BASRİ ERGÜVEN

 

   Basri ERGÜVEN…Terzi Basri…79 yaşında…7 yaşından beri, çarşıda ticaretin içinde…64 yıl bayan ve erkek terziliği yaptı. Müteahhit işleri de yaptı. Beş sene önce terziliği bıraktı.

   Basri Ağabey; orta boylu, beyaz tenli, çoğunluğu beyazlamış saçı ve ince bıyığı olan bir kişi…

Sakin ve mütevâzi bir kişiliğe sahiptir. Konuşmasını sever ve karşısındaki kişiye dinletir. Çarşının temel taşlarından birisidir. Hergün, terziler sitesindeki dükkânına gelir, eşle-dostla muhabbet eder. Çalıştığı yıllarda, kravatı ve takım elbisesiyle örnek bir kişi olmuştur. Sosyal faaliyetleri ve parti işleriyle uğraşmayı sever. Pek çok dernek ve partinin yönetiminde bulunmuştur. Aydın ve ileri görüşlü bir kişidir. Memleketin tanınması ve yükselmesi için elinden geleni yapar. 2003 yılında Hac vazifesini; daha sonra umre haccı yapmış olup, 7 torun sahibidir.

   HAYATINIZI ANLATIR MISINIZ?

    1937 yılında, Bolvadin’in Emrullah Mahallesi’nde dünyaya gelmişim. Babamın adı Mustafa...Orta halli bir çiftçiydi. Üç oğlan, iki kız; beş kardeşiz. Kardeşlerimden İbrahim memur olarak görev yapıyor; Cengiz ise özel sektörde çalışıyor.

   İlkokulu Akçeşme Okulu’nda okudum ve birincilikle bitirdim. Dördüncü sınıfta öğretmenimiz, Savcı Doğan ÖZ’ün babası Bekir ÖZ idi. İmanlı bir öğretmendi. Namazı, abdesti, duaları hep o öğretti. Araştırmayı, incelemeyi çok severdim. Yıkılan Halkevi’nin girişinde kütüphane vardı. Oraya gider devamlı kitap okurdum.

   Ortaokula yokluk yüzünden gidemedim. Ankara’da meslek ortaokulunda okumam için öğretmenim teşvik etti. Halkevinde yapılan imtihanı kazandım. İkinci imtihana ise Afyon’da girdik. Ramazan DAYIOĞLU, Yusuf YEŞİLÇİMEN ve ben, üç kişi kazandık. Onlar, daha sonra mühendis oldular. Öğretmenimiz Bekir Hoca, kahvehanede oturmakta olan babamın yanına geliyor ve benim kazandığımı söylüyor. Babam, okutmaya gücümüz yok, deyince bütün masraflarını devletin karşılayacağını belirtiyor. Babam razı oluyor. Akşam eve gelince anama söyledi. Anam şiddetle karşı çıktı. “Ben oğluma kıyıp da gurbete göndermem!” deyince, benim okuma hayalim suya düştü.

   SONRA HANGİ MESLEĞİ SEÇTİNİZ?

   Evde, meslek aramaya başladılar. Aile meclisinin aldığı kararla terziye çırak olarak vermeyi kararlaştırdılar. Davulcuların İbrahim ve Kazım Ustaların yanında çırak olarak çalışmaya başladım. 6 ay sonra oradan ayrıldım ve “Kepçeli” namıyla bilinen İbrahim ÖREN’in yanına girdim. Dört sene de orada çalıştıktan sonra, kendimi daha iyi yetiştirmek için Terzi Kadir SAKARYA’nın yanına girdim. Burada terziliğin bütün inceliklerini öğrendim. Ustam beni çok severdi. “Benim başkalfam!” derdi. Kabri nur olsun. Askerlik günüm gelince, gece dükkanın önünden, Dişli Köylüler’in İstasyona giden traktörüne binip, iskeleye vardık. O gece oruca başlayacaktık. Sahurumuzu trende yaptık.

   ASKERLİĞİ NEREDE YAPTINIZ?

   Acemi birliğim Sakarya idi. Bölükte 37 kişiydik. Komutan geldi: “Ortaokul ve lise mezunu olan var mı?” dedi. Hiç ses eden olmadı. Sonra: “İlkokul mezunu olan var mı?” dedi. Ben parmak kaldırdım. Baktım başka parmak kaldıran yok; ben de elimi indirdim. Komutan görmüş,  yanına çağırdı ve mesleğimi sordu. Terzi olduğumu söyleyince tabur yazıcısı etmekten vazgeçti, terzihaneye verdi. Orada subayların hanımlarına ve askerlere elbise ve asker şapkası dikiliyordu. Şapka dikmeyi ve bayan elbisesi dikmeyi orada öğrendim. Oradan Erzincan’a gittim. Askerliğim bitinceye kadar terzihanede çalıştım.

   GELİNCE DÜKKAN AÇTINIZ MI?

   Askerden gelince ustam beni çağırttı. Bana, ortak çalışmamızı teklif etti. Ona teşekkür ettim ve: “Hayır usta! Kendimi denemek istiyorum.” dedim. 1959 yılının Nisan ayı idi. Cesaretimi topladım ve PTT karşısındaki dükkânların üst katından, Ramazan’ın ilk günü bir yer tuttum. Dükkanı tuttum ama, makine yok; iğne yok; iplik yok; makas yok; para yok; pul yok! Ama itibarım var çok şükür!

   Dostun birisinden ödünç para alarak makine aldım. Marangoz Muzaffer TAKTAK veresiye masa yapıverdi. Dükkanı açtım. O zamanın esnafları devamlı birbirini kollardı. Ertesi gün  müşteri beklerken, Tüfekçi Kadir DERİN, bağrına kumaşı basmış, dükkana geldi. “İlk olarak benim elbisemi dik!” dedi. Sonra cebinden dikiş parası olan 50 lirayı çıkarttı ve peşin olarak verdi. Hazine bulmuş gibi oldum. O parayla dükkanın diğer malzemelerini aldım. İkinci müşterim olarak eniştem Hasan TÜRKMEN geldi. Onun da elbisesini bayrama yetiştirdim. Bayrama birkaç gün vardı; Terzi Naci DOĞRUYOL beni çağırttı. Dükkanına gittim.  Orada oturan uzun boylu bir adamı göstererek: “Bu adama modern bir elbise dik!” dedi. Ne zamana istediğini sordum; bayrama, dedi. Bayrama kadar yetiştiremeyeceğimi söyledim. Adam: “Elbise dikmesi 50 lira; bayrama yetiştirirsen 60 lira veririm; yetiştiremezsen 40 lira veririm.” dedi. Bu teklif hoşuma gitti, geceleri biraz daha fazla çalışarak elbiseyi yetiştirdim. O adam Doğlatlı Çerkezmiş. Elbiseyi beğenen diğer Çerkezler hep bana geldi. Birkaç yıl sonra o ilk gelen kişiye niye hep beni tercih ettiklerini sordum. “İlk diktiğin elbise eskidi fakat düğmesi dahi düşmedi.” dedi. Sonra yanıma bir kalfa alarak, bu yukarı dükkanda 6 ay çalışıp, göz önünde olan aşağı dükkanlardan yer tutmaya karar verdim.

   DÜKKANI TUTTUNUZ MU?

   Yıkılan Ada’da, İstasyon Caddesi’ne bakan kısımda bir dükkan kiraladım. İsmine de ”Güven Terzisi” adını verdim. Burada işlerim çok gelişti. Kısa zamanda 1.sınıf terziler arasına girdim. 1960 İhtilâli’nden sonra işler yavaşladı. Ben de müteahhitlik işlerine girdim. İlk ihaleye Kadir KÖSEER ile birlikte ortak girdik. Ankara Atatürk Eğitim Enstitüsü’nün 100 takım elbiselik ihalesini aldık ve zamanında teslim ettik. Kadir’le dört sene beraber çalıştık. Müteahhitlik işlerinde Bolvadinli diğer terzilere de ekmek kapısı açtık. Bolvadin’e sermaye girişini sağladık.

Sonra ihale işlerine tek başına girdim. Değişik dükkanlarda çalıştım. Yedinci dükkan olarak, Eski Kasap Aralığında dükkan satın aldım ve orada çalışmaya başladım. 2010 yılında mesleği boşladım.

   Askerden geldikten bir müddet sonra evlendim. Üç oğlum var. Oğullarımdan Eşref ve Mustafa Dindersi öğretmeni olarak görev yapıyorlar. Küçük oğlum Fatih ise, Kadastroda memur olarak çalışıyor.

   SOSYAL VE SPORTİF FAALİYETLERDE BULUNDUNUZ MU?

   Sporu ve sporcuyu severim. Gençlik yıllarında Horanspor ve Yıldırımspor takımlarında başkanlık yaptım ve yönetim kurulunda bulundum. Belediye başkanlığı yapan Hasan TÜRKMEN, milletvekilliği yapan Gazi YİĞİTBAŞI ve Asım YILMAZ akrabam olduğu için, devamlı siyasetin içinde bulundum. 1966’da yılında Güven Partisi’nin kurucularının içinde yer aldım. Hamdi HAMAMCIOĞLU milletvekili oldu.

   1970 yılında gerçek partimi buldum. Necmettin ERBAKAN daha önce Konya’dan bağımsız olarak milletvekili oldu. 26 Ocak 1970’de ise, Milli Nizam Partisi’ni kurdu. Çapıtçı Basri, Şapkacı Yusuf ve ben, Konya’ya iş icabı gitmiştik. Erbakan’ın gece konferansı varmış; onu dinlemeye gittik. Konuşmaları hoşuma gitti; içim aktı. Daha sonra ERBAKAN Bolvadin’e geldi. İmren Lokantası’nda yemek yedikten sonra onu dinledik. Bolvadin’de bu partiyi kurmaya karar verdik. Yönetim kurulu için 7 kişiyi zor bulduk. Rahmetli Pastacı Muammer YAVUZ başkan oldu; biz, yönetimde yer aldık. Yazıcılar’ın Han’ın içindeki avluyu temizledik; sandalyeleri sıraladık ve kongreyi yaptık. 20 Mayıs 1971 yılında parti, laikliğe aykırı hareket ediyor, düşüncesiyle kapatıldı. Bu sefer ERBAKAN, 11 Ekim 1972 tarihinde MSP’yi kurdu. Biz de Bolvadin’de kurduk; başkan vekilliği yaptım. Bolvadin Erbakan’ın sevdiği ilçeler arasındadır. Bu yüzden Alkaloid Fabrikası’nın memlekete yapılması için israr etmiştir. Fabrika önceleri Develi’nin yanına yapılacaktı; Afyonlular suyu koyverince orasını su bastı; sonra şimdiki yerine yapıldı.

   DERNEKLERİN YÖNETİMİNDE BULUNDUNUZ MU?

   Bugün için başarılı çalışmalarıyla bilinen “Bolgiysan” ın kurucuları arasında bulundum. 27 sene Bolvadin Ticaret Odası’nın yönetiminde bulundum. Terziler cemiyetinin yönetiminde bulundum. Bunları, hiçbir menfaatim olmadan karşılıksız yaptım. Ticaret odasının Bolvadin’e açılma olayı da şöyle oldu.

   1962 yılı idi. Bolvadin’de ticaret odası yoktu. Ticaret odasına kayıtlı olan esnaf, yıllık üyelik kartının vizesini yaptırmak için Afyon’a giderdi. Ben de vize yaptırmak için Afyon’a gittim. Yolda Kitapçı Süreyya NESLİOĞLU’na rastladım. O da oraya gidiyormuş. Beraber oraya vardığımızda saat 11.30 idi. Görevli memur mesainin dolduğunu, öğleden sonra gelmemizi söyledi. Halbuki daha yarım saat vardı. Rica ettik fakat gene işimizi yapmadı. Bunun üzerine rahmetlik Süreyya NESLİOĞLU memurun yakasına yapışarak onu tehdit etti ve bağırdı: “Ben de ticaret odasını Bolvadin’e açtırmazsam, bana da Süreyya NESLİOĞLU demesinler!” dedi. Bunun üzerine memur kuzu kuzu işimizi yaptı. Hemen ertesi gün Ankara’ya gitti ve buraya ticaret odasının açılmasına sebep oldu; esnaf da Afyon’a gitmekten kurtuldu. İlk başkan olarak Fevzi TAKTAK seçildi.

   Eski Demirciler içinde şimdiki Kocatepe Kıraathanesi’nin üstünde “Bolvadin Kalkındırma Derneği” vardı. Orada sportif faaliyetler yapılırdı. Kütüphane vardı. Telgraf dersi verilirdi. Burada bu dersi öğrenen kişiler sonradan postanelere memur oldular.

   ÇOCUKLUĞUNUZDA YAŞANTI NASILDI?

   Çocukluk yıllarım iyiydi. Mutluyduk huzurluyduk. Yalnız herkeste parasızlık vardı. Okula eski lastik ayakkabıyla giderdik. Kalem, defter, silgi çok kıymetliydi. Sınıfımızın tabanı tahta olup, altı bodrumdu. Tahtaların arası da bir parmak kalınlığında açıktı. Bir gün elimden kalemi düşürdüm tahtanın yarığından aşağıya gitti. Babama tekrar kalem al, diyemedim. Geçen gün Atatürk İlköğretim Okulu’ndan davet etmişler, gittim. Sınıfın birinde, ders alsınlar diye eskiden öğrencilerin çektiği sıkıntıları anlattım. Ağızları açık, masal gibi dinlediler.

   Çocukluğumuzda öğretmeni sokakta gördük mü kaçacak delik arardık. Öğretmen yoldan giderken, kahve önünde oturanlara selam verdiğinde, hepsi de ayağa kalkıp selamı alırdı. Kadınlar erkeklerin önünden geçmezdi. Gece çocukların sokağa çıkması yasaktı. Bekçi çocukları gördüğü zaman, elindeki değneği fırlatırdı. Hepimiz evlerimize kaçardık. Şimdi 7 yaşındaki çocuk geceleri sokaklarda geziyor.

   15-16 yaşlarındaydım.Güzel giyinmeye merakım vardı. Terzi Bahri YÜKSEL’le birlikte, Tuhafiyeci Muhterem SİNANOĞLU’ndan birer kravat aldık. Bağlamasını bilmediğimiz için Fevzi KARADEMİR’e bağlattık. Utandığımızdan, üç hafta takamadık. Bir pazar günü ikimiz karar verip kravatları taktık. O zaman çoğunluk takka giyerdi; biz de giyerdik. Höbüş’ün Mehmet’in berber dükkanına gidip takkaları oraya koyduk. Saçlarımızı da güzel tarayıp dışarı çıktık. Katip’in kahvenin önüne gelince, babam önümüze çıktı. Dik dik bize baktı ve: “Ne len bu! Sende de hayır kalmadı!” dedi. Bir şey demeden oradan uzaklaştık. Sonra devamlı taktım.

   ARAPÇA EĞİTİMİ ALDINIZ MI?

   1949 yılı idi. Mahallemizde bulunan Kadriye Camisi’nde İsmail EDE Hoca cami görevlisi idi. Caminin içinde ayrılmış bir oda vardı. Öğle namazından sonra hoca, burada Kur’an öğrenmek isteyenlere ders verirdi. Ben de çıraklık yaptığım terzi ustamdan izin alır, buraya gelirdim. Bir gün ders gördüğümüz sırada Jandarma komutanı elinde kırbaçla içeri girdi. Hoca hemen ayağa kalkıp buyur etti. Komutan: “Ne yapıyorsun hoca!” dedi. Hoca: “Ders veriyorum kumandanım.” dedi. Kumandan: “Bunlar daha Latin Alfabesi’ni öğrenmemişler, sen ne yapıyorsun!” dedi.

   Bu arada, eniştem Belediye Başkanı Hasan TÜRKMEN; Kırçeşme’de abdestini almış, namaz kılmak için içeriye girdi. “Ne oluyor komutan!” dedi. Komutan: “Bunlar okula gitmeden nasıl Arapça öğreniyorlar?” dedi. Hasan TÜRKMEN: “Bırak kumandan! Bunlar ikisini de öğrenirler.” dedi. Kumandan eniştemi karşısına almak istemedi, çekip gitti.”

   GENÇLİĞE MESAJINIZ NEDİR?

   Gençlerimiz önce tarihine sahip çıksınlar. Dününü bilmeyen, yarınına sahip çıkamaz. Şimdi gençler için her imkan var. Aydın ve ileri görüşlü olmaları için okumayı ihmal etmesinler. Vatana, millete, Din-i İslam’a hizmet etmek için okusunlar. Genç idarecilerimizi, iş adamlarımızı devamlı destekliyorum. Daima ileri!.. Daima ileri!..