPINAR’ın babası Abdülkadir Hoca, bizim camiye imam oldu. Hak ile görev yapıyordu. Sadece akşam ve yatsı namazları kılınırdı. Caminin önündeki çeşmeye “Gasalak Çeşmesi” denirdi. O çeşme bugün de akmaya devam ediyor. O zaman ezan Türkçe okunuyordu. Bana ezanı ezberletti. Camini minaresi yoktu. Caminin köşesinde yüksekçe bir taş vardı. Oraya çıkıp, Türkçe okurdum. 1950 yılında tekrar Arapça okunmaya başlayınca herkes bayram etti. Şükür için, Çarşı Camii kapısı önünde koç kurban edildi.

   YAKUP ŞEVKİ PAŞA CAMİİ HAKKINDA BİLGİ VERİR MİSİN?

   Kâgir kerpiçten yapılan caminin yapılış tarihi bilinmemektedir. İlk olarak “Hızır Paşa Vakfı” tarafından yapılmıştır. Daha sonra bu mahalleye yerleşen “Ciğerci Yörük Beyi İsa Bey” tarafından tamir ettirilip, önüne çeşme yapılmış. 1960 yılında Erkmen Mahallesi’nden ayrılan bu mahalle “Yakup Şevki Paşa Mahallesi” adını aldı. Caminin ismi de bu şekilde değiştirildi. 1965 yılında ise minaresi yapıldı. Cami şu anda yıkılmış olup; yerine daha büyük cami yapılma çalışmaları devam etmektedir.

   ÇIRAKLIĞA GİTTİNİZ Mİ?

   Babam, Çarıkçı Emir ŞAKRAK’ın yanına çırak olarak verdi. Çarşı ile bizim mahalle uzak olduğu için, babam elimden tuttu ve Tahtalı Cami Müezzini Ali AKÇEŞME’ye okutması için götürdü. Bir müddet buraya gittim fakat başarılı olamadım. Çarşı Cami İmamı Hüseyin Hoca’nın anası Hacca Molla’nın,  İmaret Mahallesi’nde evi vardı. Babaannem bu sefer de, beni ona götürdü. Hoca, kabri nur olsun benimle çok ilgilendi; sevdi. Bir müddet sonra evin çocuğu gibi oldum. Onun öğrettiği dersle, Kur’an-ı okumaya başladım. Bu arada çarıkçıda çıraklığa devam ediyordum.

   ÇARIK DİKMEYİ ÖĞRENEBİLDİNİZ Mİ?

   14 yaşıma kadar çarıkçıda çalıştım. Çarık dikmeyi öğrendim. Çarık, o gün için sağlam ayakkabı sayılırdı. Ayakta çok rahat durmasa da, dağda-bayırda gezen köylüler için iyi bir ayakkabıydı. Diğer ayakkabılara göre daha ucuzdu. O gün için tahminen 15 çarıkçı vardı. Çarığın tabanı, eskimiş kamyon lastiklerinden yapılırdı. Üstü de sığır derisinden olurdu. Camız derisinden ise yemeni yapılırdı. İskarpin dediğimiz ayakkabı ise koyun, kuzu derisinden yapılırdı.

   HAFIZ OLDUNUZ MU?

   Çarşı Camisi’nin son cemaat yerinin üst katı Kur’an kursu idi. Hafız olacaklar orada yetişirdi. Çarşı Camii İmam-Hatibi Hüseyin Hoca, aynı zamanda Kur’an kursu öğretmeniydi. Hacca Molla’da okurken Hüseyin Hoca bana: “Bekir, yarın Kur’an kursuna gel!” dedi. Ertesi gün gittim. Hoca ilk vardığım gün hafızlığa başlattı. Bolvadin’deki öğrencilerin yanı sıra, şehir dışından da hafızlığa gelen öğrenciler vardı. Bunlar Nakıplar’ın Oda’da ve diğer odalarda kalıyorlardı. Bolvadinli olarak; Osman SOĞUKPINAR, Ahmet KOCATÜRK, Sırrı BORLU, İhsan KOCA vardı. Latin harflerini burada bana, Derici Mıstık’ın Hafız Ahmet öğretti. Yeni harfleri okumasını bilirim ama yazmasını bilemem. Kışın hocaya gidiyor; yazın ise babamla çiftçilik işleriyle uğraşıyordum. Beş-altı sene buraya devam ettim fakat ancak yarım hafız olabildim. Askere gitmeden tam hafız olmak istiyordum. Emirdağı’nda yatılı hafızlık Kur’an kursu vardı. Oraya gitmek istiyordum. Hüseyin Hoca’ya dedim; o da gitmeme izin verdi. Evden de izin alarak Emirdağı’na gittim. Orada bir sene okuduktan sonra, tam hafız olarak diploma aldım.

   ASKERLİĞİNİZ VE EVLENMENİZ NASIL OLDU?

   Hafızlığı bitirdikten sonra Bolvadin’e geldim. Babam: “Seni evereceğim.” dedi. Ben de kabul ettim; hiç birbirimizi görmeden evlendik. Bir müddet sonra askere gittim. Acemi birliğim Edremit; usta birliğim ise Ezine-Çanakkale idi. Beni bando takımına aldılar. Ön tarafta borazan çalıyordum. Her cumartesi öğleyin, şehir merkezine gidip bayrağımızı çekiyor; pazar günü akşamleyin indiriyorduk. Benim için gurur verici bir şeydi. Devamlı etraftaki ilçelerin ve kasabaların kurtuluş günlerine gidiyorduk. Gündüz boru çalıyor; akşam, namaz kıldırıyordum.  Bir cuma günü evimizden bir mektup geldi. Mektupta: “Gözün aydın, bir oğlun oldu!” deniyordu. Çok sevindim. Bir hafta sonra bir mektup daha geldi. Onda da: “Gözün aydın, bir kardeşin oldu!” yazıyordu. Benim hanımdan sonra, üveyi anam da doğurmuştu. Dokuzuncu kardeşim geldi, diye ona da sevindim.

   Ocak ayı idi; teskereyi aldım. Bolvadin’e gelmek istemiyordum. Oradaki müftülüğe vardım. Müftüye, hafız olduğumu, din görevlisi olarak çalışmak istediğimi söyledim. Müftü, şu anda kadroların dolu olduğunu söyleyince Bolvadin’e döndüm.

   GELİNCE NE İŞ YAPTINIZ?

   Eve gelince evin içinde sert rüzgârlar estiğini gördüm. Benim hanımdan sonra üvey anam da doğurmuştu. Üvey anamın sütü kesilmiş; benim hanıma kendi çocuğunu da emzirmesini söylemiş. Hanım da, sütünün ancak kendi çocuğuna yettiğini söylemiş. Bunun üzerine üveyi anamla hanımın arası açılmış. Ben aralarını yumuşatmaya çalıştım fakat olmadı. Üveyi anam babamı islim pompalar gibi pompalayıp, bizim üzerimize gönderirdi. Babam, elinde övendere ile hanımı ve beni çok dövdü.

   Kış iyice tipilediğinde, taş taşı kavradığı bir vakit, üveyi anam bizi evden kovdu. Halamın toprak bir evi vardı, boştu. Kırık-delik eşyalarımızı toplayıp oraya taşındık. Evde, yakacak yok; odun yok; kömür yok; tezek yok; iş yok; güç yok; cebimde para yok!.. Ne yapacağımızı şaşırdık!

   Ertesi gün bizim caminin imamı Abdülkadir Hoca vefat edince, oranın imamlık görevini bana verdiler. İş buldum, diye sevinirken babam: “Eğer benim okuttuğumunan ekmek yersen, zehir-zukkum olsun! Hakkımı helal etmiyorum!” dedi. O anda, hafızlığımdan ekmek yiyemeyeceğimi anladım ve görevi bıraktım. Benim yerime Mustafa ÜZÜM imam oldu.

   BAŞKA İŞ BULABİLDİNİZ Mİ?

   Tuğlacı Ahmet UZUNER’in ve Tuğlacı Şavkı’nın yanında çalışmaya başladım. Gündüz tuğla ocağına gidiyor; gece ise tanesi 10 kuruşa yastık basıyordum. Göle kındıra biçmeye giderdim. Bu arada Almanya’ya işçi olarak gitmek için yazıldım. 1970 yılında  Almanya çıkınca üç çocuğum vardı. Beş sene sonra en küçük oğlum dünyaya geldi. Üç oğlum, bir kızım var. Büyük oğlum Zekeriyya kadastroda memur; diğer iki oğlum Kenan ve Hakkı Avrupa’da çalışıyorlar.

   ALMANYA’DA NE KADAR ÇALIŞTINIZ?

   Gurbette 25 yıl çalıştım. Berlin duvarı yıkılınca bizi işten çıkardılar. İşsizlik maaşı aldım. Sonra emekli oldum. Çocukları götürmemiştim. Gittiğimin 10. Yılında oğlumun birisini oraya götürdüm; okula gönderdim. Sonra boya fabrikasına girdi, orada çalışıyor. En küçük oğlum Hakkı, Bolvadin’ de İmam-Hatip Ortaokulu’nu bitirmişti. İftiharla sınıfını geçince mükâfat olarak Berlin’e götürmüştüm. Götürmez olaydım! Çocuk oraları görünce: ”Ben okumayacağım, senin yanında duracağım.” dedi. Bir türlü ikna edemedim. Bunun üzerine ailenin hepsini buraya taşıdım. 2009 yılında temelli dönüş yaptım. Şimdi istediğim zaman gidip, çocukları ziyaret edip geliyorum.

   YAŞLILIK VE ÖLÜMLE İLGİLİ DÜŞÜNCELERİNİZ NELERDİR?

   Şükür, yaşlılıkla ilgili bir şikayetim yok. Her işimi kendim görebiliyorum. Zamanımın bir kısmını Kur’an ve kitap okumaya ayırırım. Boş durmam, kendime iş bulurum. İnsanda maneviyatın güçlü olması lazım. Maneviyat olmazsa mutluluk olmaz. Bu dünyaya ölmeye geldik. Cenâb-ı Mevlâ Nîsa Sûresinde: “Her nerede olursanız olun, ölüm size yetişir.” buyuruyor. En büyük zenginlik, iman zenginliğidir. Allah’tan tek dileğim af ve mağfiret…Amelimle ecelimi güzel eylesin.