ALİ KARAKULAK

 

    Garagulağın Aliguş…81 yaşında…Çocukluğundan beri; arpanın, buğdayın, pancarın içinde yetişti. Çiftçiliğin yanı sıra, hayvancılık da etti.

   Ali Karakulak; normal boyda, zayıf, sakallı, beli biraz bükülmüş birisidir. Konuşurken yüksek sesle konuşur.Tezcanlı ve çok hareketlidir. Yürürken hızlı ve yalpalayarak yürür. Konuşmayı, muhabbeti sever. Açık sözlü bir insandır. Sevdiği kişiyi gördüğünde, selam vermeden önce mutlaka: “Yollarından geçemem!..” der. Sağlıklıdır, oturmayı sevmez. Devamlı çalışmak ister. “Bazen kahveye gittiğimde yarım saat otursam kıçım acır.” der. Devamlı, çiftlikteki evinin bahçesinde bir şeylerle meşgul olur. Hacc ve umre ziyaretlerini yapmıştır. 15 tane torunu vardır.

   HAYATINIZI ANLATIR MISINIZ?

   1934 yılında, Bolvadin’in Ömeroğlu Mahallesi’nde dünyaya gelmişim. Babamın adı Hasan Hüseyin…Çiftçilik yapardı. Kendi tarlalarımızı ve başkalarının tarlasını ortağına ekerdi. Bir ablam; bir de rahmetlik olan Ahmet ağabeyimle birlikte üç kardeşiz. İlkokulun üçüncü sınıfına gidecekken okulu bıraktım. Niye okumadığımı ben de bilmiyorum. Herhalde takipsizlikten, ilgisizlikten…Babam beni bir esnafın yanına çırak olarak vermedi. Devamlı ömrüm, askere gidinceye kadar tarlada-bahçede, çiftte-çubukta geçti.

   OKUMADIĞINIZ İÇİN PİŞMAN MISINIZ?

   Çok pişmanım. Kendime hâlâ, niye okumadım! diye kızarım. Cenab-ı Allah:”Oku!” diye emrediyor. Peygamberimiz: “İlim, Çin’de de olsa, gidip öğrenin.” diyor. Bu yüzden çocuklarımdan birine üniversiteyi bitittirdim; diğerleri de lise mezunu… Torunumun birisi üniversiteye gidiyor. Çiftlikte oturduğumuz için okul uzak… Her gün sabah at arabasını koşar; torunlarımı okullara dağıtırım. Dağılacakları zaman da gider toplar gelirim. Ben okuyamadım ama onlar okusun diye çaba sarfediyorum.

   ESKİDEN ÇİFTÇİLİK ZOR MUYDU?

   Şimdi torunlara çektiğimiz zorlukları anlatıyorum da, onlara masal gibi geliyor. Zamanında imkanlar kısıtlıydı. Tarlaları, öküzünen, dombeyinen, sonradan atınan sürdüm. Bir tane öküz vardı, onun yanına eşek koşup sürdüğüm zamanlar da oldu. Pancar ekeceğimiz zaman, tarlayı birkaç kere sürmemiz gerekir. Dombeylerle sürerdim. Dombey sıcağı sevmez. Sıcakta düven sürerken, kafa kafaya verir; yürümezlerdi. Hemen Kirlinin Kuyu’ya gider; sular; üzerlerine su serper; geri getirirdim. Çok zaman da sıcağa kalmamak için gece yarısı gider; öğleye geri dönerdim. Çok yorulurdum. Gece uyurken yorgunluktan, adam tokatlar gibi kollarımı sağa- sola sallardım. Çift sürmek, harman kaldırmak, pancar sökmek çok zordu ve uzun zaman alırdı. Harmandan iki ayda kalkamazdık. Gene de, istediğimiz mahsulü alamazdık.

   Bu güne döndüğümüzde, her şey kolaylaştı. Tarımcılık makineleşince hem rahatlık oldu; hem zamandan kazanıldı; hem de mahsul fazlalaştı. Şu anda çoğunluğu kurak olan, 80 dekar tarlam var. Üç oğlum onları ekerler. “Ölüye de su, diriye de su!..” Su olan yerlerden iyi mahsul alırız. Başkalarının tarlalarını ortağına ekeriz. Çocuklarıma devamlı tembih ederim: “Cenab-ı Allah arpanın ve buğdayın bile tam ortasından çizgi çekmiş. Aman hak yemeyin, eşit davranın!” derim. Çocuklarım da buna çok dikkat ederler. Bugünün tek zorluğu çapacı bulmak. Bolvadin’de artık çapaya giden yok. Çapacıları yakın köylerden günlüğünü 35 liradan getiriyoruz. Arada yemeğini de, yol parasını da veriyoruz.

   TARIM ALETLERİ ALDINIZ MI?

   Çocuklarımla kazandığımızı tarım aletlerine yatırdık. Şu anda 4 traktör ve pancar sökme makinemiz var. Ayrıca diğer tarım aletleri var. Bunlar işimizi kolaylaştırıyor. Tarlayı elimde kürek, geceleri gemici feneriyle sulardım. Şimdi düğmeye basıyoruz, fıskiye şeklinde bütün tarla sulanıyor. Bolvadin’e ilk traktörü Çireçöpün Kamil getirdi. Sonra Abaza, Gazi Efendinin Ahmet, Ağanın Halil, İlanlının Hacı Kadir ve İbililerin İbili getirdi. İlk biçeri de, Fevzi Taktak ve sonra Leyleğin Hamza getirdi, diye biliyorum.

   NE ZAMAN EVLENDİNİZ?

   Askerliğimin acemi birliği İzmir’di. Burada sıhhiye kursuna gittim ve onbaşı oldum. Usta birliğim İse İstanbul’du. Oraya vardığımda komutan bana nereli olduğumu sordu. Tekmil vermem ve hareketlerim hoşuna gitmiş; beni yanına, karargah birliğine ayırdı. Halbuki beni hastaneye vermesi gerekiyordu. Bu duruma çok üzüldüm. İğneyi serumu daha iyi öğrenecek; memlekete gidince eşe-dosta yardımcı olacağım, diye düşünmüştüm. Nasip değilmiş. Komutan, çok çalıştığım için beni severdi. Normal iznimin dışında iki sefer daha bayramlarda, beni izne gönderdi.

   Askerden geldikten iki sene sonra evlendik. Dayımın kızı olduğu için birbirimizi tanıyorduk. Bize söz düşmezdi, anam-babam; bunu alacağız; dediler ve evlendik. 58 senedir mutlu bir evliliğimiz var. Arada hanıma:“Arkamdan çok dolandın durdun!” diye takılırım. Dört tane oğlum var. Büyük oğlum Hasan, elektrik teknisyeni…Ahmet, Süleyman ve Muammer çiftçilik yapıyorlar.

   EVLENMEDEN ÖNCE HACI YENGEMDEN ELEKTRİK ALDINIZ MI?

   Bizim evlendiğimiz zamanlar daha henüz elektrik yoktu. Gaz lambasında gaz yakardık. Kısaca, gaza geldik evlendik.

   BAŞINIZDAN ÖNEMLİ BİR OLAY GEÇTİ Mİ?

   Ömrün olduğu müddetçe insan başına her şey geliyor. Benim de iki olay geldi. Birincisi ağabeyimin öldürülüşü…İkincisi benim bir olaya karışmam… Bu olay yüzünden, yıllarca cezaevlerinde çürüdüm. Hiç istemediğim bir olay başıma geldi. Devamlı vicdanen rahatsızlık duydum. Bu olaydan dolayı çok pişman oldum. Hem bir can daha gitti; hem de hayatımın en güzel yıllarını cezaevinde çürüyerek geçirdim. İki ocak birden söndü.

   NE KADAR CEZA ALDINIZ?

   Hakim; kan davası, diye 24 sene ceza verdi. Önce Bolvadin Cezaevi’nde yattım, hüküm giyince Akşehir Cezaevi’nde 1 yıl hücre cezası çektikten sonra yeniden Bolvadin Cezaevi’ne geldim. Hücrede 1 yıl boyunca hiç güneş görmedim. Hücrede bir ranza, ranzanın yanında yarım metre boşluk vardı. Kapı hiç açılmaz; yemeğim, demirli küçük pencerenin arasından verilirdi. Duvardan duvara dört adım yerde, çok sıkıntılı günler geçirdim. Dört adımlık yerde volta atacağım diye, omuzlarım duvara sürtüldüğünden dolayı, ceketimin omuzları eskirdi. Bir süre sonra Bolvadin’deki mahkumları dağıttılar; 50 kişiyi, Edirne Cezaevi’ne gönderdiler. Orada da üç ay hücrede yattıktan sonra normal koğuşa geçtim. Burada 5 sene yattıktan sonra Bolvadin’e gönderdiler. Burada da dört sene yattım. 1974 yılında Ecevit af çıkarınca, mahkumiyetimin bitmesine 3 sene kala, tahliye oldum. Allah insanı ekmeksiz-susuz bıraksın fakat hürriyetsiz bırakmasın.

   CEZAEVİNDE SIKINTI ÇOK MUYDU?

   Allah, düşmanımı dahi düşürmesin. Doğru dürüst yemek çıkmaz, istediğin yiyeceği alıp yiyemezsin, ufak bir ters hareketinde dayağı yersin. Oruç yasak…Orucumu iki bisküvi ile tuttuğum günler oldu. Müdüre dedim; bana kapıyı göstererek: “Oradan buraya oruç girmez!” dedi. Benim çalışkanlığımı görünce, tel büktürdüler. 100 dekarlık bahçesi vardı, orada koyun güttüm, bahçede sebze yetiştirdim.

   ESKİDEN SIKINTILAR ÇOK MUYDU?

   Fukaralık vardı. Kışın evde, ocakta yanan harman yerinden topladığımız kes ve tezekle ısınırdık. Kömür bilmezdik. Ocağın bir tarafında babam, diğer tarafında anam otururdu. Biz de eşikte otururduk. Kadınlar, kaynatasının yanında sesli konuşmazlardı. En büyük lüksümüz babamın aldığı ağdayı, ekmek üzerine sürüp yemekti. Anam da tereyağı ederdi. Kümesten anam görmeden yumurta çalar; bakkala götürür; parça sigara alırdım. Böyle alışarak, 60 sene sigara içtim. Doktor-hekim bilmezdik. Sarlık olduğumuz zaman, at arabasına dolar; Sarısarlık’a veya Karasarlık’a giderdik. Hastalıktan eser kalmazdı.

   BU KONUDA BİR HATIRANIZ VAR MI?

   1942 senesinde ben 8-9 yaşlarındayken kıtlık oldu. Birkaç sene yağmur yağmadı. Ayrıca İkinci Dünya Savaşı yıllarıydı. Türkiye’nin savaşa girme ihtimali vardı. Ekmek, herkese sayılı ve karneyle veriliyordu. Aydınlandığımız gazyağı da karneyle veriliyordu. O zaman; bin, iki bin koyunu olan ağalar vardı. Onlar da zor durumda kalıyorlar ve hayvanlarına verecek yem bulamıyorlar. Kurcuvalı Dabanlı Ağa, zamanında arpa-buğday stok etmiş. Bolvadinli Hüsemler’in Deli Ali de o günün ağalarından…Onun da elinde zahire kalmıyor. Yanında çalışan birisine bir kese altın ve gümüş lira verip, Dabanlıoğlu’na gönderiyor.

   Dabanlıoğlu, evininin önündeki bahçesinde sandalyeye oturmuş güneşleniyormuş. Deli Ali’nin gönderdiği adam, Dabanlıoğluna, ağasının gönderdiği keseyi vererek; arpa-buğday istiyor. Dabanlıoğlu keseyi alıyor ve içinden biraz sarı lira alıp; yanında duran köpeğin önüne atıyor. Köpek sarı liralara bakıyor; bir şey yapmıyor. Bu sefer önünde gezinen tavukların önüne atıyor. Tavuklar da garip garip sarı liralara bakıyorlar. Dabanlıoğlu gelen adama: “Bak yiğenim, önüne attığım sarı liraları köpek de yemedi; tavuk da yemedi. Ağana söyle bundan sonra sarı lira yerine, sarı buğday biriktirsin.” diyor.

   ÖLÜMLE İLGİLİ DÜŞÜNCELERİNİZ NELERDİR?

   Ölüm hiç aklımdan çıkmaz. Ölüm benim için tozlu yol… Karasabandan başladım, internet çağına geldim. Daha nereye gideceğim belli değil. Allahtan hep mağfiret dilerim. Beş vakit hep; Yarabbi, kul borcuyla gönderme! derim. Sen affedicisin, affı seversin, beni de affet! derim. Karı şerrinden, düşman şerrinden sana sığınırım, derim. Allah bana daha önce Hacc nasip etmişti, şubat ayında da umre nasip etti. Tek dileğim o mübarek yerleri tekrar görüp af ve mağfiret dilemek. Allah herkese nasip etsin; hayırlı ölüm versin.